23 Şubat 2011 Çarşamba

Faruken Bayraktare Bizim İçin "Çizenzi"





2000'lerin başında (O_o 10 yıl geçmiş yahu!) üniversitenin ilk yıllarında, her öğrenci gibi cebimdeki 5 kuruştan 1 tanesini yatırdığım mizah dergilerinden bir imza hatırlıyorum.
O imzanın sahibini yıllar sonra "iki yetişkin gibi" oturup iş konuşmak üzere ofise davet ediyoruz.
Kendisini toplantı salonuna buyur ediyoruz, bilgisayarımı almak için iki dakikalığına yanından ayrılıyorum.
Avi ile beraber odaya geri dönüyoruz.
Masadaki yerlerimizi alır almaz karşımıza iki kağıt koyuveriyor.
Bizi darmadağın ediyor.
Zaten elindeki kalemi yazı karakterlerinden başka bir şekil çizmek için kullanabilen herkesin benden farklı bir gezegende doğduğunu düşünecek kadar "resim özürlü"yümdür.
Yıllardır piyasadaki mizah dergilerinden ve gazetelerdeki ineklerden takip ettiğim bu imzanın sahibi, iki dakikalık yalnızlığı değerlendirmek için hastası olduğum inekleri, tavukları çizmişse ve bunu çayına şeker atıp karıştırır gibi kolayca yapmışsa , ben dağılmayayım da kimler dağılsın?
Faruken Bayraktare, sen çok yaşayanzi!

İi ki!

Hayatımda beni benden alan cümleler duymuşluğum azdır beğendiğim film replikleri dışında ki onlar da bana söylenmemişlerdir zaten :)
Tabii ki “seni seviyorum'lar, özledim'ler, canım, cicim, kuzum, kızım...” gibi bir takım sözcükler gelip geçtiyse de bu kulaklardan dün akşam duyduğum şu cümle kadar çarpmadı hiçbiri: ii ki dormusun beni yebra’cim!
Evet, iyi ki doğurmuşum seni dilli düdük!

21 Şubat 2011 Pazartesi

Kara Kargalar Teşvikiye'yi Bastı

Avant-garde tasarımlarıyla bilenen moda tasarımcısı Hatice Gökçe, geçtiğimiz Cuma gecesi yeni mağazasını açtı. Açılış bir hayli kalabalıktı. Tasarımlar müthişti ve ilgi büyüktü. Uğramınızı tavsiye ederim. Özellikle Karga heykeli ve kıyafetlerin üzerindeki karga etiketleri hoş detaylardı. Giyimden aksesuraa kadar herşeyi bulabilirsiniz. Adres: Av. Süreyya Ağaoğlu Sk. 41/A Teşvikiye. Tarif: Teşvikiye Camiisinin hemen arka sokağından aşağıya doğru inince Aras Kargo'yu geçer geçmez 200 metre solda, aşağıda.


16 Şubat 2011 Çarşamba

Seninki Hangi Yaka?

Beyaz yaka, mavi yaka, yeşil yaka derken, her çalışana bir yaka rengi yapıştırıp (pek çağdaş geçindiğimiz 2000’li yıllarda) aslında kast sisteminden pek uzaklaşamadığımızın farkındasınızdır herhalde.

“Portekizce “casta” sandık, çekmece; kabile, aşiret, birbiriyle yemek yiyebilen, birbirleriyle evlenebilen, bu iki özel ilişki alanına başkalarını sokmayan kişiler grubudur.” diyor kaynaklar…

“Ayrıca, herhangi bir kasttan olan bireylerin, herkesin hangi kasta bağlı olduğunun bilinmesi için, kendilerini başkalarından ayırt eden bir işaret taşımaları gerekir.” diye de devam ediyor…

Şimdi ben size içinde yaşadığımız düzenin en tepesindeki sınıfı, “Dijital Yakalılar”ı nasıl tanırsınız, onu anlatacağım…

Akıllı telefon yanaşması:
Diyelim ki düz yolda yürüyorsunuz. Allah vermiş tabana kuvveti, Peygamber viteste, vitrinlere baka baka yol alırken önünüzdeki kalabalıktan birisi, aniden duruveriyor. Eh sizde de ABS olmadığından paldır küldür sırtına çarpıyorsunuz vatandaşın. Neden dersiniz? Evet, cebindeki küçük alete uydudan bir sinyal gelmiş çünkü. Zannedersiniz Houston’dan Ay’a gönderilecek füzenin kumandası, önünüzdeki bu vatandaşın parmaklarının ucunda… Zat-ı muhterem 5 saniye sonra sağa doğru yanaşıp yaya trafiğinden kendisini sıyırmaya çalışırken de hala gözü elindeki akıllı telefonun ekranında. Sırtını bir direğe verdiğini zannederken, direğin öbür tarafından sarkan çantasına da bir başka yaya çarpıyor haliyle. “Ya sabır” diyip devam ediyorsunuz yolunuza. İşte bu başarısız manevraya, “akıllı telefon yanaşması” diyoruz, her ne kadar kişi yanaşamadığının farkında olmasa da…

“Bunu Tweetlemelisin!”
Arkadaşınızla iki kelam dertleşmek için almışsınız çayınızı kahvenizi, cam dibinde oturmaktasınız. Aileydi, sevgiliydi, karı – koca, çocuktu derken sohbetin dibine vurmuşsunuz. Hayatın zorluklarından, enflasyonun sıkıştırmasından, doların zıplamasından laf lafı açarken hayata dair bir cümle çıkıyor ağzınızdan. Karşınızdaki kırk yıllık dostunuz aniden Amerikan filmlerinden fırlamış reklamcı şahsiyet edasıyla çığlık atıyor: “Ay bunu tweetlemelisin!” Ve o da ne? Gözü, varsa sizin, yoksa kendisinin akıllı telefonuna kitlenmiş. Çok büyük ihtimalle içinden “bu bahaneyle twitterı açar da bakarız şurda otururken ne kaçırdığımıza” diyor. Dijital yakanı da al, git buradan dostum!

“Googlelayınca çıkıyor”
Eskiden bazı insanlara “akıl hocası” derdik. Mahalledeki muhtarlığın yerinden posta koduna, eşle yapılan kavganın yumuşatılmasından hamurun kulak memesi kıvamına kadar her türlü bilgiyi bu insanlardan alabilir, başımız sıkıştı mı sorar, öğrenirdik. Hem iş yerinde hem özel hayatta bu “akıl hocalarından” en az bir adet bulunur, insana güven, huzur verirlerdi.Şimdi mi? “Googlelayınca çıkıyor” gözümün nuru, aç, bak. Bu ne üşengeçlik? Geçenlerde anneme “ya bu faturanın son günü ne zamandı” diye soracak oldum, “cepten, internetten filan bakıver evladım” dedi. Sustum.

Sosyal medya sessizliği
Geçenlerde zaman tuttum, 15 yıllık arkadaşımla aynı masada otururken tam 7 dakika 38 saniye ikimizin de ağzından tek kelime çıkmadı. Neden mi? İkimiz de elimizdeki akıllı telefonlardan sırasıyla sosyal medya hesaplarımızı kontrol ediyorduk. Sonra aynı anda kafamızı kaldırdık, birbirimize baktık. “Naapıyoruz ya biz?” dedik. “Son dakika haberini gördün mü, bizim lisedeki X’in erkek çocuğu oluyormuş” dedim. “Evet sorma yaa, ne çabuk” dedi. Bir önceki konumuzu unutup cepten baktığımız son dakika haberini tartışmaya devam ettik. “Ay acaba ortak arkadaşlarımız yorum yazmışlar mı” dedim “dur bi bakiyim” dedi. Sonrasını hatırlamıyorum. Yani konuştuk mu, onu hatırlamıyorum. En son cep telefonumdaki ücretsiz mesajlaşma uygulamasından “ben eve vardım” yazmıştı. Ben de herhalde o esnada evde olacağım ki “dur şarja takıcam” yazdım… O gün bu gündür görüşmüyoruz ama yeni aldığı pantolonun fotoğrafını yolladı MMS’le, baya da yakışmış, zayıfladı herhalde görüşmeyeli…

Yeni yakalarımız hayırlı olsun, web cam’den çekip cepten paylaşmayı ihmal etmeyin ki, sizde nasıl durduğunu hepimiz görelim…

Ha bu arada, tırnak içine alıp Google Tanrı’ya da sordum “dijital yaka” ne demek diye. “Dijital yaka kartı mı demek istediniz” diye sordu, “yok” dedim, “boşver, sen aramana devam et, ben bulacağımı buldum”.

Abla bi tur biniyim mi?

İki yıl dilimde sakızdı. Son altı aydır da o kurs senin bu ders benim şu sınav kimin derken bacağımda koca bir morluk ve birkaç ezik oldu... En sonunda benim oldu :)


Bi tur veririm ama camiden dönüp gelin emi... Çok uzağa gitmeyin :)

8 Şubat 2011 Salı

Bu Kimin?

Birkaç hafta önce masamın üstünde buldum. Deniz'in Hong Kong "souvenir"lerinden biri. Ama ne acı ki sahibi yokluğunu hissedip de peşine düşmedi. Ben yine de vatandaşlık görevimi yapıyor ve buradan çağrı yapıyorum. Haftasonuna kadar gelen giden olmazsa "mal, bulanındır" diyerek telefonuma takacağım. :) Duyurulur!

5 Şubat 2011 Cumartesi

"Genç Sosyal Girişimciler"im Benim...

“Girişimci” ifadesine çok aşinaydım ama “Sosyal girişimci” olunca işin rengi değişti. Bir de olayın içine “Gençler” girince her şey çok daha bir etkileyici oldu. “Genç Sosyal Girişimciler”im benim! BİLGİ Genç Sosyal Girişimci Ödülleri projesine Marjinal Porter Novelli olarak verdiğimiz destek beni zaten mutlu ediyordu. Ancak ödül töreninde finale kalan 10 genç ile azıcık sohbet edince, gözlerinin içindeki pırıltıyı görünce projenin sürdürülebilir olması konusunda İstanbul Bilgi Üniversitesi Proje Müdürü Serdar Apaydın’ın arzusunun ne kadar yerinde olduğunu bir kez daha anladım.
Türkiye’nin farklı yerlerinden 10 gencimiz ödüllendirildi. 18-29 yaş aralığında olmaları tek şarttı ve elemeler esnasında pek çok eğitimden de geçtiler. Her hallerinden belliydi bu eğitimlerden en iyi şekilde faydalandıkları. Asuman Hanım da hem seçici kuruldaydı hem de eğitimlerine destek oldu. Gecenin sonuna doğru bu gençlerden bir tanesi yanıma geldi, adı Hakan Süleyman Köse. Kendisi, “Hafif Tuğla” projesi ile ödüllendirilenler arasındaydı. Girişimci gencim benim! Topraktan tasarruf edilmesini sağlayacak, birim tuğla başına 4 kuruş maliyetli çevre dostu tasarruflu tuğla üretimini Çorum Toprak Sanayicileri Kooperatifi laboratuvarları kullanmış. Bitti mi bitmedi, şimdilerde bir şekilde bu hafif tuğla projesinden özel sektör aracılığıyla para kazanmayı planlıyor. “Ama bu durumda sosyal girişimci olmaktan çıkıyorsun” dedim. Ama onu da araştırmış. Diyor ki “Kazandığımı yeniden okul inşaatına harcarsam sosyal girişimci kimliğim benimle kalıyor.” Bizden de iletişim anlamında destek istiyor. Herkes kokteyl esnasında eğlenirken, Hakan projesini daha da aktif hale getirip, kazandığı ile devletin, özel sektörün açıklarını kapatma derdindeydi. Çözüm bulmak için iletişim çalışmalarına başlamıştı bile. Ben şimdiden ona inancımı dile getiriyorum. Ve tabii diğer tüm genç sosyal girişimci arkadaşlarım, hepinizi yeniden kutluyorum, heyecanınız, sosyal sorumluluğunuz hiç eksik olmasın…

3 Şubat 2011 Perşembe

Gaspar Toplantıda


Dün itibarıyla SP takvimde Gaspar randevusu da yazıldı!
Bunu da gördük:)

Gaspar ve idil toplantı yaparken böyle görüntülendi!

1 Şubat 2011 Salı

Hepimiz Mısırlıyız

Yıl 2011. Mısır tarih yazıyor.
Dünya habercileri uyurken Tunus’ta feshedilen hükümetin ardından gözler Ürdün ve Mısır’a çevrildi. Sonraki tahliller ve gözlemler ise Yemen ve Sudan’da da ciddi hareketler olduğunu gözler önüne serdi. Petrol, Arap/Müslüman terörü ve İsrail hamleleri gibi haberler dışında ihmal edilen topraklarda olup bitenler yine televizyon programlarına taşındı. Her zamanki gibi “Arap” ve “Müslüman” nitelemesi altında monolitik bir bakışla bölgenin incelendiği bu programlarda tartışmacıların arkasındaki haritada Sudan, İran’ın doğusunda yer alan bir ülke olarak gösteriliyordu! (Fox International)

Onlar Arapları sıkıştırdıkları sıfatların içinde tartışadursun ve gazetelerde, televizyonlarda yakılan yerleri, simgesel örtüleriyle bağıran, isyan eden insanları görüntüleyedursun… Bugün bölgedeki en büyük orduya (500 bin asker) ve en büyük polis gücüne sahip olan Mısır’da Osmanlı’dan kurtulalı beri görülmüş en büyük ayaklanma başladı. AB ve ABD’nin himayesindeki diktatörlüklerde yeni resimler çiziliyor ve apatetik, apolitik görülen Mısır’daki ayaklanma tarihi değiştiriyor..

Hem de neredeyse örnek denilebilecek bir ayaklanma. Devrime dönüşen bir halk ayaklanması.

Araptır, ne denirse yapar, dayanışmaya giremez, girme alışkanlığı yoktur diye görülen bir bölgede halk, sokağa çıkma yasağı başlar başlamaz sokağa dökülüyor. İnternet susturulmuş. Yiyecek-içecek satışının da durduğu ülkede Mübarek üretimin durmasına izin vermemiş. Fabrikalar çalışıyor. İşe gitmeye devam ediyor insanlar.

Ama sonra da doğruca meydanlara…

Kadınıyla erkeğiyle. Kadınlar ki bugün, devrimi sırtlananların başında geliyor. Gece sabaha kadar destek veriyor direnişe.

İşte dayanışma. Kuyruk nedir bilmeyen halk, uslu uslu kuyruklara giriyor. (Ursula LeGuin bir kitabında kuyruğa girme noktası medeniyetin ölçüldüğü noktadır demişti -Rüzgarın On iki Köşesi).

İfade özgürlüğü, gösteri özgürlüğü gibi özgürlükler geri alınıyor. Bir diktatörlüğe karşı çıkışın öyküsü.

Devrimlerin sonunun ne olacağı belli olmaz. Devrimin doğası bu. Darbe değil ki, ardından kimin, neyin geleceği belli olsun. 150 kişinin öldüğünü duyuyoruz. Ama bu ayaklanmayı örnek bir ayaklanma görmemek için sebepler yine de çok az. Topluluk bilinci mi dersiniz? Var. Allahüekber diye başlayan bir nida, on binlerce kişinin “Hepimiz Mısırlıyız!” cümlesiyle yeri göğü inletiyor.

Asker dengeli. Hem Mübarek’i hem de halkı dinliyor. Mübarek’in iki seçeneği vardı, ya kanlı bir şekilde bastıracaktı bu ayaklanmayı ya da gidecekti. İlk adım için çok geç. Artık bugün-yarın gitmesi bekleniyor. Belki banka hesaplarındaki vadesinin dolmasını bekliyordur ama gideceği kesin.

Naksa çocukları (noksan) ise artık utanç içinde değil. Kendi sesini buldu. Meşru gerekçelerle sokağa döküldü. Temsili parlamento istiyor. Aralarından bir lider çıkarmak istemiyor. Eskisine de, yeni bir tek kişilik diktaya da hayır diyor.

Ayaklanma başarıya ulaştıktan sonra ne olur bilinmez. Sonradan ne şekil alacağı da.

Ama bugün Tahrir Meydanı’nda tarih yazılıyor. Ve tahrir, özgürlük anlamına geliyor.