30 Nisan 2008 Çarşamba

Acıların Çocuğu Deniyor Ona...

Öyle mi gerçekten?

Umut'un ifadeleri için aşağıdakilerden hangisi doğrudur?
a-) Bacısından sıkılmıştır. Yüzü buruşmuştur. Fakat bacısı çok mutlu ne yazık:))
b-) Fotoğrafı çekene ayar olmuştur. Pis pis düşünmektedir.
c-) Bi acısı vardır ama bilinmemektedir.
d-) Nazlı cimcirmiştir. Gıkını çıkaramamıştır.
e-) Osman Babası onsuz Endonezya'ya gitmektedir.
f-) Kanaryasının kanadı kırılmıştır.
g-) Sıkıldık cevaplar burada bitmektedir.

Hadi cevapları bekliyoruz! Şık dışı cevaplar da kabul edilir:)

29 Nisan 2008 Salı

BER-eketiyle Gel-EN...

Her bebek kendi kısmetiyle gelirmiş.
Beren bebek de annesinin ödüller kazanmasına vesile oldu ilk günlerinden itibaren.
İlk ödülü "En özel paylaşım" olması sebebiyle Eylül ayındaki yazısıyla aldı Yaso, çünkü bu güzel haberi blogumuz aracılığıyla duyurmuştu.
İkinci ödül de bugün geldi. Gitmeden önce son kez yazdığı o güzel ve duygulu yazısı blogumuzun 250. yazısı olunca bir ödül daha aldı.

Beren'in bu güzel elbiseyle ofisimize geleceği günü heyecanla bekliyoruz!

Ünlü Marjinalliler... :)


1- Debi Mor
2- Hol Beri (gel beri)
3- Error Evgin
4- Cinifır Lopez
5- Sadriye Alışık
6- Cenifır Hanistın
7- Loren'in Hardy'si
8- Piriz Akın
9- Rin Pin Pin
10- Sandra Bolluk
11- Antonyo Banderas (çakma Antonyo)
12- İlyas Salma
13- Şebnem Rahat
14- PolyANNE
15- Nesrin Tapkapı
16- Tepsi 1 grubundan Cendere

Not: Önemle altı çizilir ki bu bir ekip çalışmasıdır... Bu işte Osman bey ve Cemal bey'in de parmağı vardır. Çıkışta dövecek olanların dikkatine :))

Doğuma Günler Kala...

Hamile olduğumu şirkete blogdan duyurduğum günü o kadar net hatırlıyorum ki! Şimdi ise doğuma neredeyse bir hafta var. Zaman çok çabuk geçti; çok çabuk ve keyifli geçti. İçinizde yaşayan bir canlı olması fikri, onun hareketlerini hissetmeye başladığınız andan itibaren kafada şekil değiştiriyor. Hissetmeden anlamak çok zor sanırım. Hele de büyüdükçe ve hareketler daha da belirginleştikçe duygu seli artıyor. Birçok kere tam konsantre olmuş çalışırken ani bir tekme yediğimde varlığını hatırladım ve kendi kendime gülmeden edemedim. Bir de tabii bu hareketleri arkamda oturan Dilek’e gösterme çabalarım vardı. Tam bir taarruz halindeyken "Dilek, Dilek" deyip arkama döndüğümde içerideki küçük hanım bunu anlarcasına sus pus oluyordu. Nitekim bir kere bile şahit olamadi Dilekçik:( Bu hareketleri hissetmek konusundaki en kararlı kişi Eray’dı. Ben de tam anlamıyla hırs yapmıştım. Hareketler başladığı zaman "Eray!" diye bağırıp çağırdım. Ancak maalesef Eray geldiğinde yine uslu bir kız olmuştu Beren. Bu sefer acaba seslendiğim için sesimi duyup mu hareketleri kesiyor diye düşündük. Başka bir yol aramaya başladık. Hareketler başladığı zaman communicator’dan "Uç!" diye yazdım ama Eray uçarak gelmesine rağmen hareketler yine kesildi. Artık duymanın yanı sıra gördüğüne de inanmaya başladım:) Ancak en sonunda piknikte ben hamakta keyif yaparken, bizim hıçkırık diye nitelendirdiğimiz bebeğin ritmik diyafram hareketleri başladı ve Eray sonunda bunu hissedebildi...

İçimde olmasına çok alıştım ve çok huzurluyum. Doğduğunda nasıl bir hayatın beni beklediği bir muamma. Biliyorum ki oldukça zor bir süreç olacak. Uykusuz geceler, acemilikler vb. İnşallah çok rahatça atlatabildiğim bir dönem olur. Haftasonu dışarıdan eve dönerken Özgür’e şöyle dedim; haftaya eve 3 kişi gireceğiz. Bunu düşünmek gerçekten çok garip geliyor. Tüm düzen değişecek. Ama birçokları gibi bu duruma olumsuz tarafından bakmak istemiyorum. Devamlı şikayet edilen şey, eski yaşam tarzının asla geri gelmeyeceği, hayatın cendereye girmesi vb. Bu bakış açısının aksine olumlu tarafından bakmaya çalışıyorum. Beroş hayatımıza daha da renk katacak. Onun için emek sarf edeceğiz ve gün gün büyüdüğünü göreceğiz. Bunu okuyan annelerin “tabii tabii doğsun da görürüm seni” dediklerini duyar gibiyim. Ancak böyle diyenlerin bile çocukları ile ilgili birşey anlattıklarında gözlerinde gördüğüm ışık bu lafların çok daha ötesine geçiyor. Sanırım daha büyük bir mutluluk yok.

Zaman gerçekten çok çabuk geçti. Bu süre boyunca hepiniz yanımdaydınız. Hatta birçok kere beni benden çok düşündünüz. Devamlı nasıl olduğumu sordunuz, hareketlerime dikkat etmem, ayakta durmamam, faydalı şeyler yemem ve niceleri konusunda devamlı uyarı halindeydiniz. Bu zaman dilimini böyle geçirmek benim için tam anlamıyla şanstı. Sizler de benimle bu durumu bizzat yaşadınız. Paylaştıkça güzelleşir ya herşey, bu süreç te aynen böyle oldu. İlginiz ve sevginiz için binlerce kere teşekkürler...

Yollayacağınız pozitif enerjiyle inşallah doğumu da çok kolayca atlatacağım. Şu anda tek dileğim sağlıklı bir şekilde doğması, huzurlu, mutlu ve sağlıklı bir hayat yaşaması...

Olmadığım süre boyunca devamlı irtibat halinde olacağımız için veda etmiyorum. Zaten eminim zaman yine çok çabuk geçecek. Bu sürede iş yükleri artacak tüm arkadaşlarıma şimdiden çok teşekkür ediyorum.

Sizleri çok seviyorum...

28 Nisan 2008 Pazartesi

Marjinal'de Bir Şeker Candy!

Şeker Kız Candy çocukluğumuzun en sevilen çizgi kahramanlarındandı.
Şimdinin vurdulu-kırdılı, uzaylı, silahlı, bol sanallı çizgi-kurgu filmleri daha piyasada yoktu. Çocuklar, çocuktu...
O zamanlar bazı günler Heidi ile dağlara çıkar, çıplak ayakla koşmaya, kovasından taze süt içmeye heveslenirdik, bazı günler Taş Devri'nin Vilma ve Fred'i ile geçmişe giderdik. Ayı Yogi ve Ağaçkakan Woody dostlarımızdı.
Şeker Kız Candy de maceralarını en yakından takip ettiğimiz kahramanlarımızdan biriydi. Sevgiyi, dostluğu, iyilik yapmayı ondan öğrendik.
Bu yazının konu mankeni, Marjinal'in Şeker Kız'ı, aramıza yeni katılan Elif. Bu vesile ile ona tekrar hoşgeldin diyoruz!

Lütfen Yardım Edin!


Kanaryalar evimizin neşesi ,
öttüklerinde bizleri güldüren, neşemize neşe katan kanaryaları koruyalım.
Onları kafeslere koyarak doğal ortamlarından uzaklaştırmıyalım.
Bırakın onlar da özgürce uçsunlar, ara sıra evlerimizin, işyerlerimizin
camlarına konsunlar, özgürce ötsünler.
Düşünsenize, ötmezlerse biz nasıl mutlu oluruz, nasıl güleriz.
LÜTFEN, KANARYALARI incitmiyelim, koruyalımmm.
Onları serbest bırakalım, UÇSUNLAR,
uçsunlar ama Mecidiyeköy taraflarındada uçmasınlar.
Ne olur ne olmaz, orada aslanlar var!

27 Nisan 2008 Pazar

Moskova'daydık:)

10-11 Nisan tarihlerinde Nokia bölgesel iletişim toplantısı için Moskova'ya gittik. Türkiye olarak Rusya'ya bağlı olduğumuz için Moskova'daydık. Ajanslar birbirini tanıdı ve neler yaptıklarını anlattı. Bizim için önemli ve başarılı bir toplantı oldu. Marjinal & Nokia 'yı ben ve Leylan temsil ettik. Sadece toplantıya mı katıldık hayırrr:) ilk gün yaklaşık 3-4 saat kadar dolaşma şansı bulduk. Kaldığımız otel Kızıl Meydan'a çok yakındı. Otelde biraz dinlendikten sonra attık kendimizi sokaklara...
Kent tarihi iyi korunmuş. Yapılar çok heybetli. Her binaya Lenin ya da Stalin portreleri kazınmış. Caddeler çok büyük. Mesafeler birbirine çok uzak. Şehirin mimarisi halka olarak yapılmış. Kızıl Meydan ve Kremlin Sarayı gerçekten görülmeye değer. Kocaman bir meydan ve öylesine doğal kalmış ki. Avrupa'daki meydanlar gibi sokak ressamları, sokak satıcıları ya da kafeler yok meydanda. Sadece tarih var. Bu çok hoşumuza gitti. Şehrin birçok yerinde bu hava vardı. Herşey kararında... Birgün yolunuz Moskova'ya düşerse, metrosuna binmeden gelmeyin. Her istasyon bir müze. Muhteşem bir metro yapmışlar. Biz de 4 durak gittik geldik. Her duruşumuzda pencerelerden istasyonu seyrettik. Kiminde indik bir diğer treni bekledik. Tabi insan içine de karışmış olduk. Yakın temasta bulunduk:) İnsanlar uzun boylu ve iri :) Şahsen çok mutlu oldum, benden uzunlar da vardı. Kadınlar, özellikle çalışanlar çok feminen. Onca boya bir de topuklu giyiyorlar, e fizik de düzgün olunca sonuç süpergirl:) Metroda herkes birşeyler okuyordu. Okuma oranının yüksekliği buradan da anlaşılıyor. Votka severlikleri metroda çok iyi anlaşılıyor buram buram votka kokusu aldığım 2 erkeğe denk geldim:) Trafik İstanbul'dan beter. Nasıl olabilir diyebilirsiniz gerçekten oluyormuş. Düşünmesi bile korkunç ama biz yaşadık:(

Özetle, gidilmesi gereken bir başkent. Biz çok vakit geçiremedik ama vakit geçerse çok daha keyif alınacağını düşünüyorum. En azından alfabeye insan biraz daha aşına olabilir :)

Biraz da fotoğraflar anlatsın size:)



Osman Babanızdan...

Aile olmak;
Sevincini, mutluluğunu paylaşmak,
Sarılmak,
Gerektiğinde omuz vermek gözyaşına,
Kaçmamak.
Dinlemek, dinlemek, sıkılmadan.
Sarılmak
Sevince, mutluluğa,
Sarılmak ailene.

25 Nisan 2008 Cuma

Çalışmak Ekip İşidir!!


Veeeee HP ekibi huzurlarınızdaaaa! Marjinal'in müşteri portföyünün ağır toplarından bir tanesi de HP Türkiye'dir. 170 ülkede faaliyet gösteren HP, Türkiye'de S. Şahin Tulga'nın yönetimindeki 307 kişilik bir ekiple varlığını sürdürüyor. Marjinal de, 8 yıldır HP'nin iletişim danışmanlığını ve medya ilişkilerini yürütüyor.
Gelin görün ki bu yazının amacı, yukarıda verilen genel bilgiler ile sınırlı değildir. İşin birazcık da perde arkasını sizlere anlatmak isterim.
Yazının başlığında da belirttiğim gibi çalışmak bir ekip işidir. Biz de, bu dev müşterimizin işlerini, görmekte olduğunuz ekip ile yürütüyoruz. Aslında yukarıda eşgalleri belirtilmiş 6 kişi, yalnızca ana ekibi oluşturuyor. Çünkü HP'nin ışık hızındaki iş trafiği, yeri geliyor tüm Marjinal ailesini harekete geçiriyor.
Ben yazının fazla dallanıp budaklanmaması için, mevzuyu 6 kişinin sıradan(!) bir iş gününü anlatarak aktaracağım.
Her şey Yasemin ile başlıyor. Müşteri direktörü Yasemin, 10 kaplan gücünde olup, metin yazarı olan şahsıma dakikada 10 e-posta gönderebilmektedir. Üstelik sadece bana da değil. Aynı şekilde Nadya'ya, Cemal'e, yeri gelir Nevra'ya, Eray'a da.. Ben sözel insanım, matematiğim oldum olası kötüdür, varın siz hesaplayın gerisini!
Test ürünlerinin takibi Nadya'da, grafik tasarımları da Cemal'e aittir. Çevirilerde Figen ve Neslihan destek verir, lokal içeriklerini de ben hazırlarım.
Böylece Voltranı oluşturur, bir günü sağ salim geride bırakırız. Yoksa, yanarız!! Çünkü iş yoğunluğumuz "sonra" deme lüksünü bize vermez. Her şey acil, her şey hemen, her şey hatasız, her şey zamanında!
Ben ekibin en yeni üyesiyim. Bu nedenle, kendimi ayrı tutarak tüm arkadaşlarıma bana verdikleri destek ve gösterdikleri sabır için, yeri gelmişken de teşekkür ederim.
Porter Novelli için HP ekibinin bir arada fotoğraflanması istendiğinde, acil işlerimizi 5 dakikalığına askıya aldık ve poz verdik. Böyle kuzu gibi durduğumuza bakmayın, her birimizin aklında 40 tilki, kırkının da kuyruğu birbirine değmiyor.
Elimizdeki beyaz kağıtlara gelince, Porter Novelli tarafından istendi, biz de tam bilemedik ama benim kişisel yorumum şudur:
"Ey HP ekibi, hayatında temiz ve boş bir sayfa aç. Unut sevgiliyi, eşi, çocuğu, sinemaya aldığın bileti! Ancak yetiştirirsin işleri, unutma bu dünya fani! Yetiştirin baskıya işleri!"
Bütün bu yorgunluğun sonunda ne mi oluyor? "Arkadaşlar elinize sağlık, çok güzel olmuş!" mesajı Outlook'a düşüyor ve yüzümüzü bir gülümseme kaplıyor!
Allah HP'yi başımızdan eksik etmesin diyor, sevenlerimize buradan el sallıyoruz. Merhaba der gibi!:))

Doğum Yaklaşıyor, Heyecanlıyız:)

Marjinal Ailesi'ne yeni bir üye geliyor, hem de çok yakında...
Beren'e sevgilerimi iletiyorum ve bir şiirle sesleniyorum:)
Bu ara blogumuzda şiir modası var, ben de modayı takip edeyim dedim:)

Bebek

Dünyanın en güzel şeyi bebekler
Geliyor yeni bir bebek adı Beren:)
Yaso ve Özgür mutlu, biz de umutlu
İçimiz huzur dolu

Bu akşam şerefine bir parti var şirkette
Yiyip içeceğiz hep birlikte
Bu nedenle hızla bitiyor bütün işler
Parti hazırlıkları bizi bekler

Marjinal junior'lar çoğalıyor
Yolda yenileri bekleniyor
Neşeli günler devam ediyor
Hepimiz coşuyor, oynuyor:)
Yaşasın Marjinalliler
Yaşasın 23 Nisan:)

Üst Katta Neler Oluyor?




Biz çalışırken, Apo Bey birden elinde fotoğraf makinesiyle belirir ve fotoğraflarımızı çeker. Buna hepimiz alışığız. Kimi zaman yamuk ağızlar, şaşı bakan gözler, içeri çekilmeye fırsat bulamadan yakalanan göbekler, her halimiz, her anımız Apo Bey'in objektifine yakalanır.
Ama böylesi... Biz alt katta uslu uslu çalışırken, yukarıda garip şeyler olmuş besbelli... Cemal ile Osman Baba'nın bu halleri ağızları daha yamuk, gözleri daha şaşı, göbekleri daha göbek yapıyor.
Bu adamlar ne yapıyor? Bilen, duyan, gören varsa alt kat açıklama bekliyor! :)

Bir Nokia Shop Daha Açtık Geldik


Geçtiğimiz Cuma günü Ankara Cepa AVM'de açılan Nokia Shop organizasyonu için Ankara'ya gittik. Ekip, as always: Osman Babiş, Edoş ve Burcuk. Erkenden hazırlıklar tamamlanınca biz de biraz alışveriş merkezinde turladık. Daha sonradan Osman Baba'nın o gün ve daha sonraki günlerde benimle dalga geçmesine sebep olan Lip Fusion marka ruju sürmek gibi bir hata yaptım. Dudak dolgunlaştırdığı iddia edilen ruju sürdüğümde Osman Baba tarafından "Bardakta senin için yeterli dudak payı bırakmamışlar, şu dudağını çek karşı tarafı göremiyorum, dudak kapanmıyor..." gibi pek çok farklı esprisine maruz kaldım:)
Açılış saati yaklaştığında Nokia ekibi, Telecity ekibi, güzide mankenlerimiz Pınar Tezcan ve Yüksel Ak ile birlikte konukları karşıladık ve Nokia Türkiye Genel Müdürü Imfred de Jong, Telecity Yönetim Kurulu Başkanları ile birlikte kurdeleyi keserek açılışı gerçekleştirdi.
Dönüş saati yaklaştığında Eda'nın ablasının ısrarlarına dayanamayarak havaalanına bizi götürme teklifini kabul ettik. Ben yorgunluktan ve Osman Baba'nın bana daha fazla takılmasını engellemek için yolda biraz uyumaya çalışsam da tabii ki başarılı olamadım. Yine Lip Fusion sohbet konusu oldu. Bunun dışında yemek sırasında önümüzdeki dönemde yapılması planlanan bir çalışma için brainstorming yaparken ortaya attığım fikirlerle de dalga geçmeyi ihmal etmedi:) Daha ne mi oldu? Uçakta ayrı yerde oturuyorduk, Osman Baba etraftakileri rahatsız ettiği için yanındaki, önündeki ve arkasındaki sıralar yerlerinin değiştirmesini talep etti, hosteslere (erkek - kadın ayırmadan) iltifatlar!! edip fazla yemek istedi ve son olarak da kule ile konuşacağım diye tutturunca pilot isyan edip "Uçurmuyorum artık yeter, ne haliniz varsa görün!" deyip uçaktan atladı, yardımcı pilot da "Ben buraya kadar biliyordum" dedi ve pilotu takip etti. Ter içinde uyanıp bir yanımda oturan Edoşa ve diğer yanında oturan Osman Babiş'e sarıldım ve kendime geldim:))))) Özetle, macerasız ve güzel bir açılış, maceralı ve stresli bir yolculuk oldu.
PPS: Bu yazıyı yazdıktan sonra beni bir daha göremezseniz bilin ki bundan Osman Bayrak sorumludur:))
PPPS: Olaylar benim hayalgücümle biraz da olsa çarpıtılmıştır:)

Bekliyorum!


Bizim çocuklara söyledim, her tarafa haber saldılar.
Hepiniz artık biliyorsunuz blog yarışmasına aday olduğumuzu.
Oyları bizzat takip ediyorum.
Oy vermeyenler neler olabileceğini tahmin eder herhalde.

Hadi bakalım, göreyim sizi...
Evet, evet, seni de...
Pamuk eller klavyeye!

Hürmetler, Ozi the Godfather of Marjinal

24 Nisan 2008 Perşembe

İyi ki Doğdun, ekolay.net! :)

13 Nisan ekolay.net'in kuruluş yıldönümüydü. 1999 yılında kurulan ekolay.net'in sevgili ekibi ile çikolatalı pastamızı yiyerek bu güzel günü kutladik. ;o)
Birlikte geçirdiğimiz 5 yılı da kutluyor, daha nice yıllar diliyoruz.

Burcu'dan 23 Nisan Şiiri

İlkokul 5. sınıftayken öğretmenimiz 23 Nisan ile ilgili şiir yazmamızı istemişti. Ben de iyi bir öğrenci olduğum için hemen bir şiir yazdım:) Öğretmenim şiirimi çok beğenmişti - Türkçem iyi olmadığı için beni cesaretlendirmek için de yapmış olabilir:) - ve törende okumamı istemişti.
Serpil'in 23 Nisan yazısını okuyunca şiiri hatırlamaya çalıştım. Hatırladım da:) Ama sanırım şiirin adını koymamıştım:)) Şimdi koyayım bari:

23 Nisan
23 Nisan bugün, sevinçle coşarız
Heyecanla giyinip, okullara koşarız
Bazı çocuklar bir çiçek, bazıları kelebek
Sanki uçuyorlar, elleri bulutlara değecek
Tören yerine gideriz, bayraklar elimizde
Gösterileri izleriz, sevinç coşku içinde

Çocukların Bayramı :)

Bu kocaman dünyada
Ülke sayısı çoktur
Oysa ki hiçbirinin
Çocuk bayramı yoktur...

Efe'nin 23 Nisan Çocuk Bayramı için, okulda okuduğu şiirin bir kısmı:) İzleyemedim ama eminim tüm coşkusuyla okumuştur şiirini. Tüm güzelliğiyle bir Çocuk Bayramı'nı daha geride bıraktık. Yukarıdaki fotoğraf, Efe'nin arkadaşlarıyla birlikte Dolmabahçe Sarayı ziyareti sonrası çektiğim bir fotoğraf. Çocuklar çok güzel görünüyorlardı. Türk bayrağı renginde giyinmişlerdi, hepsi bir örnek. Cıvıl cıvıllardı. Fırsat bu fırsat hepsini de ayaküstü sıkıştırdım ;0)

Çocuk Bayramı sebebiyle paylaşmak istedim.
Hep çocuk kalmak dileğiyle...

Sevgiyle...

21 Nisan 2008 Pazartesi

Senem'den Karakter Analizi

Piknikten önceki hafta Pazartesi sunumunu Senem yaptı. Senem'in seçtiği konu çok acayipti. Toplantı odasına girdiğimizde Senem'in masanın üzerine bıraktığı 15 sorudan oluşan karakter analizi testlerini bulduk. Birbirimize bakmamak için aramıza beslenme çantalarımızı koyarak testleri çözdük ve notlarımızın açıklanmasını sabırsızlıkla bekledik. Bu sırada örtmen konuşanları tahtaya yazdı, 138 Osman Abi ile 136 Cemal Abi ebelemece oynadı. Oyundan sonra terli terli su içti. Burcu, Dilek'in saçını çekti.

Haftaya veli toplantısı varmış, kötü oldu.

Marjinal Club Pikniğinin Ardından



Geçen haftadan beri okuyorsunuzdur. 12 Nisan Cumartesi günü çok çılgın bir piknikteydik Kilyos'ta. Bütün Marjinal Club organizasyonları gibi bu da çok keyifliydi. Gerçi ben pikniğin son bölümünü pek hatırlayamıyordum :)
İyi ki de pazartesi günü toplantısında, piknikte çekilen videoyu izledik. :)

20 Nisan 2008 Pazar

Bu İnsanlar Nereye Bakıyor?



Bizim mahallede elektrik sık sık kesiliyor. Planlı kesinti değil bunlar. "Cereyan" öyle birden bire, pat diye gidiveriyor ve ne zaman geleceği de belli olmuyor. Böyle durumlarda bile Marjinal ekibi boş durmuyor ve zamanını en verimli şekilde değerlendiriyor. Mesela dolap, çekmece temizliyor, birikenleri atıyor, çok kısa bir süre sonra yine dağılacağını bilse de yaşadığı mekanı topluyor, düzenliyor.

Ne yazık ki işler her zaman yaver gitmiyor. Son yaşadığımız kesinti Eray'ın tam da işten çıktığı an'a denk geldi ve asansörde kalakaldı! Henüz ofisten çıkmamış olan tüm ekip asansör kabininin başında Eray'a moral vermeye uğraşırken, Umut da asansörü çekmesi için apartman görevlimiz Mevlana'nın peşine düştü. Eray kısa sürede "kurtarıldı" ve bu resimler de o maceradan blogumuza hatıra kaldı...

17 Nisan 2008 Perşembe

Şimdilik Genç ve İnce. Ya sonra?



Ofiste genç ve bir o kadar ince olanlar var. Kimler mi? Burcu, Dilek ve Umut. Belli aralıklarla McDonalds, Burger, Kentucky yiyorlar. İştahlı iştahlı. Keyfini bir güzel çıkararak. Bizlerse kedinin ciğere baktığı gibi bakıyoruz, yemiyoruz, direniyoruz!
Peki sonuç ne? Biz hafif toplu:) onlar ince:)) Bu işte bir iş var ama anlayamadık.
Bizden uyarması birgün sizler fotoğraftaki gibi olabilirsiniz. Olmayın hep ince kalın:) Lütfen daha sağlıklı beslenin:)

16 Nisan 2008 Çarşamba

Marjinal Mini Club:)


Yıl 1997 aylardan Nisan…Yaklaşık 11 yıl önce Asuman Hanım ile sürekli telefonda konuşup beni firmalara önermesinin ardından bıktırırcasına kendisini arayıp, yaptığım görüşmelerden olumlu cevap geldi mi diye sorup dururken birden kendimi kendisiyle görüşür buldum ve sonrada Marjinal’e ilk adımımı attım….Tammmmm 11 yıl önce ve hiç hesapta yokken, az daha öğretmen olacakken. Bir gece sabaha kadar düşünüp Marjinal’e mi Bingöl’e gelen tayinime mi gideyim diye düşünüp sabah Marjinal’ e gelerek başlayan bir hikaye..
Tam 5 kişiydik şimdiyse 35 kişiyiz… Hepimiz çocuktuk ama şimdi çocuklu olduk…Kim derdi ki hepimiz bir gün evli barklı çocuklu ve aynı çatı altında olacağız.. Bana deseler inanmazdım. Ne mutlu ki biz birçok insanın bulamadığı dostluğa sahibiz, hiç bir firmanın bulamayacağı kadar sıcak ve büyük bir ekibiz…
Son yıllarda bu büyük ailenin mini mini üyeleri oldu ve içimizi sımsıcak ısıttı. Bunlardan en büyüğü abimiz Efe sonra cimcime Ecem, sonra Kadirizim sonra güzeller güzeli Asya sonra küçük erkeğim Kerem ve hepsinin dostu Gaspar ile Paskal ve yolda olan bir kızımız, bir oğlumuz ve cinsiyetini henüz bilemediğimiz ikizlerimiz ve daha planlananlar…
Uzun bir aradan sonra güneşli bir Nisan günü Marjinal Pikniğinde hep beraberdik ama hepimizin odağı mini club üyeleriydi. Top oynadılar, Gaspar’a şirinlik yaptılar, fotoğraf çektiler, oyuncaklar ile oynayıp bir oyuncağı paylaşamadılar, birbirlerine büyüklük tasladılar ama bazen de öpüştüler, ağlaştılar, yerlerde süründüler, koştular ve hiç yorulmadılar…Bütün gün Sait Bey ve sevgili eşi, Özlem, Serpil, Eda ve ben başta olmak üzere serildik, perişan olduk ama onlarda en ufak bir yorgunluk belirtisi olmadı. Kadirizim ekip başı olunca mini club bir başka oldu. Hiçbiri birbiriyle aynı tepkiyi, aynı oyunu, aynı ilişkiyi, aynı davranışı göstermedi. Aslında küçük ama bir o kadar da büyüktüler. Çok eğlendiler, çok mutluydular…
Bu mutluluğu, sıcak aile ortamında bizlere sağlayan tüm Marjinal ailesine sevgilerimle.
Oğlum halen Gaspar’ı her sabah kalktığında anıyor ve Osman Baba’nın kendisine elma yedirmesini hiç unutmuyor…
Teşekkürler Marjinalclub

Genç Playboy'a Çapkınlık Dersleri!

Çapkınlıklarıyla magazin camiasının gündeminden düşmeyen güzide bekar Umut Ersoy geçtiğimiz hafta Kilyos açıklarında çılgın bir partide boy gösterdi.
Çapkınlık konusunda kimsenin eline su dökemediği bilinen Ersoy, bu sefer ustalarından tüyo almayı da ihmal etmedi.
Ersoy, bükemediğin eli öpeceksin hesabı Apo Bey'in söylediklerini can kulağıyla dinlerken, hemen yanında duran Osman Bey'in "Bizden geçmiş" duruşu gözlerden kaçmadı.
Haberi hazırlayanlar: Burcu&Dilek (Acar magazin muhabirleri)
Fotoğraf: !Neslihan! (Acar fotoğrafçı)

Malum Zorunlu İstirahat Halindeyim...

Merhaba,
Bildiğiniz gibi 28 Nisan'a kadar aranızda olamayacağım ama o zamana kadar tabii ki bekleyemedim, biraz olup bitenleri anlatmak istedim...
Her zamanki gibi bir plan yapıldı ama bazı beklenmedik durumlar çıkınca yeni bir plan uygulanmak durumunda kalındı. İlk plana göre 5-6 Nisan haftasonu AÖF sınavlarıma girecektim (yılan hikayesine dönen bir AÖF-İşletme bölümünde okuma maceram var), 6 Nisan Pazar akşamı da hastaneye yatıp 7 Nisan sabahı ameliyatımı olacaktım. Ne yazık ki, Cumartesi günü uzun zamandır rahatsız olan sevgili Babaannem'i kaybedince biz de apar topar cenaze işleri için Denizli'ye gitmek durumunda kaldık. :(( Böylece benim operasyonum da Salı sabahına ertelenmiş oldu.
Pazartesi akşamı 18.00 gibi hastaneye yatış işlemleri yapıldı. Planlandığı gibi akşamdan bir takım ilaç, sakinleştirici vb. vererek epidüral ile Salı sabahı operasyonu gerçekleştirdiler. Operasyon öncesi verilen kan ürünü biraz alerji yaptı ama "ilaç ilacı döver" misali, onun etkisini giderecek başka birşeyler verdiler ve operasyon öncesi ve sırasında, doktorların emin olmadığı için yaklaşık 1 senedir beklememe yol açan komplikasyonların hiçbiri olmadan operasyon gerçekleşti. :))
Operasyon sonrası ilaçların da etkisiyle bir süre bacaklarımda his yoktu ama kendimi gayet iyi hissediyordum. Ne bir acı, ne de başka anormal hiçbirşey yok... Sadece hastanedeyim, o kadar...Ta ki kolumdan verdikleri serum/ilaç-her ne ise-kesilinceye kadar... İşte o zaman bas zile gelsin hemşire, gelsin kovalar, gelsin tansiyon aletleri... Gece gece biraz hareket yaşattım kattaki hemşirelere :)) Neyse ki sabaha karşı birisinin aklına ilaç vermek geldi de kendimi biraz toparladım.
Neyse, ayrıntılarla daha fazla uzatmayayım, 8 tane işgalci miyom bana 20 cm'lik bir yara izini anı olarak bırakarak başarılı bir operasyonla alındı. 3 günlük hastane misafirliğimin ardından, şimdi evde operasyon öncesi kaptığım grip mikrobum(!) ve ağrılarımla, bir sürü renkli ilaç içerek baş etmeye çalışıyorum. İlaçlar o kadar çok ve çeşitli ki, şaşırmayayım diye bir listem bile var :P Ayrıca hastanede başlayan ve şiddetle devam eden bir kayısı kompostosu yiyip/içme durumu var ki, yakında şeker komasına girmekten korkuyorum... :p
Operasyon öncesinde ve sonrasında arayarak destek veren siz sevgili Marjinal aileme çok teşekkür ederim. Çiçek ve şekerlemeler için de tabi... :))
28 Nisan Pazartesi sabahına kadar kendinize çok iyi bakın,
Sevgiler...

Not: Operasyon sonrası bazı telefonlara pek kendimde olmadan yanıt verdim, kiminle ne konuştum pek net hatırlayamıyorum. Kusura bakmayın ne olur...

Vahşi Batı (*) Sakinleri Piknikte

Zaman, mekan fark etmiyor. Asu, Leylan, Gaspar üçlüsü dönüp dolaşıp bir araya geliyor.


* Bilmeyenler için: Marjinal ofisindeki ikametgahımızın adıdır. :)

15 Nisan 2008 Salı

"Bir İlkbahar Sabaaaahııııı..."

...Güneşle uyandın mı hiiiiiiç? Çılgın gibi koşaraaak, kırlara uzandın mı hiiiç? Nırınınn..." Çocukken pek bir sevdiğim bu şarkıya, geçtiğimiz cumartesi günü klip çektik. Marjinal ailesi olarak o gün çocuklar gibi şendik! Güneşle uyandık, koştuk kırlara serildik. Sonra oğlan çocukları futbol oynamak için kırları işgal edince, biz de kalktık hamaklara yerleştik.
Görüldüğü üzere yüzümüze nur, gönlümüze huzur geldi. Birbirinden enfes yiyecekler, keyifli sohbetler, kahkahalar ve küçük Marjinallilerin keyif çığlıklarıyla dolu bir cumartesi sabahı.. Oyuncaklar yerlere saçılmış, saç baş esen rüzgardan dağılmış, tabaklar doldurulmuş, gözler masada duran ama tabakta kendine yer bulamayan yiyeceklerde kalmış.
Ben de, diyeti bozmanın ve de tabak tabak yemek yemiş olmanın verdiği maddi-manevi ağırlıkla hamağa serilmişim. Sevgili kişisi de futbola yüz vermemiş, başucuma konmuş, beni usul usul ileri geri sallamakta. Ohhhh keyfin bini bin para...
Taa ki sevgilinin içine cin girene kadar... Üşenmedi, oturduğu yerden kalktı, ben "Ay acaba saçlarımı mı okşayacak, yoksa gidip bana yiyemediğim o güzel yiyeceklerden mi getirecek" diye uçsuz bucaksız hayallere yelken açarken, gündüz gözüyle gördüğüm bu düşten beni "düşürerek" uyandırmaya çalıştı.
Yaaaa, yaaaa hayat işte böyle acımasız sevgili blog okuyucuları. Siz siz olun, hemcinsleri futbol oynarken ilgisiz kalıp yanınıza gelen er kişilere karşı önleminizi alın. Vardır bir hikmeti, yandaki fotoğrafla belgelendi işte bizimki.
Yapımda ve yayımda emeği geçen herkese, bu harika piknik için sonsuz teşekkürler eder, sevgiliye de buradan seslenirim:
"Benim şirketimin pikniğinde bana pusu haa, görürsün sen!!"

Bu kadar güzel bir organizasyon bu kadar güzel insanlar....

Hiç bitmesin istedim :) Neyi miiiii ???

Cumartesi günü marjinalliler olarak pikniğe gittik.
Hayatımda gittiğim en keyifli, en güzel, en eğlenceli, en yanıklı, en içkili, anlayacağınız bol "en"li bir piknikti :))
Oyunlar oynadık, güzel mi güzel yemekler yedik, içtik, güldük, koşturduk, yeri geldi çocuk olduk. Anlayacağınız çook eğlendik çok.
Şimdi anlatmaya devam edeceğim, okuyanlar kıskanacak:p Bence zaten resimler herşeyi gayet iyi anlatıyor.
Piknikte bir ilki daha yaşadık. Kuzuuu Asya beni ve Yaso'yu dudağımızdan öpüverdi :))

14 Nisan 2008 Pazartesi

Kabakçiçeği Dolmasının Peşinden



Sevgili arkadaşlarımın piknik maceralarına katılamadım malumunuz. Bu sabah fotoğraflara bakıp, video görüntülerini izleyince çok kıskandııımmm :)
Ancak benim de Cumartesi günüm fena geçmedi. İzmir ilimizin adı gibi kendi de şirin olan köyü Şirince'deydim. İzmir'e her gidişimde ziyaret ettiğim bu köyde, tarihle, doğayla, şarap evleriyle, insan sıcaklığıyla, muhteşem "Ege şivesiyle" ve de mutfağıyla güzel bir gün geçirmiş oldum.
Ancak biraz erken gitmişim :( Adını Yaşar Kemal'in kitaplarından öğrendiğim ve ilk yediğimde çok beğendiğim "kabakçiçeği dolması" için biraz erkenmiş meğer. Mayıs-Haziran gibi gitmek gerekiyormuş. Kim bilir? Belki bir dahaki sefere zamanlamayı tutturabilirim.

13 Nisan 2008 Pazar

Piknik, Piknik...

Bu kadar kısa zamanda bu kadar güzel bir organizasyon için herkese çok teşekkürler:)
Börekler açan, kekler yapan Marjinallilere ve sevgili eşlere; çocukluğumuza geri döndüren Marjinalli çocuklara; Paskal ve Gaspar'a, fotoğraflarımızı çeken Apo, Nesli ve Asya'ya; Rusyalardan Danimarka Votkası getirerek bizi sarhoş eden Nazlı ve Leylan'a; tabii ki tüm organizasyonu koordine eden Yaso ve Osman'a.

Gaspar'dan...


Piknik ile ilgili ilk yazı Gaspar'dan!

11 Nisan 2008 Cuma

"Ben Her Bahar Yeniden Aşık Olurum..."

Sezen Aksu, yazdığı ve bestelediği onlarca güzel aşk şarkısının sırrını, bu sözle ele verir. Eee mevsim bahar vaktidir, aşk kapıya siz isteseniz de istemeseniz de ansızın dayanıverir... Her seferinde yeni birine gerek de yok üstelik. Günlerdir, aylardır belki de yıllardır hep karşımızda gördüğümüz o tanıdık yüz, bahar zamanı bizi yeniden o ilk duygulara salıverir. Sırf bu nedenle de olsa baharın gelişi kutlanmalıdır diye düşünürüm. Sizi, bizi, beni, seni, onu, bunu, şunu kısacası her şeyi daha güzel ve özel kıldığı için.
Ben de bahar temizliği yaparken, biraz da komşuların yardımıyla çok eski bir yazıya rast geldim. Aşkın tövbe tutmadığının öyküsüdür bu yazı:)
...Oysa, O da kurmuştu zamanında - dün gibi hatırlıyor - güzel güzel hayaller, inanmıştı bir artı birin bir edebileceğine. Genç kızlık hayalleri kağıttan kulelerdi, kumdan kalelerdi yaşamının kıyılarında dalgalara teslim olmayı bekleyen. Yıktı geçti büyük büyük dalgalar, "Olsun" dedi. "Sahil uçsuz bucaksız." Çekti kendini azıcık geriye. Yeniden aldı kovasını küreğini eline. Daha iyi kardı harcını, daha sağlam attı temelini - ya da öyle sandı - bu kez... Ancak, yeniden yıkılışını seyretti emek emek inşa ettiği her şeyin. Ne gözleri kurumak bildi, ne de yüreği susmak... Gözyaşlarıyla yeniden kardı harcını. "Benim özüm onun özü olacak, ben nasıl güçlü durduysam o da öyle ayakta kalacak" diyerek. Sandı ki, gözyaşları gibi saf ve katıksız olacak her şey. Lakin bu kez gelen dalga değil, rüzgâr idi... Eserken onun başında kavak yelleri, solurken bir tenin kokusunu bu denli derin, üşümeye aldırmaksızın açarken içini rüzgâra, yığıldı sahilin tüm kumları üzerine.
Ne mi yaptı sonra?
Güç bela kalktı, üzerini silkeledi. Yıllardır oynadığı yere baktı... Kendinden bir iz göremeyince çözdü ipini. Aldı rüzgârı arkasına, savruldu uzak mı uzak diyarlara. Kurtuldum sandı ama yine yanıldı... Geldi buldu onu aynı dalga sesleri, o uzak kıyılarda. Aynı rüzgâr beyaz bir yelkenliyi yanaştırdı bu kez kıyılarına. "Hadi bin geri gidelim, burası değil evimiz" diyor. Binecek, adı gibi biliyor. Yine güveniyor o rüzgara, o dalgalara... Tepe taklak olup bulmasa bari kendini dalgaların kucağında. Çırpmaz bu kez ayaklarını, ben de onu biliyorum...

8 Nisan 2008 Salı

Bir Söz

Dünyada
üç grup insan vardır:
Bir şeyi yapan ve yaratan
"küçük" bir seçkin grup.
Bir şeyin yapılmasını seyreden
"büyükçe" bir grup.
Ne olup bittiğini bilmeden seyreden
"muazzam" bir kalabalık.
Anonim

7 Nisan 2008 Pazartesi

!Neslihan!'dan "Ofiste Sağlık"

Geçtiğimiz hafta pazartesi sunumunu !Neslihan! yaptı. Bizim için seçtiği konu "Ofiste Sağlık"tı.
Günümüzde insanlar günlerinin çok büyük bir bölümünü bilgisayar karşısında hareketsiz geçiriyor. Bunun insan bünyesine bazı olumsuz etkileri varmış. İşte bünyede oluşan bu olumsuz etkilerin en aza indirilmesi için neler yapılması gerektiğini !Neslihan!'dan öğrendik.

“Güneş küsmüş, şavkımıyor ah sensiz, zerdali güzeli gözlerinle bak bana!"

Afedersiniz! Muafiyet sınavı hakkında bir bilginiz var mı acaba? / Kızın, sorduğu soruya bak! Ne bilmek gerekiyor ki? Sınava girip çıkacağız, geçersek İngilizce’den muaf olacağız işte, hayret birşey! (İç sesim böyle demişti onu ilk gördüğümde) / “Kirvem bu yıl bu dağlarda aman..” / Kızılırmak’tan değil mi? Ben de çok severim. (O günden sonra yanında hiç çekinmeden istediğim an türkü söyleyebileceğimi anlamıştım. :)) / Bu soyut resim çalışmalarına “Özgür Fillerin Dansı” diyelim. / Kantinde olay var, biz de gidelim mi? / Kabak tatlısı ile ekmek yersem kilo alabilir miyim? / Bayramda bizimle Lüleburgaz’a gelir misin? / Annem kahvaltı için mekitsa yapmış. / Ne? Machintosh mu? (Bir zamanların en büyük esprisiydi bizim için) / 1-2-3 baaas-çek, hooop-çek.../ Ne yöresi bu? / Gaziantep / Her provayı, her hafta izlemeye geliyorsun da neden ekibe katılmıyorsun? / Damarlarım kısa geliyor, hoplayıp zıplayamam ben. / “Dersim dört dağ içinde” / “Geldiğimizde otlar yemyeşildi ve kuzeydeydi güneş” / Koca Beyazıt Meydanı’nda nereden bulacağız O’nu? / “Öküz olmasın, tren olsun” dedi. / Olamam, o kadar kolay değil. / Çok canım acıyor Nevra. / Boşver be! Üzüldüğüne değmez. Omuzumda ağlama sakın, deri ceketimi kirletirsin! :) (Bunu yüzünü güldürebilmek için söylemiştim, işe yaramıştı, şimdi bile hatırladıkça güler. :)) / “Taşlı Tarla, Pazariçi, Yıldız Tabya, Kaaveelerrr, Kaaveeelerr!” (Edirnekapı-Gaziosmanpaşa minibüs muavinlerinden alınmıştır. ) / Babam geldi, ne yapacağımı bilmiyorum.:( / Sen babanı seviyorsun, işi oluruna bırak. / Er Ryan’ı Kurtarmak? – Eray’ı Kurtarmak? / Konya’ya gidelim mi beraber? Hem Oğuz’u görmüş olursun. / Alo? Oğuz? (Bunu söylerkenki ses tonunu aynen taklit edebilirim hala.) / Şu çekirdekleri biraz yavaş çıtlatır mısınız lütfen! / Size yaprak sarması yaptım, otogardan direkt bize gelin. / Ben yine bağlama kursuna başladım, bu sefer öğrenirim belki. :) / Birkez daha “Dersim dört dağ içinde” / O kadar zor değil bak, alan hesap borçlu, veren hesap alacaklı, bunu kavrarsan muhasebeden geçersin. / Pijamalarını getirdin mi? Bu gece hastanede yatarsak, lazım olur. (Eray diş ameliyatına girmeden önce :)) / Reklamcı olmak için ne yapmak lazım? / Kırmızı botlara yeşil bağcıklar bağlamak lazım /“Şiire gazele, şiire gazele, şiire gazele...” söylesene benim için, ben bu kadar biliyorum sadece. / Ada’ya fotoğraf çekmeye gittik. / Alo! Can I speak to Eray? / Nevraaaa!!! sen misin? Arkadan ezan sesi geliyor? / Kadıköy’deyim, postaneden arıyorum, caminin arkasından. / Sanki oradaymışım gibi hisettim. Çok özledim! / “Güneş küsmüş, şavkımıyor ah sensiz!” /“Zerdali güzeli gözlerinle, bak bana!” / Sürrppriiizzz! / Kızım nereden çıktın sen? / Dayanamadım geldim işte! / Dur bakayım sana, botlar süper, kırmızı değiller ama bağcıkları fosforlu, aferin. / Haydi gidip çekirdek alalım! / Of kim gidecek bakkala kadar? Gidip aldık diyelim, kim çitleyecek? (O günden sonra adımın üşengece çıkacağını bilseydim, bu sözleri hiç söylemezdim. :)) / Oğuz, Elif, Senem bizdeler. Bizde kalacaklar. Merak etme iyi bakıyorum onlara sen yokken. Hem Başar da sevindi. Oğuz’la maç yapıyorlar. (Saksıyı devirip çiçeği kırmıştı haylazlar. :)) / Akşam bizde cümbüş var, annem kabilesini toplamış yine. Okullarında bir müzik öğretmeni varmış. O çalacakmış ben de söyleyecekmişim. Gelsene sen de! / Olur tamam, iş çıkışı buluşuruz. / Buluşalım ama geç gidelim, kısa sürsün muhabbet. Taksim’de falan takılalım biraz, işten geç çıktık deriz. :)/ (Ertesi sabah) Kızım çocuğun sesi ne güzeldi, tam sana göre, hem sana fena bakıyordu, bak demedi deme! / Hadi be sen de!
(Eray haklıydı! Bir gün gelecekti ve ben hakkında böyle konuştuğum o adamla evlenecektim, evlendim de... :))

... bu böyle sürer gider, yazmaya sayfalar yetmez.

Hikayenin ilk cümlesi, 26 Eylül 1996’da söylenmiştir (sınav tarihleri unutulmaz ne de olsa :)) ve çok mutluyum ki bugüne kadar bu hikaye devam etmiştir. Acıda, sevinçte, aşkta, ayrılıkta, özlemde, özetle herşeyde hep vardı Eray ve umarım hep olur...

İyi ki doğmuşşun, canım kardeşim benim...

Not: Başlık için alıntı yapıp detayları vermeden olmazdı. İçimizi yakan bu şarkının şairi Tayfun Talipoğlu, bestecisi de Alaaddin Us’tur. Bir ara söylerim size de. :)

3 Nisan 2008 Perşembe

Gaspar

Gaspar yüksek lisans eğitimi için çalışmalarına hız verdi.

Ülkemin Gariplikleri Bitmez!

Bugün Gaste'de gördüğüm bir yazıdan bazı kısımları sizinle paylaşmak istedim. Yazıyı Leonis Bay adlı bir okur göndermiş. Yazarın cümlelerini olduğu gibi aktarıyorum. Bende Aziz Nesin'lik bir etki yarattı. Bakalım okurken siz neler düşünecek-hissedeceksiniz?

-Yeryüzünde insanlar ya sigara içerler ya içmezler. İçenler, sigaralarını çakmak veya kibritle yakarlar ve bunların bazıları da kanserden ölür. Ama, dünyada demir-çelik haddehanesinde çalışan hiçbir işçinin, sigarasını yakmak amacıyla 600 tonluk press makinesinin arasından emekleyerek geçip 2450 santigrat sıcaklığındaki fırına ulaşmaya çalışırken can verdiği görülmemiştir; Türkiye'de görülmüştür...
- Sivrisinek, bütün dünyada vardır; oralarda da sinek ilacı kullanılır. Ama sivrisinek yutup da midesine kaçan sineği öldürmek üzere ağzına sinek öldürücü sıkmak suretiyle zehirlenip ölen, Türkiye'dedir...
- Dünyanın her yerinde insanlar berbere gidip traş olurlar. Ama hiçbir berber, rahatlatmak amacıyla müşterinin kafasını sağa sola çevirirken adamın boynunu kırıp, onu öldürmemiştir; Türkiye'de öldürmüştür...
- Dünyanın hiçbir yerinde, otoyolda giderken radyoda duyduğu göbek havası eşliğinde göbek atmak için arabayı "sağ şeride çeken" ve az sonra da arkadan gelen arabanın çarpması sonucu ölen bilinmez; Türkiye'de bilinir...
- Nüfus sayım günü sokağa çıkma yasağı nedeniyle bomboş otoyolda (dünyanın hiçbir yerinde böyle bir şey yoktur ve olamaz) sayım görevlisi "bariyerlere" çarpıp ölmez; burada ölür...
- Dünyanın hiçbir yerinde aynı işyerinde biri gece biri gündüz vardiyasında çalışmakta olan ve her ikisi de "mobilet" kullanan bir baba-oğul, ev-iş arası yolculuklarında aynı kavşaktan geçerken birbirlerine selam vermek için ellerini kaldırınca çarpışıp ölmezler; bu da burada olur...
- Dünyanın hiçbir yerinde gemi mühendisi kazanı kontrol etmek için kazana girdiğinde biri gelip kazanın kapağını kapatmaz ve sonra da gemi yola çıkmaz; bizde olur...
- Dünyanın hiçbir yerinde bir adam ayakkabısına kaçan taştan kurtulmak için elektrik direğine yaslandığında, yoldan geçen bir başkası, onu elektrik çarptığını sanarak, kurtarmak amacıyla kafasına kürekle vurarak öldürmez; ama maalesef bizde öldürür...

2 Nisan 2008 Çarşamba

Kum, Ateş, Cam, Arkadaşlık, Paylaşmak

Merhaba Arkadaşlar,
Gecikmeli de olsa, Cam Ocağı maceralarımızı Marjinal Club okuyucularıyla paylaşmak bana düştü:) Geçtiğimiz haftalarda bir pazar günü Riva Deresi kıyısında bulunan, yeşillikler içinde, sessiz ve sakin Cam Ocağı Vakfı'nın yolunu tuttuk. Eşli, çocuklu, kardeşli, kuzenli, arkadaşlı... cümbür cemaat keyifli bir gün geçirdik.
Neler mi yaptık?
Kadıköy'de buluşup Vakfın sunduğu servis hizmetiyle tıngır mıngır Beykoz yollarını tuttuk. Yolda giderken inek, at, martı ve leylekleri görüp, hayatımızda hiç görmemiş gibi hayretle camlara yapıştık. Şehrin içinde her şeyden habersiz yaşadığımızdan doğaya çıkınca kendimizi kaybettik:) Yolculuk Efe'nin ilginç soruları ve tepetaklak video çekimi ile geçti benim açımdan. Spider Efe ve Spider Sefer'in yaptıkları SpiderMan hareketi de, kahkahalarımız içinde unutulmaz bir an oldu.
Cam Ocağı Vakfı'na vardığımızda yolculuk yorsa da doğanın vermiş olduğu enerji ile yeniden kendimize geldik. Nadya ve Edoşlarla orada buluştuk. Asya'cığı annesi getirmediği için biraz üzüldük tabii :(
Sunumun ardından direkt olaya giriştik. Fotoğraflardan da göreceğiniz gibi camı önce çizdik sonra kestik ve en sonunda şekil verdik. Ridade ve Eray'ın ilginç figürleri, Sefer Enişte'nin Beşiktaş tutkusu, Nazlı Gelin'in sistematik şekilleri, Yasemin'in düzgün kareleri, Nevra ve annesinin ortaklaşa çalışmaları ve Efe'ciğimin İpek aşkını cama dökmesi sizlerle paylaşabildiklerimin bazısı...
Riva deresi kıyısında yemek yedikten sonra bahçede bulunan camdan sanat eserleri önünde fotoğraf çektirdik. Sonra doğruuu boncuk atölyesine! Teknik açıdan karmaşık ve beceri gerektirse de bir defa yapınca bir daha yapmak istedik. Çıkışta da boncuklarımız bizlere hediyeydi. Mutlu olduk...

Beden Perküsyonu için toplandığımızda "biz ne yapıyoruz?" dedim ama tadına doyulmaz bir maceraydı. Eğitmen Tuğay bey, "beden perküsyonu"nu şöyle tanımlıyor; eller, ayaklar ve tüm bedenin bir vurmalı enstrüman olarak kullanıldığı eski ve özel bir alan... Bummm bum bummshak... Çok ısrar ederseniz belki sizin için bir gösteri yapabiliriz:)
Yaptığımız sanat eserlerini topluca ofise gelmesini istemistik. Aradan yaklaşık bir hafta geçince sabırsızlandık ve günlerden bir gün koca bir paket geldi... Paketi açışımızı ve birbirimize nasıl gösterdiğimizi görmeliydiniz. Harikaydı:)

Efe&Nazlı ve Serpil&Sefer dörtlüsünden bir futbol takımı çıkar mı? Çıkar:)
Elini camdan kesen, ateşten yakan olmadı mı? Oldu:)
Herkes eğlendi mi? Evettt ;0)

Unutmadan, kolajlar powered by !Nesli!.
Teşekkürler Nesli'cim.

Sevgiyle,
Serpil