Sizinle okuduğum bir hikayeyi paylaşmak istedim. O kadar gerçekti ki kısaltmak istedim ama ancak bu kadarına gönlüm razı oldu. Uzun ama okunmaya değer bir kariyer öyküsü:)
“Anne, ayakkabımın tekini gördün mü?” Hayır, o tekini nereden buldun?” diye sordum. Gerçi elindeki ayakkabının yerinin, onun kaybolan eşinin yeriyle yakından uzaktan alakası olmadığını biliyordum.
“Çamaşır sepetinde” diye yanıtladı oğlum.
Çamaşır sepetinde mi? Lütfen, temiz çamaşır sepeti olmadığını söyle.
“Diğer teki için de oraya baktın mı?”
“Elbette” dedi oğlum, “sen beni aptal mı sandın?” ses tonuyla.
Hey, ayakkabısının tekini çamaşır sepetinde bırakan ben değilim. Elbette, evimde suçlu oğlum da olmayabilir. Neyim ben, yahu? Detektif mi?
Şey, evet. Ben kaybolan nesneleri bulurum. Mükemmel sırları çözerim:
“Gümüş servis kepçem, bahçeye nasıl çıktı?”
“Neden çoraplarının biri kırmızı diğeri mor?”
Anne olduğum zaman işlerin bu kadar karmaşık bir hale geleceğini kim düşünebilir? İş tanımında şöyle yazardı: Bir kişi, bir çocuğun fiziksel, sosyal ve ahlaki gelişiminden sorumludur. Sevgi, ilgi, rehberlik ve gerektiği gibi diğer görevleri sağlayacaktır.
Ben çocukken, yetişkinler bana, “Büyüdüğünde ne olmak istiyorsun?” diye sorardı.
“Öğretmen,” derdim. Hiç anne olmayı söylememiştim. Çocuk doğurmanın ne kadar acı verdiğini öğrendiğimde, anneliği “meslekler” listemden silmiştim.
Bir öğretmen oldum. Tek farkı para kazanmıyor olmam. İşimin arasında, dil gelişimi, okumadan zevk alma, matematiksel manipülasyon ve ahlaki gelişim var. Tabii de tic-tac-toe oyununun incelikleri.
Düşündüğüm diğer kariyer yolları, hemşirelik ya da doktorluktu. Ama dürüst olmak gerekirse, hasta insanlarla uğraşmak fikrini semedim. Kim sever ki? Tabi kucağıma defalarca kusan bir çocuğum olduğunu fark ettiğimde, bir de hemşire olduğumu anladım. Görevlerimin içinde, hasta bir çocuğa teşhis koyup tedavi etmek de vardı. Ayrıca ne zaman bir profeyoneli arayacağımı da iyi bilmeliyim:
“Peki, Bayan ...., bugün çocuğunuzun nesi var”, diye sordu hemşire.
“Başı ağrıyor, boğazı acıyor ve biraz önce ayakkabıma kustu” diye yanıtladım.
“Ateşi var mı?”
“Kontrol edeyim,” dedim ve inleyen oğluma uzanıp elimi alnına koydum. “Bizim klasik “anne methodumuza” göre, ateşi 37,5 gibi.” Doktorlar bu ölçümün geçerliliğini göz ardı etse de, benim için gayet başarılı. Aslında, araştırmalarım da bunun işe yaradığını söylüyor!”
Hiç aklıma gelmeyen işlerden biri, böcek yakalayıcısı olmaktı. Böceklerden hele örümceklerden hiç hoşlanmam. Ama oğlum bana korkuyla bağırdığında, dehşetimi hayal edin:
“Örümcek, anne, örümcek! Yaklaşıyor”
Cesur bir şekilde oğlumu kurtarmak için koştum. Kuru üzüm boylarında dev bir örümcek, köşeden bize bakıyordu.
“tamam, tatlım, ben alırım şimdi.” Plastik bir kap aldım ve hıla dev canavarın üzerine kapattım. Sonra, ustalıkla kabın altından bir kağıt soktum ve içerideki korkunç yaratığı ters çevirdim. Oğlum kapıyı açar açmaz, kapsülü bahçeye attım. Güvendeydik.
Çalışmayı seçtiğim bir konu, pazarlamaydı. Ama öğrendiklerimi kendi çocuğum üzerinde uygulayacağım hiç aklıma gelmezdi. Ancak anne olmak, bir ürünü nasıl pazarlayacağını bilmeyi gerektirir:
“Öğle yemeği için sosis ve fasulye ister misin?” diye sordum oğluma.
“Hayır, hayır, hayır,” diye yanıtladı. “Ben onları sevmiyorum.
Elbette seviyorsun, diye düşündüm. “Peki fasulyeciklere ne dersin?”
Cevabı “Evet” oldu.
Bu işlere ek olarak şoför, hizmetçi, aşçı, danscı, danışman.....liste uzayıp gidiyor. İş tanımımın “gerektiği gibi diğer görevler” yazmasına şaşmamalı. Eğer bunları Tanrı listeleseydi, kim alırdı bu işi? Ve her ne kadar ben bu göreve, diğer tüm anneler gibi körü körüne gelmiş olsam da, bu işi, dünyadaki başka hiçbir işle değişmezdim.
“Anne, ayakkabımın tekini gördün mü?” Hayır, o tekini nereden buldun?” diye sordum. Gerçi elindeki ayakkabının yerinin, onun kaybolan eşinin yeriyle yakından uzaktan alakası olmadığını biliyordum.
“Çamaşır sepetinde” diye yanıtladı oğlum.
Çamaşır sepetinde mi? Lütfen, temiz çamaşır sepeti olmadığını söyle.
“Diğer teki için de oraya baktın mı?”
“Elbette” dedi oğlum, “sen beni aptal mı sandın?” ses tonuyla.
Hey, ayakkabısının tekini çamaşır sepetinde bırakan ben değilim. Elbette, evimde suçlu oğlum da olmayabilir. Neyim ben, yahu? Detektif mi?
Şey, evet. Ben kaybolan nesneleri bulurum. Mükemmel sırları çözerim:
“Gümüş servis kepçem, bahçeye nasıl çıktı?”
“Neden çoraplarının biri kırmızı diğeri mor?”
Anne olduğum zaman işlerin bu kadar karmaşık bir hale geleceğini kim düşünebilir? İş tanımında şöyle yazardı: Bir kişi, bir çocuğun fiziksel, sosyal ve ahlaki gelişiminden sorumludur. Sevgi, ilgi, rehberlik ve gerektiği gibi diğer görevleri sağlayacaktır.
Ben çocukken, yetişkinler bana, “Büyüdüğünde ne olmak istiyorsun?” diye sorardı.
“Öğretmen,” derdim. Hiç anne olmayı söylememiştim. Çocuk doğurmanın ne kadar acı verdiğini öğrendiğimde, anneliği “meslekler” listemden silmiştim.
Bir öğretmen oldum. Tek farkı para kazanmıyor olmam. İşimin arasında, dil gelişimi, okumadan zevk alma, matematiksel manipülasyon ve ahlaki gelişim var. Tabii de tic-tac-toe oyununun incelikleri.
Düşündüğüm diğer kariyer yolları, hemşirelik ya da doktorluktu. Ama dürüst olmak gerekirse, hasta insanlarla uğraşmak fikrini semedim. Kim sever ki? Tabi kucağıma defalarca kusan bir çocuğum olduğunu fark ettiğimde, bir de hemşire olduğumu anladım. Görevlerimin içinde, hasta bir çocuğa teşhis koyup tedavi etmek de vardı. Ayrıca ne zaman bir profeyoneli arayacağımı da iyi bilmeliyim:
“Peki, Bayan ...., bugün çocuğunuzun nesi var”, diye sordu hemşire.
“Başı ağrıyor, boğazı acıyor ve biraz önce ayakkabıma kustu” diye yanıtladım.
“Ateşi var mı?”
“Kontrol edeyim,” dedim ve inleyen oğluma uzanıp elimi alnına koydum. “Bizim klasik “anne methodumuza” göre, ateşi 37,5 gibi.” Doktorlar bu ölçümün geçerliliğini göz ardı etse de, benim için gayet başarılı. Aslında, araştırmalarım da bunun işe yaradığını söylüyor!”
Hiç aklıma gelmeyen işlerden biri, böcek yakalayıcısı olmaktı. Böceklerden hele örümceklerden hiç hoşlanmam. Ama oğlum bana korkuyla bağırdığında, dehşetimi hayal edin:
“Örümcek, anne, örümcek! Yaklaşıyor”
Cesur bir şekilde oğlumu kurtarmak için koştum. Kuru üzüm boylarında dev bir örümcek, köşeden bize bakıyordu.
“tamam, tatlım, ben alırım şimdi.” Plastik bir kap aldım ve hıla dev canavarın üzerine kapattım. Sonra, ustalıkla kabın altından bir kağıt soktum ve içerideki korkunç yaratığı ters çevirdim. Oğlum kapıyı açar açmaz, kapsülü bahçeye attım. Güvendeydik.
Çalışmayı seçtiğim bir konu, pazarlamaydı. Ama öğrendiklerimi kendi çocuğum üzerinde uygulayacağım hiç aklıma gelmezdi. Ancak anne olmak, bir ürünü nasıl pazarlayacağını bilmeyi gerektirir:
“Öğle yemeği için sosis ve fasulye ister misin?” diye sordum oğluma.
“Hayır, hayır, hayır,” diye yanıtladı. “Ben onları sevmiyorum.
Elbette seviyorsun, diye düşündüm. “Peki fasulyeciklere ne dersin?”
Cevabı “Evet” oldu.
Bu işlere ek olarak şoför, hizmetçi, aşçı, danscı, danışman.....liste uzayıp gidiyor. İş tanımımın “gerektiği gibi diğer görevler” yazmasına şaşmamalı. Eğer bunları Tanrı listeleseydi, kim alırdı bu işi? Ve her ne kadar ben bu göreve, diğer tüm anneler gibi körü körüne gelmiş olsam da, bu işi, dünyadaki başka hiçbir işle değişmezdim.
2 yorum:
Sebisko, yaziyi okurken daha gonderen kismina bakmadan yazanin sen oldugunu anlamistim,yanilmamisim.yine super olmus.ben de su anda mandiradayim, yani salonda sut sagimi icin kurdugum kosemdeyim.islerin arasinda bir de sutculuk var yani. zaten dila dogdugundan beri su sarki hic aklimdan gitmiyor: yemegi yapar anne/cocuga bakar anne/gece gunduz calisir,yarini yapar anne...
Nevroşum, bak çok önemli bir detayı atlamışım. Zaman çok çabuk akıp geçiyor, halbuki şunun şurasında 2 yıl öncesinde ben de sütçülük yapıyordum. Bak unutmuşum bile...Çünkü yeni mesleklerim hayatımı ele geçirmiş anlaşılan. Belki 2 sene daha sonra bunları da hatırlamayacağım:) Kimbilir:) Dilayı benim için lütfen çok ama çok kokla,hastalıklardan kurtulamıyoruz ki bebişleri sevelim...
Yorum Gönder