29 Eylül 2008 Pazartesi

"Can"

Merhaba, benim adım Can!
Efe abimin ailesine yeni katıldım. Bana çok güzel bir yuva aldılar. Keyfim yerinde. Efe abimle çok iyi anlaşıyorum. Bazen beni çok sıkıştırıp mıncıklıyor ama çok iyi anlaşıyoruz. Serpil annemin bana alışması biraz zaman aldı. Bugün kahvaltımda çok süper bir havuç ziyafeti vardı. Yavaş yavaş tırtıkladım:) Evdeki eşyaları kemirmeyeceğime söz verdim. En sevdigim uykuya daldığım yer Efe abimin kucağı.
En yakın zamanda Marjinal'i de ziyaret edeceğim.
Tabii Gaspar arkadaşım beni korkutmayacağına söz verirse. ;p

26 Eylül 2008 Cuma

Marjinal Porter Novelli İyi Bayramlar Diler :)


Bayram Kurabiyelerimiz!


Az önce elimize bir paket ulaştı. Merakla paketi açıp baktığımızda bu güzel kurabiyelerle karşılaştık. :)) Sevgili Ayşegül Topoğlu Tüzün ısrarlarımıza dayanamamış olsa gerek, bu güzel kurabiyeleri bayram hediyesi olarak yollamış. :)) Ayşegül Hanım'a teşekkür ediyoruz! Bu güzel kurabiyeleri afiyetle yemeden önce sizlerle de paylaşalım istedik.

Daha fazlası için www.ayseguluntatliruyasi.com 'a bakabilirsiniz :)

Uğultulu Tepeler


Yarım saat önce başlayan fırtına herkese korku dolu anlar yaşattı.
Etrafta uçuşan camlar, pencereler, saksılar, arabalar sokaktakilere tehlikeli anlar yaşattı. Tam o esnada mutfak penceremizde dışarıda kalan büyük saksı çiçeğimizi görünce kurtarma çalışması başlattık. Nevra mufak kapısını tuttu, Serpil camı açtı, Umut saksıyı kavradı ve birlikte çiçeği kurtarmayı başardık.
Nazlı ve Eray yerlerinde sallandıklarını iddia etse de kimse onlara inanmadı.
Valilikten şehri tahliye edin anonsu bekliyoruz.

Şaka maka umarım kimse bu fırtanada zarar görmemiştir.

25 Eylül 2008 Perşembe

Filmekimi Biletleri Satıştaaaa!!!



Bu yıl da Filmekimi zamanı yaklaşıyor. 22 Eylül Pazartesi akşamı 8 İstanbul'da basın toplantısındaydık ve fragmanları izleme şansı yakaladık. Bu yıl da çok güzel filmler var vallaha:)
Bir de Nokia Nseries Kısa Film Yarışması'nın duyurusu yapıldı. Bakalım bu yıl hangi filmler kazanacak, merakla bekliyoruuuuuzzzzz.....

23 Eylül 2008 Salı

Elimizde Olmayan Nedenlerden Dolayı Yayınımıza Ara Verilmiştir:)

Dün akşam blogumuza bir video yükleyeyim dedim. Bu video icin de video paylaşım platformu "dailymotion"u kullandım. Çok enteresan bulduğum bir çalışmaydı bu.

Video, Noah Kalina adında bir abinin 6 yıl boyunca hergün kendisini çektiği fotoğraflardan oluşan bir klipti. Klibin sonunda 6 yıl içerisinde bir insan evladının nasıl çöktüğünü gözlemliyordunuz.

Sabah gelenler videoyu seyretti. Ancak seyretmekte gecikenler, video yerine boş beyaz bir ekran gördüler. Çünkü siteye erişim engellendi. Belki birgünbu siteye yeniden erişiriz diye videoyu kaldırmıyorum.:)

Bu arada Noah Kalina'nın değişimini merak ediyorsanız kendi web sitesinden takip edebilirsiniz; tık

Merhaba :)

Biz Deren ve Duygu yeni katıldığımız Marjinal ailesine bir merhaba diyelim dedik. Önümüzdeki günlerde fiilen de ziyarette bulunmayı diliyoruz :)

21 Eylül 2008 Pazar

I Just Woke Up In A City That Doesn't Sleep:)


Efendiiiiiiiiim, gunaydinlar olsun:)))

20 Eylul Cumartesi sabahi saat 6:30'da kalkip yollara dokuldum ve 14 saatlik bir yolculugun ardindan nihayet New York'a vardim. Misil misil uyumayi planladigim ucakta gozumu bile kirpmadan yol alinca, bu sehirle tanistigimda maalesef allahima yan bakar bir haldeydim. Kibar kent imis zira, halimi yuzume vurmadi hatta bana sicak(!?) bir ilgi gosterdi. Oyle ki Manhattan'da arkadaslarla bulusmaya giderken zenci bir gencimiz (muhtemelen 16 yaslarinda) arkamdan bana soyle seslendi:

- Lady, lady!!!.... Excuse me!.... Sex? I love you!

Aman dedim ne sicakkanli New York insani yarabbii!?? Tam iki adim attik Nilaycigimla birlikte, bir yoldan (henuz hangi sokaktayim, numarasi nedir vs bilemiyorum tabii) karsidan karsiya gececegiz. Kirmizi isik yandi, durduk. O esnada bir baska zenci (bunun yasi daha buyuk), elindeki poseti sallamak suretiyle ustumuze yuruyup, bize:

- Sizin yuzunuzden dusurdum ben bu poseti!! Ne bakiyorsun be cirkin suratinla bana!??
!!@&6zz%! !!!

mealinde avazi ciktigi kadar bagirdi. (Hay yarabbim, sen git mahallenin delisini bul!) Adam daha baska seyler de dedi muhtemelen lakin ben panik haliyle bu kadarini idrak edebildim. Simdi indirecek poseti kafamiza diye endiseli gozlerle bir adama bir isiga bakarken nihayet yayalara yesil yandi ve isik hiziyla olay yerinden uzaklasabildik.

Sonrasinda ise karsidan tanidik bir sima geldi ve cocukluk arkadasim Bora'yla bulusmayi basarabildik. Bryant Park'ta bir seyler atistirdik ve ben ucak yolculugunun beni yeterince sersemletemedigi kanisina varmis olmaliyim ki Marrriot Oteli'nin tepesinde birer kokteyl icmeyi teklif ettim. Lakin bu teklifi yaparken gidecegimiz yerin 48. katta ve doner bir restoran oldugunun farkinda degildim. Ekspres asansore binip icimiz cekilerek yukari ciktik, uzunca bir kuyruga dahil olduk vs derken en sonunda bir masaya oturduk. Tam karsimda basta Chrysler binasi olmak uzere bir suru gokdelen. Hepsinde isiklar yaniyor, bazilari bos bazilarinda ise insanlar haril haril calisiyor. Ben pek keyifliyim ve icki soylemek derdindeyim. (ve de hala oturdugum yerde dondugumuzun farkinda degilim.)

Ne icecegime karar verip kafami monuden kaldirmamla ve Chrysler binasini biraktigim yerde bulamamakla birlikte aci gercegi tokat gibi yuzume yedim. Donuyoruz! Benim zaten durdugum yerde basim donuyor yorgunluktan, asansorde de bir fena olmusum, bir de gozumun onunden sehir kayinca "ay bana bir seyler oluyor" diyerek gecenin uzun soluklu olmayacagina dair acik ve net bir mesaj verdim arkadaslara. Ickilerimizi bitirdik, asansore yoneldik ve de midemiz daha fazla bulanmasin inerken diye her tarafi cam olan asansorde kapiya bakarak inmeye karar verdik. Kalabalik bir grupla bindik asansore, ben hemen "Yahudiyim ve aglama triplerindeyim" dercesine kapinin onunde yerimi kaptim, kafami da one egdim metin olmaya calisiyorum.

Inis basladi, bosluga duser hissiyle icimiz kalkti derken 3. kata geldik ve kapi acildi. biri indi, geri kalan herkes duruyor. Ben de "oh uc kat kaldi, bitiyor" diyerek hem kendimi hem de Nilay'i teselli ediyorum. Ancak ne yazik ki, yaniliyoruz ve kapinin kapanmasiyla birlikte yeniden yukari cikmaya basliyoruz.

Megersem 3. kat son durak imis ve de benim ruhumu teslim etmem icin Allah New York'ta bir otel asansorunu uygun gormus. Ikinci denemede asansorden inmeyi basariyoruz ve kalabalik sokaga karisiyoruz. Eve donus yoluna geciyoruz ve nihayet "home sweet home" diyerek yatagima kavusuyorum. 11'e dogru yani Turkiye'de uyandiktan tam 24 saat sonra daldigim tatli uykudan ise sabah 5'te uyaniyorum. Yaban ellerdeki ikinci gunume de boylece baslamis oluyorum. Simdi dayanamadim Nilay'i uyandirdim. Kocasi da uyaninca hep birlikte yollara dokulecegiz.

Bakalim daha neler gorecegiz:)

Bir iki fotograf cektim ama onlari henuz bilgisayara yukleyemedim. Sizlere simdilik Bora'nin Rockefeller binasindan cektigi genel New York silueti ve Empire State ile veda edeyim.

Hepinize sevgiler ve kocaman opucukler!

20 Eylül 2008 Cumartesi

yorumsuz:)


Fill in the blanks!

-bir özeleştiri-

Vazgeçilmezler de müruru zamana uğruyor. Bugün benim için vazgeçilmez olan arabamın arka camından 20 yıl geriye baktığımda kendimi öğrencilik yıllarımın vazgeçilmez aracı belediye otobüslerinde görüyorum. Hemen siyah beyaza dönüşüveren geçmişimden bu tabloda “Boşlukları dolduralım, beyler!” cümlesi çınlıyor kulaklarımda. Bir de “Basamakta durmayın, otomatik kapu çarpar” yazısı vardı ki, yıllarca okumuş, kapu’yu neden öyle yazmışlar diye merakımdan çatlamış, cevap bulamamıştım. Eskiler hatırlayacaktır. Neyse, konuyu saptırmayalım, “İlerleyelim beyler!” (neden hep “beyler”dendiğini de kimse sorgulamazdı; daha kendi halinde, kabullenici bir toplumduk) diyen şoförü duyar duymaz sıkışır, özellikle biz kızlar kendimizi sapıkların gökte arayıp otobüste buldukları pozisyonlara sıkıştırırdık.

Bilemezdim tabii, otobüs şoförunun verdiği boşlukları doldurma komutuna yıllar sonra sürücü olarak da harfiyen uyacağımızı. Bu kadar mı yer eder beynimize?

Her sabah köprü trafiğinde yaşadığım eşsiz deneyimlerim, bana o eski otobüslerde duyduğum komutları hatırlatıyor. Türk insanı, trafik marifetiyle ilerlemenin gerçek anlamını kavradı adeta.. İlerliyoruz! Her sabah ilerliyor, her akşam aynı yollardan geri ilerliyoruz. Arka arkaya akmaya çalışan uzun kuyruklarda boşlukları doldura doldura ilerlemeye çalışıyoruz. Binlerce arabanın köprülere akın ettiği ana arterlerde hareket halindeki iki araç arasında nizami boşluk bırakanlar hemen cezalandırılıyor! O boşluğu dolduruveriyor yan şeritteki araç. Önünüzdeki araçla aranızda 50 santimden fazla boşluk olursa arkadaki şoforün korna çaldığını duyuyorsunuz: tercümesi şudur: “Boşlukları dolduralım! İlerleyelim Beyler!” Boşlukları doldurma fantezisi o kadar yer etmiştir ki, kendi şeridi nispeten daha hızlı ilerleyen aracın şoförü bile sizin yanınızdan geçerken önünüzü boş görürse bunu vazife addeder ve hemen kapatıverir arayı. Sonra pişman olup, döner, o başka. Vazifesini yapmış olmanın rahatlığı vardır bir kere.

O sıkışıklıkta bir de aç fakirin karşısında buğusu tüten yemek gibi duran emniyet şeritleri vardır. Bomboş. Ne amaçla boş bırakıldığı bir anda hafızalardan silinir; önüne geçemediğimiz bir dürtüyle direksiyonlar kırılıverir emniyet şeridine. Boşlukları dolduralım beyler! İlerleyelim. Haset gözlerin yanından, tüy hafifliğindeki vicdanlarımızla ilerleriz emniyet şeridinden. EDS vız gelir. En Dürüst Sürücü demek değil ya, hem kaç paraysa veririz, gerekirse.

Gözetmen olarak girdiğim bir sınavda, öğrencinin defterinden bir iktisat profesörünün yazdırdığı ders notlarını okuyorum: “Devlet teşviklerinden yararlanmak ticari kurumlara verilen en verimli fırsatlardan biridir. Nasıl ki sıkışık trafikte emniyet şeridinden giderek zaman kazanırız, bu teşviklerle piyasadaki rekabette kendimize yer bulmamız kolaylaşır.” İlerleyelim beyler! Eşikaltı mesajları kara bir hayalet gibi o defter sayfalarından yükselerek önüme dikiliveriyor.

Fill in the blanks... İngilizce derslerimiz de bu ideolojinin yayılmasında üzerine düşen rolü yerine getirmiştir. Bu boşluğu şimdiki zamanla mı doldurmalı, gelecek zamanla mı?

Şimdi biliyorum ki, araba kullandığımızda sadece gelecek zamanı düşünerek şimdiki zamanı atlıyoruz. Yalnızca hedef noktaya varmayı düşünmekten, yolda olan birçok şeyi kaçırıyoruz. Bir şey bizi zorla durdurana dek yalnızca gelecek zamanda varacağımız o noktayı düşünüyoruz. An kaçıyor. An’ı yaşıyamıyoruz. Yürüyenler ise şimdiki zamanı tüm getirdikleriyle hisediyor. Bastıkları taştan, yüzlerine vuran rüzgardan, yağan yağmurdan, karşılaşıp konuşma fırsatı buldukları insanlardan, simitçiden aldıkları simitten şimdiki zamanı kokluyor, şimdiki zamanı yaşıyor. Biz araç sürücüleri, işe gidiş-dönüş trafiğinde, Şahin’le Grand Cherokee arasında değişen markalardaki araçlarımızla ne şimdiki zamanı ne gelecek zamanı yaşıyoruz. İki zamanın arasındaki boşluk olarak kalıyor trafikte kaybedilen zaman. Biz araç sürücüleri, kayıp zaman kipinin insanlarıyız.


Boşlukları dolduruyor, gelecek uğruna daha yaşanmadan geçmişe atılan binlerce kayıp saati doldurmanın imkansızlığını umursamazca ilerliyoruz...

Boşlukları dolduruyor, alabildiğine tüketime odaklı yaşamımızın bir diğer simgesel sahnesi olan o metropol trafiğinde bir iki araba kar etmenin sarhoşluğuyla zamanımızı, yakıtımızı, kas gücümüzü, sinirlerimizi tüketmeyi umursamadan yeniden tüketebilmek için para kazanmaya ilerliyoruz…

Marjinal Kızları!














































Gecenin belki de en sık tekrarlanan cümlesi olmuştur "Marjinal Kızları"...
Evet, Marjinal Kızlarıyız:) Ve bu kadar kız (bayan) bir arada sevgi dolu çalıştığımız için mutluyuz ve gururluyuz... Kıskananlar çatlasın ;p

Not1: Keşke tüm kızlar aynı karede bir fotoğrafımız olsaydı...
Not2: Lale'cim keşke sen de bir fotoğraf çektirseydin:(

19 Eylül 2008 Cuma

Canım Benim :)


Fotoğraf için öyle sıkı tutmuşum ki, kıpırdamaya fırsat bulamamış :)

Ve Tanrı Kadını Yaratınca...


Karizma, cool'luk, artizzzlik uçaaaaar gider:))

Marjinal Porter Novelli Gecesi

Photo :(left to right) Alican-Osman-Apo-Merto-Batu-Cemal-Umut

Marjinal Porter Novelli gecesinin ENLERİ
En yakışıklı MPN erkekleri : Umut, Batu
En iyi kıyafet : Apo
En En En : Cemal
En yeni baba : Merto
En cool MPN erkeği : Alican
En Happy man : Osman
En Eğlenceli MPN grubu : Marjinal Porter Novelli Erkekleri :)))))))))))))
En resimde olmıyan : Sato-Sait :))))))))))))
Gecenin EN çok konuşulan grubu MPN erkekleri:(((((((

17 Eylül 2008 Çarşamba

Başkanımız İstanbul'da

Bildiğiniz gibi geçen Temmuz ayında Osman Abi, Batu ve ben global ortağımız Porter Novelli'nin New York'ta bulunan genel merkezine uğramıştık. O gün kendisiyle toplantı yaptığımız başkanımız Helen Ostrowski'yi bu kez biz İstanbul'da ağırladık. Kuruluşumuzun 15. yılını kutladığımız ve Porter Novelli'yle global ortaklığımızı açıklayacağımız bu günde bizim yanımızda oldu. Bu önemli gün için Inge Kauer'in Hollanda'dan gönderdiği çicek bizi çok mutlu etti.:))))

As you know, Osman, Batu and I visited the New York office of our global partner Porter Novelli in July. Today we had the chance to host Helen Ostrowski, the Chairman of PN in Istanbul, whom we met that day. She joined us to celebrate our 15th anniversary and announce our network membership to Porter Novelli. Inge Kauer, EMEA Regional Director of PN in Holland sent us flowers and made our day!

15 Eylül 2008 Pazartesi

Vay şu Atlas'ın başına gelenler!


Geçen yıl ineklerin etrafı şenlendirdiği Cowparade'in ardından bu yıl da Shoe-Art İstanbul 2008 yarışması düzenleniyor. Heryerde karşınıza çıkabilecek bu ayakkabı tasarımlarının kimisi yaratıcı, hoş, kimisi ise bence çok sıradan...

Bir alışveriş merkezinde gördüğüm ve çok hoşuma giden bir tasarım var ki o da Advantage Rouge'a ait. Hem Rouge'u çok iyi ifade ediyor, hem çok sade, hem de felsefik diye düşünüyorum.

Ne dersiniz?

12 Eylül 2008 Cuma

Sevinç'ten Çifte Sevinç:)



Dün Sevinç'i Marjinal ekibi adına ziyarete gittik. Hepimizin tebrik ve iyi dileklerini ilettik.

Hani Sevinç diyince gülüşü aklınıza gelir ya en azından benim geliyor:) Sevinç o şekilde keyifle gülüyordu. Herşey yolundaydı, mutlu bir anneydi. Hepimize selam söyledi. Ancak bir konuda elimiz boş döndük. Bebiş fotolarını çekemedik. Duygu ve Deren daha iyi beslenmek için bakımdalardı. Eee kolay değil anne karnında ikizlerin tam anlamıyla beslenmesi:) Sanıyorum annelerinin yanına bugün itibariyle geldiler. Kavuşma anı çok duygusal olmuştur eminim. Marjinal ailesi olarak Sevinç, Volkan, Duygu ve Deren ailesine sevgilerimizi blogumuzdan da iletiyoruz. En kısa zamanda babadan bloga girilmiş bebiş fotolarını bekliyoruz ve Bebişler serpilince Marjinal'e gelsin diyoruz:))

11 Eylül 2008 Perşembe

7 Eylül 2008 Pazar

Şimdi Okullu Olduk, Sınıfları Doldurduk!















Sevinçliyiz hepimiz , yaşasın okulumuz...
Efe okula başladı. Artık hayata atıldı diyebiliriz. Efe'nin en şanslı olduğu konu da birçoğunuzun bildiği gibi babasıyla aynı okula gidiyor olması:)
Darısı diğer Marjinal bebişlerinin başına. ;p

5 Eylül 2008 Cuma

Human Race: İstanbul Dünya ile Yarışıyor!


Geçtiğimiz pazar Nike (nayki) sponsorluğunda dünya çapında Human Race koşusu gerçekleştirildi. Fotoğrafı da bir iki hafta önce İstinye Park Alışveriş Merkezi'ndeki kampanya standında çekmiştim ama ancak paylaşıyorum.

Araştırmadım ama muhtemelen "Race" kelimesini hem yarış hem de nesil, ırk, soy anlamında kullanmışlardır. Bizim Turkish "Race" de uyuyadursun bakalım:)

Dila Hanım


Demiştim size, bizim kızın adı ya türkülerden ya da Türk filmlerinden çıkacak diye. Sıradaki adayımız “DİLA”.
Annesinin en çok sevdiği 2. Türk filmidir kendisi. Bir Türkan Şoray ve Kadir İnanır klasiğidir.
Aşk uğruna ölümü göze alan Dila Hanım ile Karadağlı Rıza Bey’in aşk hikayesidir ve Necati Cumalı eseridir. Özellikle de Cahit Berkay’ın bestelediği muhteşem müzik eşliğinde son sahnesinde oynanan zeybek beni benden alır. Bu filmi yıllardır kaç kere izlediysem her seferinde aynı lezzeti bırakır bende ve birçok filmi olduğu gibi bunu da replikler anlamında ezbere bilirim.
Eskiden beri ne zaman izlesem, son zeybek sahnesinde evdeki herkesi susturup, sesi sonuna kadar açar ve müziğe eşlik ederim. Bunda Egeli olmanın katkısı nedir bilemiyorum. Ama hiçbir zaman bir kızım olursa adı “Dila” olsun dememiştim. Tatilde, Fırat Özken bebiş için hazırlanmış bloğu okurken, Aras’ın kardeşi için isim önerilerinden birinin (o zamanlar cinsiyeti bilinmiyordu) Dilara olduğunu okumuştum. Şimşekler o an çaktı. Aklıma “Dila” geldi. Hemen Cemal’e mail attım. “Dila” bizim adaylardan, sakın kapmayın :)
Cemal de çok güzel diye yazmıştı o zamanlar.
Bu olaydan bir iki gün sonra yine isim düşünürken, ederken, otelde tv’yi açtım ve Moğollar konseri olduğunu gördüm. Gençliğimden beri ne zaman bir şarkıya, kelimeye takılsam hemen ya radyoda ya tv’de bir yerde karşıma çıkar zaten. Yine öyle olmuştu. Bülent’e dedim ki: “Sıradaki Parça Dila Hanım olacak bak görürsün.” veeee evet aynen dediğim gibi oldu. Bu da mı bir işaretti bilemiyorum. :)

Dila Hanım ile ilgili aynı hisleri paylaşan başkaları da varmış benim gibi, bakalım ne demişler:
- finali çok etkileyicidir. kaç kez izlediğimi hatırlamıyorum bile. her defasında aynı keyfi aldığım filmlerden...
- sevmek, ugruna ölmek gibi zamanımıza aykırı hatta çoğu insana
banal gelen konuların işlendiği bir kadir inanır- türkan şoray klasigi tabi ki cahid berkay imzalı bir müzik ve kadir inanırın kurşunu bekleyerek oynadıgı zeybek kalmıs gözümün önünde bir de son sahnede ellerinin birlestigi an
- naçizane fikrimce türkan şoray'ın en güzel olduğu, kadir inanır'la en çok yakıştıkları filmdir. bir hızma bir kadına bu kadar mı yakışır, öfke bir yüze bu kadar mı güzel yansır ve bir adam sevdiği kadına arkasını dönüp "hadi vur" dercesine bu kadar mı güzel dans eder... hiçbir filmde türkan şoray bu kadar güzel, kadir inanır da bu denli yakışıklı olmamıştır. sanırım en güzel yaşlarına rastlayan filmlerden biridir. hele ikisinin karşılıklı zeybek oynadıkları bir sahne vardır ki; iki insan birbirine ancak bu denli güzel bakabilir.
- bu filmi izleyen genç kızlar daha sonra büyüdüklerinde kızlarının ismini
dila koyarlar.
- her bir karesi ezbere bilinse de bir sonraki sahnesi heyecanla beklenen, her izleyiste programlanmiscasina hungur hungur aglatan, insanda 'imkansiz bir ask yasasam da tam kavustugumda oldurulsem' istegi uyandiran, 'ask boyle birsey olmali' dedirten guzide film..

Komplo Teorisi Değilmiş...

Dedektiflerimiz çalıştı çabaladı ve bir komplonun yapılışını sizler için an be an görüntüledi...

4 Eylül 2008 Perşembe

Yorumsuz...



SERESERPE
Uzanıp yatıvermiş sereserpe
Entarisi sıyrılmış hafiften
Kolunu kaldırmış kolluğu görünüyor
Bir eliyle de göğsünü tutmuş
İçinde kötülük yok biliyorum
Yok, benim de yok ama
Olmaz ki
Böyle de yatılmaz ki

Orhan Veli Kanık

3 Eylül 2008 Çarşamba

Marjinal Hatırası :)


Sevgili Marjinal ailesi,
Aranıza katılışımızın 1. yılında, blogumuz aracılığı ile, ilk günden bugüne dek en zor anlarda verdiğiniz destek, en keyifli anlarda gösterdiğiniz yakınlık, en soğuk günlerde gösterdiğiniz sıcaklık, en sıcak günlerde verdiğiniz ferahlık... (biz bunu akşama kadar sürdürebiliriz) için hepinize teşekkürü borç biliriz...

Küçüklerimizin gözlerinden, büyüklerimizin ellerinden öperiz...

Nesliş & Senoş

2 Eylül 2008 Salı

Bebişe İsim Önerisi:) Yorumlarınız lütfen:)


Marjinal Değişiyor!


Bahçeşehir'deyken...




Haftasonu Sevgili Osman bey ve Belgin hanım bizi (Sezer ve ben) evlerine davet ettiler... Uzuuuuuuunca ve dolambaçlı(!) bir yol katettikten sonra Bahçeşehir'in, "şehrin HAYHUY'undan uzak" (Cem Yılmaz'ın son oyununu izleyenler ne demek istediğimi anlayacaktır :D) güzide sitelerinden birine ulaştık... Herşey çok güzeldi.. Osman bey'le birarada olup eğlenceli ve keyifli vakit geçirmemenin imkanı zaten yoktu, bir de buna dünyalar tatlısı eşi Belgin hanım da eklenince vaktin nasıl geçtiğini anlayamadık... Birkaç fotoyu sizlerle de paylaşmak istedim... Bu arada Şehnaz'ın çanta ve terlik aşkına çok güldüm... :))

1 Eylül 2008 Pazartesi

Şimdi Okullu Olduk

Bu yıl iznimi biraz geç almış bulundum. Sezon itibariyle nispeten daha sakin sayılabilecek (aslında yazarken düşünüyorum da yine pek öyle değildi galiba:)) bir tatil geçirdim. Dün sabah İstanbul'a indiğimde havanın kapalı olması ve uzun zamandır ilk defa üzerime ince bir kazak giyme ihtiyacı hissetmem, benim de sezonu kapatıp gelmemle birlikte iyice kış geldi izlenimi yarattı bende.
Havanın da etkisiyle yorganıma sarılıp saatlerce sıcacık uyudum. TV'de ramazan ayı haberleri (hep kışın olurdu bu dönem sanki:)), bugün ilkokulların açılacak olması bana da sanki bugün yeni birşeye başlıyormuşum hissi verdi. İlkokul deseeem değil - nefret ederdim okuldan. Hergün gitmemek için ağlardım, eski komşularımız hala bahsederler beni gördükçe. Ortaokul ve lise olabilir belki. Üniversite de pek öyle olmazdı. Genelde ilk hafta ekilirdi çünkü kayıt var ders seçme var zaten bizim okul nedense hep Perşembe açılırdı, biz de hep pazartesi başlatırdık okulu.
Aslında tam 2 yıl önce Marjinal'de işe başlamıştım. O daha yakın bir heyecan, e yine bugün buraya başladığımı düşünürsek sanırım ondan kaynaklanıyor olabilir. Büyüdük 2 yaş hep birlikte, ne de güzel oldu:)

Bu arada Asyacan da bugün okula başladı. Daha herşeyin çok başında. Ders çalışmanın, çalışamıyorum diye ağlamaların, karnemde hepsi pekiyi hani benim bisikletim ya da zamane çocuğu Vespa'm:), öğretmenimi arkadaşlarımı çok seviyorum ya da nefret ediyorumların, eteğini kıvırmaların (valla ben hiç yapmadım, kendi zaten çok uzun değildi:)), okulu kırmaların, eğlenmelerin vs vs vs... Oooo Eda yandın valla:)

Not: Yazıyı planlamadan, giriş gelişme sonuç taslağı oluşturmadan yazdım. Cümleler anlamsız ve örnekler gereksiz gelebilir. Ben umursamıyorum, siz de öyle yapın:)

İyi ki Doğdun Gaspar