Aylardır kaçıyordum. Ayrılık arifesinde duygusallaşmaktan. Giderayak gözyaşlarına teslim olmaktan. Çocuk gibi inat ettim. “Aslında gitmiyorum” diye avuttum kendimi. Veda partisi istemedim.
Herkesle ayaküstü konuşuyordum. Şakalaşmalar, havadan sudan sözler… Oysa ayrılık kocaman, görünmez bir granit blok gibi duruyordu aramızda.
Dün öğleye doğru ofisten çıktım. Yemekte iki eski dostumla buluştum. Böyle buluşmalarda arkadaşlarım sık sık saate bakmama takılır, dalga geçerler. Saatsiz gelmemi şart koşanlar olmuştur. Elimde değildir, bilirler, hoş görürler.
Dün ilk defa saate bakmadım.
Yemekten sonra Kadıköy’e geçtim. Kalabalık bir caddede ani bir dürtüyle telefonumu çıkarıp baktım. Cevapsız bir arama vardı. Marjinal’in numarası… Aradım. Caddenin gürültüsünden zor duyuyordum. Bana gönderilen bir şey komşuma bırakılmıştı galiba. Bir anda kafam karıştı. O şey neydi? Komşum kimdi? İki gündür aynı odayı paylaştığımız Aysun Hanım mı? Odamın bitişiğinde başka bir oda var mıydı? Kim vardı orada? İyi duyamadığımı söyleyip tekrarlattım. Anlayışlı bir ses: “Apartman komşunuza” dedi.
Bir anda Marjinal’i evim sandığımı fark ettim.
Akşam eve dönünce komşuma çıktım. “Ah evet, buzdolabına sığdıramadık, klimanın karşısına koyduk” dedi. Ne olabilirdi?
İçeri girip kucağında dünyanın en güzel “melez” buketiyle döndü. Bir de büyük zarf tutuşturdu elime. Yutkundum. Teşekkür ettim. Anlamaya başlamıştım. Kaçış yoktu.
Eve dönüp zarfı açtım. Sanki doğaüstü bir elin çizip renklendirdiği, anlam yüklediği gerçeküstü bir tablo. İçim ürpererek baktım. “Melez” bir resim… Yalnızlık… hüzün… korku… umut… cesaret… bilinmezlik… bitiş… başlangıç… yolculuk… sonsuzluk…
Benim resmim... Benim hayatım… Tam durduğum yeri bir başkası benden iyi anlamış, benden güzel anlatmıştı. O renkler, o kadın, yüreğime bir ok gibi saplandı.
Sonra ansızın resmin arkasını gördüm.
Altın rengi yüzlerce kıvrak harf, buğulanan gözlerimin önünde uçuştu. Yine de tuttum kendimi. Sıcak, heyecanlı, hak etmediğim kadar övgü dolu sözler, “anne duaları” kadar içten, cömert dilekler… Gülümsedim… Gaspar bile oradaydı!
“Sevgili, sevgili Marjinalliler, yine ‘birer birer ve hep beraber’ gönlümün en duyarlı telini titrettiniz. Nevra’nın yanık türküleri gibi… Yaratıcılığınıza, yüreklerinize, o altın mürekkebi konuşturan ellerinize sağlık…”
…diye düşündüm. Yine de direndim, büsbütün çözülmedim.
Mutfağa girdim. Buzdolabından bir raf eksiltip görkemli melez buketimi yerleştirdim.
Sonra bir robot gibi musluğu açıp kenarda duran bardakları aldım. Yıkamaya başladım.
Birden boşandı yaşlar.
Bentler yıkılmıştı…
Elimden gelen her şeyi yapmıştım.
Ama kaçış yoktu.
Sonra tuhaf bir şey oldu.
Gözyaşları içinde bir anda şükranla dolup taştığımı hissettim.
Sevgili Marjinalliler…
Kaçmanın anlamsızlığını, teslim olmanın özgürleştirici büyüsünü yaşattınız bana.
Giderayak ne kadar anlamlı bir ders aldım sizlerden!
İyi ki varsınız, sağolun, varolun!
Not: Bu yazıma yorum beklemiyorum, süreç tersine dönmüş, yazılara yorum değil, yorumlara yazı yazılmıştır.
24 Temmuz 2008 Perşembe
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder