20 Eylül 2008 Cumartesi

Fill in the blanks!

-bir özeleştiri-

Vazgeçilmezler de müruru zamana uğruyor. Bugün benim için vazgeçilmez olan arabamın arka camından 20 yıl geriye baktığımda kendimi öğrencilik yıllarımın vazgeçilmez aracı belediye otobüslerinde görüyorum. Hemen siyah beyaza dönüşüveren geçmişimden bu tabloda “Boşlukları dolduralım, beyler!” cümlesi çınlıyor kulaklarımda. Bir de “Basamakta durmayın, otomatik kapu çarpar” yazısı vardı ki, yıllarca okumuş, kapu’yu neden öyle yazmışlar diye merakımdan çatlamış, cevap bulamamıştım. Eskiler hatırlayacaktır. Neyse, konuyu saptırmayalım, “İlerleyelim beyler!” (neden hep “beyler”dendiğini de kimse sorgulamazdı; daha kendi halinde, kabullenici bir toplumduk) diyen şoförü duyar duymaz sıkışır, özellikle biz kızlar kendimizi sapıkların gökte arayıp otobüste buldukları pozisyonlara sıkıştırırdık.

Bilemezdim tabii, otobüs şoförunun verdiği boşlukları doldurma komutuna yıllar sonra sürücü olarak da harfiyen uyacağımızı. Bu kadar mı yer eder beynimize?

Her sabah köprü trafiğinde yaşadığım eşsiz deneyimlerim, bana o eski otobüslerde duyduğum komutları hatırlatıyor. Türk insanı, trafik marifetiyle ilerlemenin gerçek anlamını kavradı adeta.. İlerliyoruz! Her sabah ilerliyor, her akşam aynı yollardan geri ilerliyoruz. Arka arkaya akmaya çalışan uzun kuyruklarda boşlukları doldura doldura ilerlemeye çalışıyoruz. Binlerce arabanın köprülere akın ettiği ana arterlerde hareket halindeki iki araç arasında nizami boşluk bırakanlar hemen cezalandırılıyor! O boşluğu dolduruveriyor yan şeritteki araç. Önünüzdeki araçla aranızda 50 santimden fazla boşluk olursa arkadaki şoforün korna çaldığını duyuyorsunuz: tercümesi şudur: “Boşlukları dolduralım! İlerleyelim Beyler!” Boşlukları doldurma fantezisi o kadar yer etmiştir ki, kendi şeridi nispeten daha hızlı ilerleyen aracın şoförü bile sizin yanınızdan geçerken önünüzü boş görürse bunu vazife addeder ve hemen kapatıverir arayı. Sonra pişman olup, döner, o başka. Vazifesini yapmış olmanın rahatlığı vardır bir kere.

O sıkışıklıkta bir de aç fakirin karşısında buğusu tüten yemek gibi duran emniyet şeritleri vardır. Bomboş. Ne amaçla boş bırakıldığı bir anda hafızalardan silinir; önüne geçemediğimiz bir dürtüyle direksiyonlar kırılıverir emniyet şeridine. Boşlukları dolduralım beyler! İlerleyelim. Haset gözlerin yanından, tüy hafifliğindeki vicdanlarımızla ilerleriz emniyet şeridinden. EDS vız gelir. En Dürüst Sürücü demek değil ya, hem kaç paraysa veririz, gerekirse.

Gözetmen olarak girdiğim bir sınavda, öğrencinin defterinden bir iktisat profesörünün yazdırdığı ders notlarını okuyorum: “Devlet teşviklerinden yararlanmak ticari kurumlara verilen en verimli fırsatlardan biridir. Nasıl ki sıkışık trafikte emniyet şeridinden giderek zaman kazanırız, bu teşviklerle piyasadaki rekabette kendimize yer bulmamız kolaylaşır.” İlerleyelim beyler! Eşikaltı mesajları kara bir hayalet gibi o defter sayfalarından yükselerek önüme dikiliveriyor.

Fill in the blanks... İngilizce derslerimiz de bu ideolojinin yayılmasında üzerine düşen rolü yerine getirmiştir. Bu boşluğu şimdiki zamanla mı doldurmalı, gelecek zamanla mı?

Şimdi biliyorum ki, araba kullandığımızda sadece gelecek zamanı düşünerek şimdiki zamanı atlıyoruz. Yalnızca hedef noktaya varmayı düşünmekten, yolda olan birçok şeyi kaçırıyoruz. Bir şey bizi zorla durdurana dek yalnızca gelecek zamanda varacağımız o noktayı düşünüyoruz. An kaçıyor. An’ı yaşıyamıyoruz. Yürüyenler ise şimdiki zamanı tüm getirdikleriyle hisediyor. Bastıkları taştan, yüzlerine vuran rüzgardan, yağan yağmurdan, karşılaşıp konuşma fırsatı buldukları insanlardan, simitçiden aldıkları simitten şimdiki zamanı kokluyor, şimdiki zamanı yaşıyor. Biz araç sürücüleri, işe gidiş-dönüş trafiğinde, Şahin’le Grand Cherokee arasında değişen markalardaki araçlarımızla ne şimdiki zamanı ne gelecek zamanı yaşıyoruz. İki zamanın arasındaki boşluk olarak kalıyor trafikte kaybedilen zaman. Biz araç sürücüleri, kayıp zaman kipinin insanlarıyız.


Boşlukları dolduruyor, gelecek uğruna daha yaşanmadan geçmişe atılan binlerce kayıp saati doldurmanın imkansızlığını umursamazca ilerliyoruz...

Boşlukları dolduruyor, alabildiğine tüketime odaklı yaşamımızın bir diğer simgesel sahnesi olan o metropol trafiğinde bir iki araba kar etmenin sarhoşluğuyla zamanımızı, yakıtımızı, kas gücümüzü, sinirlerimizi tüketmeyi umursamadan yeniden tüketebilmek için para kazanmaya ilerliyoruz…

2 yorum:

Leylan dedi ki...

Nefis bir yazıyla blogumuza hoşgeldiniz! :)

handans dedi ki...

Gerçekten çok güzel, eline sağlık. Kâh gülümseyerek, kâh düşüncelere dalarak okudum ve kaleminin Marjinal e-Bülten'e de çok yakışacağını düşündüm. Umarım okurları fazla bekletmezsin :)