31 Temmuz 2008 Perşembe

It Is Time For A Love Revolution

Dün gece Kuruçeşme'de Lenny Kravitz konserindeydim. Biletimi gişeden alana kadar ben bile farketmemiştim, oysa bu konseri Şubat'tan beri bekliyormuşum ve biletimi taa 16 Şubat'ta almışım :)
Konser 5 ay beklediğime kesinlikle değdi. Her ne kadar hit parçalarından 2-3 tanesini çalmamış da olsalar, çaldıkları şarkılar yetti :))
Konserin benim için en garip kısmı, birdenbire kalabalıkla birlikte sola doğru sürüklenmeye başlamam ve kafamı kaldırdığımda 1 metre (kesinlikle daha fazla değil!) ötemde omuzlarda bir adet ufacık tefecik Lenny Kravitz gördüğüm andı!
Koskoca (!)Lenny korulamarını geride bırakmış, atmış kendini bizim yağız delikanlıların üstüne, omuzlarda kayarak ilerliyor..! Omuzlardayken bir-iki bağırdı, çağırdı. (Peace, Love vs..)

Neyse, o kazasız belasız sahneye döndü, biz de ağzımız açık vaziyette Lenny ve muhteşem grubunu izlemeye devam ettik.
Konserde jazz, rock, blues, soul her telden çaldılar. (Ee caz festivali kapsamında gelince mecburen tabi :) )
Bir de oldukça mesaj içerikli gördüm Lenny'yi. Sanırım son yaşadığımız üzücü olaylardan haberdar olmuş ki "If we want peace, there will be peace! Peace in Turkey" gibi moral cümleleri de sarfetti kendi çapında :)
Gitaristten de ayrıca bahsetmeden geçemeyeceğim. İnanılmaz sololarıyla izleyicileri kendinden geçirmeyi başaran, sanki o an başka boyuttaymışız gibi hissettiren Craig Ross!
Ve tabii ki şarkıcıyı sahnede rezil eden de vezir eden de ekibidir diyerek, huzurlarınızda:

Anthony Breit-bas gitar
Karl Denson -saksofon
Michael Hunter-trompet
George Laks-klavye
Harold Todd-saksofon
Franklin Vanderbilt-davul
Lenny'nin sık sık tekrarladığı "Thank you for welcoming us to this beautiful country, we are blessed to be here" gibi 'İstanbul'a bayıldığı, bizleri çok sevdiği' (abarttım galiba:) ) izlenimi yaratan beyanlarından edindiğimiz, bir sonraki buluşmanın 20 yıldan çok daha az bir süre sonra olacağı izlenimiyle evlerimize dağıldık :)
(p.s: Konser fotoğraflarını bir türlü bulamadım. Bu sebeple Brezilya konserinde çekilmiş bir fotoğraf ekledim. Bizimki de böyle bir şeydi işte :) )

27 Temmuz 2008 Pazar

So Tell The Girls That We Are Back in Town:))))

10 saatlik bir yolculugun ardindan dun gece 21.30 da New York a indik. Yolculugumuz super gecti. Ucakta tukettigimiz birer sise sarabin ardindan 10 saatlik yolculuk gercekten kolaydi bizim icin. Pasaport ve gumruk kontorolunde hic bir sorunla karsilasmadik. Pasaport kontrolunden cikmamiz 5 dk. gumrukten gecmemiz ise 30 sn surdu. sadece bir 15 dk kadar bavullari bekledik. JFK den,kaldigimiz Pennsylvania Oteline taksi ile geldik. Otel cok merkezi bir noktada. Madison Square Garden in karsisi, Empire State in 1 blok arkasindayiz. Dun gece otele gelir gelmez esyalarimizi odaya biraktik ve kendimizi New York gecelerine biraktik:) Bugun de sabah erken kalkip yaklasik 15 km yol yuruduk. Ilk durak Times Square ve Central Park ti. Ikisi de gercekten muhtesem.

Burada yasayan insanlar cok garipler.
Bir tane akilli adam yok.
Degisik bir yer burasi.
Guzel videolar cekiyoruz.
Osman Abi sova burada da devam ediyor.
Iddiaya girerim sirketteki arkadaslarimin hic birisi burada fast food yiyemez. Ben bile yerken zorlaniyorum:)
Yemekler fotograftaki gibi gozukmuyor.
Kizlar cok guzel.
Yeni fast food'cular kesfettik.
Otele girdigimiz anda 10 kisilik 20-25 yas ortalamasina sahip Turk kiz grubuyla karsilastik.
2500 motorun altinda araba yok.
Yol bosken bile kirmizi isikta karsidan karsiya gecmiyoruz.
Hava cok sicak.

Su anda saat 18:22 burada. Biraz once otele geldik. Batu ve Osman Abi odada 15 km nin yorgunlugunu atiyor. Malum aslinda gun daha yeni basliyor.
Yazinin basligini bosuna koymadim tabi ki...

* Bu arada elimizde olmayan teknik nedenlerden dolayi fotograf yukleyemiyorum fotograf ve videolari gelince gorebileceksiniz:)

25 Temmuz 2008 Cuma

Pascal'ın Aşkı!

Sevgili Melike Hn annemiz gibidir. Herşeyimize yetişir. Sohbetlerimize katılır, öğütler verir, temposu yüksektir hatta zaman zaman bizleri bile sollar. Melike Hn'ı biz çok severiz.

Geçen gün doğum günü kutladık. Sarıldık tüm Marjinalce. Bu doğum gününü Pascal da kutlamış.

İşte kutlamadan ve aşktan bir kare...

Amerika Yolculuğu Başladı

Uzun zamandır beklediğimiz Amerika yolculuğu şu an itibariyle başladı. Saat 11.00'da Gloria Jeans'de buluşuldu. Sohbet, muhabbetin ardından check-in yaptık ve pasaport kontrolünden geçtik. Şu anda ise Advantage Card'in Lounge'ındayız. Batu Jim Beam'ini içiyor, ben de Bacardi'mi yudumluyorum. Osman Abi kendini açık büfeye verdi. Bu satırları da oradan bize sağlanan internet hizmeti sayesinde yazıyorum. Fotoğraf şimdi yükleyemedim ancak en kısa zamanda fotoğrafları da ekleyeceğim.

Satırlarımı bir dizeyle bitirmek istiyorum.
Yolcudur Abbas
Bağlasan Durmaz:)

Bacardi de şahaneymiş:)))))

24 Temmuz 2008 Perşembe

Umut Amerika'dan Dönecek mi?


Bavullar toplandı, aylardır ziyaret edilmeyen büyük teyze, dayı, amca, hacı komşu teyze ziyaret edildi, el öpüldü, para toplandı. Versinler tabii, oğlumuz "Amerikalara" gidecek.

Bir de sipariş verenler vardı. Parayı da peşin verdiler ama iyi mi yaptılar yoksa kötü mü yaptılar bilemedik. Umut'u paraları sayarken yakaladık. Sipariş listesi nerede diye sorduk, aklımda dedi.


Yedik mi? Yemedik.
Umut Amerikalardan döner mi? Dönmez:)

Rengi Rengime, Beneği Beneğime Uygun Oldu mu?

Gaspar bu sıcak yaz günlerinde genelde klimanın en yakınında duruyor ama nedense bugün kendine yeni bir arkadaş edinmiş, sıcağa rağmen klimanın altında sarmaş dolaş işte böyle yatıyordu...

Leoparlara özenen güzel Gaspar'ım (ya da Asya'nın söyleyişiyle, Gappaş'ım), sen beneksiz de çok güzelsin :)

Melez Çiçek, Melez Resim ya da Kaçış Bitti...

Aylardır kaçıyordum. Ayrılık arifesinde duygusallaşmaktan. Giderayak gözyaşlarına teslim olmaktan. Çocuk gibi inat ettim. “Aslında gitmiyorum” diye avuttum kendimi. Veda partisi istemedim.

Herkesle ayaküstü konuşuyordum. Şakalaşmalar, havadan sudan sözler… Oysa ayrılık kocaman, görünmez bir granit blok gibi duruyordu aramızda.

Dün öğleye doğru ofisten çıktım. Yemekte iki eski dostumla buluştum. Böyle buluşmalarda arkadaşlarım sık sık saate bakmama takılır, dalga geçerler. Saatsiz gelmemi şart koşanlar olmuştur. Elimde değildir, bilirler, hoş görürler.

Dün ilk defa saate bakmadım.

Yemekten sonra Kadıköy’e geçtim. Kalabalık bir caddede ani bir dürtüyle telefonumu çıkarıp baktım. Cevapsız bir arama vardı. Marjinal’in numarası… Aradım. Caddenin gürültüsünden zor duyuyordum. Bana gönderilen bir şey komşuma bırakılmıştı galiba. Bir anda kafam karıştı. O şey neydi? Komşum kimdi? İki gündür aynı odayı paylaştığımız Aysun Hanım mı? Odamın bitişiğinde başka bir oda var mıydı? Kim vardı orada? İyi duyamadığımı söyleyip tekrarlattım. Anlayışlı bir ses: “Apartman komşunuza” dedi.

Bir anda Marjinal’i evim sandığımı fark ettim.

Akşam eve dönünce komşuma çıktım. “Ah evet, buzdolabına sığdıramadık, klimanın karşısına koyduk” dedi. Ne olabilirdi?

İçeri girip kucağında dünyanın en güzel “melez” buketiyle döndü. Bir de büyük zarf tutuşturdu elime. Yutkundum. Teşekkür ettim. Anlamaya başlamıştım. Kaçış yoktu.

Eve dönüp zarfı açtım. Sanki doğaüstü bir elin çizip renklendirdiği, anlam yüklediği gerçeküstü bir tablo. İçim ürpererek baktım. “Melez” bir resim… Yalnızlık… hüzün… korku… umut… cesaret… bilinmezlik… bitiş… başlangıç… yolculuk… sonsuzluk…

Benim resmim... Benim hayatım… Tam durduğum yeri bir başkası benden iyi anlamış, benden güzel anlatmıştı. O renkler, o kadın, yüreğime bir ok gibi saplandı.

Sonra ansızın resmin arkasını gördüm.

Altın rengi yüzlerce kıvrak harf, buğulanan gözlerimin önünde uçuştu. Yine de tuttum kendimi. Sıcak, heyecanlı, hak etmediğim kadar övgü dolu sözler, “anne duaları” kadar içten, cömert dilekler… Gülümsedim… Gaspar bile oradaydı!

“Sevgili, sevgili Marjinalliler, yine ‘birer birer ve hep beraber’ gönlümün en duyarlı telini titrettiniz. Nevra’nın yanık türküleri gibi… Yaratıcılığınıza, yüreklerinize, o altın mürekkebi konuşturan ellerinize sağlık…”

…diye düşündüm. Yine de direndim, büsbütün çözülmedim.

Mutfağa girdim. Buzdolabından bir raf eksiltip görkemli melez buketimi yerleştirdim.

Sonra bir robot gibi musluğu açıp kenarda duran bardakları aldım. Yıkamaya başladım.

Birden boşandı yaşlar.
Bentler yıkılmıştı…
Elimden gelen her şeyi yapmıştım.
Ama kaçış yoktu.
Sonra tuhaf bir şey oldu.
Gözyaşları içinde bir anda şükranla dolup taştığımı hissettim.

Sevgili Marjinalliler…
Kaçmanın anlamsızlığını, teslim olmanın özgürleştirici büyüsünü yaşattınız bana.
Giderayak ne kadar anlamlı bir ders aldım sizlerden!
İyi ki varsınız, sağolun, varolun!

Not: Bu yazıma yorum beklemiyorum, süreç tersine dönmüş, yazılara yorum değil, yorumlara yazı yazılmıştır.

Morlular Sardı Marjinalimizi...

Sabah sabah bir baktık ki Eda, Nazlı ve Eray birbirlerinden habersiz mor renkli giysileriyle gelmişler. "hHyret, bu nasıl bir tesadüf" derken, Umut'un Amerika macerası nedeniyle erken doğum günü kutlaması yaprken bir de ne görelim: Umut'a da mor renk ve tonlarını içeren bir hediye almamış mıyız!... :o

"Eh pes yani, tesadüfün de bu kadarı olmaz" dedirten bu tesadüfü belgelemek istedik pek tabii ki...


Bu arada kardeş şirketimiz Kinesis'de olduğu için bugünkü doğum günü seramonimize katılamayan sevgili Melike Hanım'ın da doğum gününü kutluyor ve kocaman kocaman öpüyoruzzzz :)))

23 Temmuz 2008 Çarşamba

"Öpmek, taklit sayılmaz bence"

Son günlerde bu slogana çok taktım.
Nerede geçtiğini hatırlayanınız ya da benim gibi sürekli tekrar edeniniz var mı?
Netten araştırmadan bir seferde cevap verin ama :)

22 Temmuz 2008 Salı

Eskiden Marjinal Etkinliklerinden Kendimiz Plan Yapamazdık !

Yorumlardan sonra, yeni ileti gönderme linkini de buldum sağ üstte :)

Gelelim konuya... Eskiden Marjinal etkinlikleri bitmezdi, haftasonu mangal, piknik, Osman Baba'ya veda vb bahanelerle hafta içi partileri, nerdeyse tüm programımızı dolduruyordu. Şimdi ise hiç ses yok, herkes kendi yazlık eğlencesini kendi mi yaratıyor, yoksa oluyor da bizden habersiz mi oluyor? (burcuk yoksa bana bahsetmiyo musun?, Osman Baba ne film dönüyor oralarda, senin mi parmağın var bu işte??)

Evet görelim artık bi parti, tekila, yanına limon, yok limon likörü, tatlı tatlı içelim...

Ceeeee-eeeeee ben EFE:)


21 Temmuz 2008 Pazartesi

Şafak kaç Umut? - 12'den sonra 3 gün

Bilmeyen kalmadı ama blog'da hiç geçmedi sanırım. Osman Baba, Batu ve Umut bu cuma Amerika yolcusu. Havaalanında izdiham olmaması açısından uçuş saati bilgilerini vermek istemiyorum, kendileri sadece Brezilyalı dansçıların kendilerini sade bir törenle geçirmesini istiyor da kehkeh:)
E tabii vizeydi şuydu buydu derken onların heyecan ve streslerini yakinen takip ettik, bizzat yaşadık. Amerikan Konsolosluğu'ndan gelen mutlu haber üzerine de birbirimize sarıldık, sevinç gözyaşlarımızı birbirimizin omuzlarında sildik.
İşte Umut'un parıldayan gözlerindeki mutluluk. Ya da "relief" mi desek (tırnak içinde;)
Amerikalılar gibi...

PS: Bu foto çekilirken Umut biraz gerilmedi değil. "Foto çekmesek, Amerikalılar falan görmesin ya" cümlesini kurduğunu bizzat duydum:) Yarı şaka, yarı gerçek:)

18 Temmuz 2008 Cuma

Marjinal'den Yaz Konsepti...

İş güç bitti, artık Marjinal'de moda defilelerine başladık. Eh, bunda da Nişantaşı camiasının yakından tanıdığı sevgili Burcuk öncü oldu.

İşte karşınızda yeni "cici kız" imajıyla Burcuk ;)

17 Temmuz 2008 Perşembe

Azbuz ve Gayet Ailesine Teşekkürler :)


Bize göndermiş oldukları Pastaları afiyetle yedik :))
Tekrar teşekkürler...

Not: Üsteki pastalar ilk geldikleri an fotoğrafları çekilmiş olup, şimdi ise yerlerini kırıntılara teslim etmiştir :-O

16 Temmuz 2008 Çarşamba

Her Yiğidin Yoğurt Yiyişi Ayrıdır!



Ee tabii herkesin çalışma şekli de ayrıdır. Serpil masanın tepesinde çalışır. Osman Baba ise öğle saatlerinde Nişantaşı'nda çalışmayı sever:)Henüz kendisini görüntüleyemedik. Görüntüler ulaşır ulaşmaz blog'da yayınlanacaktır:)

15 Temmuz 2008 Salı

Bu Fotoyu Buraya Koymanın Vakti Geldi Artıkın!

Bu fotoğrafı geçtiğimiz Hıdrellez gecesi Nazlılar çekmişti. Tabii ki burada bir duruş bozukluğu ve de o gece üşümeyeyim diye ofisten çıkarken üzerime giydiğim Serpil'in ceketinin bolluğu söz konusuydu. Öyle olmasa elimdekinin elimde ne işi vardı, değil mi ama? (Gerçi elimdeki Bülo'nun emanetiydi aslında, içmiyordum...)
Ertesi sabah Eray ve Nazlı fotoyu bana gösterdiklerinde, "bak bir gün hamile kalırsan, tipin böyle olacak" demişlerdi :)
Galiba yavaş yavaş buraya doğru ilerliyorum. Bugün hemen herkes göbeğimle ilgili bir yorum yaptığı için, bu fotoyu paylaşmadan daha fazla olmazdı :)

Limonata(!) bağımlılık yaratınca

Umut sorar: Dilek, ne zaman limonata(!) içmeye gideceğiz?
Dilek şöyle der: Şu anda antibiyotik kullanıyorum ama bir iki güne bitiririm hemen. O zaman gideriz.

Dilek sakın limonata(!) aşkıyla antibiyotikleri 2'şer 3'şer içmesin. Aman ha!!!
Gözünüzü üstünden ayırmayın. Antibiyotiği de boyunun ulaşamayacağı bir yere koyun. Mesela masasının üstüne:))

Merhaba demek istedik:)

Sizlere Beren'le merhaba demek istedik. Bu fotoğraf bu haftasonu çekildi. Dikkatinizi çekmek istediğim şey üzerindeki elbise. Hatırlarsanız bloga yazdığım 250. yazı ile kazanmıştık bu elbiseyi. Leylan da çok güzel bir yazı (BER-eketiyle Gel-EN... ) ile bunu fotoğraflı olarak duyurmuştu. Şimdi bu yazıya bakınca aklıma gelen birşeyi anlatmadan geçemeyeceğim.
Yazıdan sonra hediye kazandığımı duyunca apar topar aşağı indim, hediyemi aldım. Kutlama vb. telaşı bitti, yerlerimize oturup çalışmaya devam ettik. O sırada Leylan da bu yazıyı yazıp bloga koymuş. Bir süre sonra Dilek'le aramızda şöyle bir konuşma geçti:

D: Yasemin
Y: Efendim canım
D: Kızma ama birşey söyleyeceğim (Bu sırada gülmekten duramıyor, muzip ve neredeyse kahkahaya dönüşen bir gülümseme)
Y: Kızmam, söyle ne oldu, ne gülüyorsun?
D: Bak gerçekten kızma, aslında çok da kilo almadın
Y: Dileek, ne oldu?
D: Bu fotoğraf çekilirken ben arkanda oturuyorum, huhahua
Ben o sırada yaklaşıp fotoğrafa bir daha bakıyorum ve ne göreyim, benim arkamda Dilek'in bir tek saç teli bile gözükmüyor. Allahım bu bir şaka mı? İşte o an ne kadar topidik olduğumu anlıyorum ve dayanamayıp ben de basıyorum kahkahayı... Sonra da düşünüyorum, neyse canım kafama takmayayım, sonuçta tüm kütlemle kapladığım kişi Dilek, Osman ya da Cemal de olabilirdi:)

Gönüllü

beklerken
gönüllü
biraz eskidik
yeni olduğun anlaşılsın diye

beklerken
gönüllü
biraz çekildik
yerin olsun diye

beklerken
gönüllü
yaşadık
sen çok yaşayasın diye

14 Temmuz 2008 Pazartesi

Vedamsı...

Sevgili Marjinalliler,

Zor bir mektup bu… Ama yazmam gerekiyor.
Bazılarınız zaten biliyor, ama bilmeyenlere de tek tek söylemekten daha kolay böylesi.
Sanırım ayrılık vakti geldi…
Uzunca bir zamandır belliydi, planlamış, hazırlığını yapmıştık. Ama sizlerle paylaşmayı hep erteledim, çünkü sürekli bir ayrılık havası içinde yaşamak istemiyordum.
Ve gerçekten de her günü sanki hiç gitmeyecekmişim gibi yaşadım.
***
Bir yandan da “vedamsı” diyorum çünkü gerçek anlamda bir veda değil bu.
Yine görüşeceğimize inanıyorum.
Ama galiba yoruldum biraz… Bedenim, ruhum, sağlığım, yorgunluk sinyalleri veriyordu epeydir.
Ne kadar ertelesem de sonunda kabul etmek zorunda kaldım.
***
Hepinizi ayrı ayrı ve hep beraber, ne kadar sevdiğimi söylememe gerek var mı?!
Koridorlarda koşuşmanızı, hararetli mutfak toplantılarınızı, kahkahalarınızın ardındaki duyarlılığınızı ve iş disiplininizi hep sevgiyle, özlemle anacağım.
Bu güzelim ofisi, bu yaşlı ve görkemli binayı, öğle saatlerinde Nişantaşı’nın canlılığını ve günbatımında Taksim’e doğru yorgun ama keyifli yürüyüşlerimi de…
***
Sevgili Asu’nun ve Apo’nun yüzlerine defalarca söyledim zaten, ama bir kez de hepinizin huzurunda buradan, bana yıllardır iş ortaklığının çok ötesinde verdikleri sağlam, sıcak, duyarlı, ‘kesintisiz ve koşulsuz’ destek için yürekten teşekkür ediyorum.
***
Nöbeti devralacak olan değerli arkadaşımızın da, bilgisi, birikimi, enerjisiyle Marjinal’e farklı bir renk ve ivme katacağından hiç kuşkum yok.
***
Bir veda partisi olmayacak. Bu benim özel isteğim, ricam… Çünkü vedalaşma sahnelerini sevmiyorum, çünkü aslında veda etmiyorum.
Ertesi gün tekrar gelecekmiş gibi “iyi akşamlar” deyip gitmeyi istiyorum.
***
Ve aslında hep “yanınızda” olacağım. Telefon ve İnternet kadar yakınınızda. Aranırsam, destek olabildiğim, katkıda bulunabildiğim için, aranmazsam işler tıkır tıkır yürüdüğü, Marjinal genç ekibiyle her gün biraz daha güçlendiği, parladığı için sevineceğim.
***
Hoşça kalın… Sevgiyle, dostlukla, sağlıcakla kalın…

12 Temmuz 2008 Cumartesi

Seçme Hakkınızı İsteyin!

Telekomünikasyon sektörünün dillere destan buluşması gerçekleşti. Dillere destan diyorum çünkü Ulaştırma Bakanı, Telekomünikasyon Başkanı, Rekabet Kurumu, sektöre ciddi yatırımlar yapan Özel işletmecilerin tümü Sapanca'da bir araya geldiler. Amaç birlikte yaşamayı öğrenmek ve uzlaşmaktı. Başardılar da. Gerçi kısa vadede olmasa da, en azında sektörün önünü açan birçok iyileştirici ifadeler kullanıldı.

Ayrıntılara birazdan döneceğim. Biraz da başa dönelim. Ankara ve İstanbul'dan belirtilen basının da katılımıyla yollara düştük. İstanbul'dan 1.5, Ankara'dan 3 saat süren Sapanca'da Cuma günü tam buluşma 16:00 sularında gerçekleşti. Sapanca'nın havası müthiş güzelmiş. Gölü de görmek isterdim, göremedim. Club başkanlarımıza buradan da duyurulur. Gezmeye, dalmaya vakit bulamadık ama süper bir tavla turnuvası gerçekleşti. Şahsen ben izlerken keyif aldım. Taş toplamaca oynasalardı Şeref Oğuz ile biz de turnuvaya katılacaktık. ;0) Her ekibin 3 tur oynadığı turnuva epeyce çekişmeli geçti. Sabah Gazetesi'nden sevgili Timur Sırt ve Doğan Telekom Genel Müdürü Fazıl Esen ödülü hak kazandılar.

Esas olaya 19.30 gibi geçtik. Bakan bey, TK başkanı, Telkoder Başkanı, Uşak milletvekili gibi birçok isim zirvede fikirlerini sundular. Hepimizi ilgilendiren haberleşme sektöründe genel amaç tıpkı gelişmiş ülkelerde olduğu gibi ucuza konuşmak, ucuza teknolojinin nimetlerinden faydalanabilmek. Vatandaşa alternatif sunabilmek. Yani tekelden uzak, gerçek bir rekabet ile serbestleşebilmek.

Gelelim alınan önemli kararlara:
1-İnternet ücretlerindeki özel iletişim vergisi kaldırılacak
2-Özel işletmecilerin sunduğu isslere geçmek isterseniz bağlantı ücreti alınmayacak
3-Şehiriçi telefon görüşmeleri rekabete açılacak
Kısa günün karı...

(Sapanca'ya ne zaman gidiyoruz? ;)

9 Temmuz 2008 Çarşamba

Çınar Bebek Karşınızda....


Sağımız solumuz sobe; herkesler gebe.... derkeeeen Sevgili Erdalımızın da bir oğlu oldu. Bakın şu güzelliğe, babasının oğlu işte.. Şu ellere bakın, bacaklarına bakın, şu uzunluğa bakın:) Aman da poz da verirmiş.. Babasıyla koyun koyuna da yatarmış.. Cenin pozisyonundan çıkıp yan gelip yatan adam pozlarını görüyor musunuz? Bunun adı "Huzur" işte..

Gerçi geceler Erdal ve eşi için ne kadar huzurlu bilinmez ama:) Hep mutlulukla, sağlıkla ve huzurla geçsin günleriniz diyorum ve Erdalımızı yeniden kutluyorum.

Çok Sevindimm:)))


2008 de o kadar mutlu oldum ki,
Marjinal bebeklerinin doğumları yaklaştıkça ,
seviniyor ve yeni sürpriz haberler alıyorum.
Cemal'in nufus sayımından sonra yeni bir haber aldım :)
71 + 1 oluyoruz.

:))))))))))))))

Süprizzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzz...

Bir Yıldız Doğuyor!




8 Temmuz 2008 Salı

Bir ziyaretçimiz var...

Bu sabah küçük Marjinalli Kerem (Sebiha'nın oğlu) ziyaretimize geldi. Herkes sırayla ilgilendi ve oyunlar oynadı Kerem'le ama sanırım en çok Ozi ve Eray ile oynadığı oyundan keyif aldı. Ne dersiniz? :)

2 Temmuz 2008 Çarşamba

tanık olmak

ölüme tanıklık,
haziranda ölmek kadar zor.

ölümün kolay olduğu yerde,
yaşamak zor.

(be)beklerken

yaşıyoruz
gelişini,
şöyle böyle değil,
öyle böyle,
anlayacağın
dolu dolu
rengarenk

Yangın Yeri

Yaşamak bu yangın yerinde
Her gün yeniden ölerek
Zalimin elinde tutsak
Cahile kurban olarak
Yalanla kirlenmiş havada
Güçlükle soluk alarak
Savunmak gerçeği çoğu kez
Yalnızlığını bilerek
Korkağı döneği suskunu
Görüp de öfkeyle dolarak

Toplanır ölü arkadaşlar
Her biri bir yerden gelerek
Kiminin boynunda ilmeği
Kimi kanını silerek
Kucaklıyor beni Metin Altıok
Aldırma diyor gülerek
Yaşamak görevdir yangın yerinde
Yaşamak insan kalarak

Yaşamak bu yangın yerinde
Her gün yeniden ölerek


Ataol Behramoğlu