31 Ağustos 2007 Cuma

Hoşgeldin Maya


S&T'nin en minik üyesi Maya'ya kocaman hoşgeldin diyoruz :)
Annesi Tuğba, Maya'nın hastaneden çıkışını fotoğraflamakla kalmamış bize de yollamış.

29 Ağustos 2007 Çarşamba

Kısasa Kısas

Bizim alt yapımızı yenileyen, güvenlik sistemimizi kuran, sabırla sorularımızı yanıtlayan, eğitimler veren sevgili Tezel bey'e blogumuza girme izni vermemişiz!!!
Sitemli mesajını alınca durumu fark ettik ve hemen davetimizi yaptık. Bundan sonra güzel kızı Ekin'le birlikte sitemizi izleyecek ve yazılarıyla renklendirecek.
Değil mi Tezel bey? :)

Yarın Gaspar'ın Yaşgünü :)


Her yıl olduğu gibi bu yıl da Gaspar'ın yaşgününde tatil var!

İş arkadaşlarına duyurulur, kutlamak isterseniz (1 gün önceden) sizi bekliyor :)

28 Ağustos 2007 Salı

Söze Gerek Yok :)




















Oğlumla ilk tatilimizi de yaptık. Aslında 2 aylıkken de bir tatile gitmiştik ama sürekli uyuduğu için birşey anlamamıştık. Ama bu sefer denizden havuza, havuzdan kuma, kumdan tekrar denize, oradan lobideki koltuklara, masa üstlerindeki çiçeklere, sonra restaurantlarda mama sandalyelerine derken işte bir hafta geldi geçti.
Hikayemiz 12 saatlik yolculuktan sonra kendimizi Rixos Beldibi'ne varışımızla başladı. Vardığımızda hava bulutlu ve rüzgarlıydı. Meğer Antalya'da son bir haftadır her öğleden sonra hava kapatıyormuş ve rüzgar çıkıyormuş. Neyse hızlıca odamıza yerleştik ve kartanesinin karnı acıkmış olduğu için ilk restaurant yemeği deneyimi için aşağıya indik. Otel bir nevi çocuk parkı gibiydi. Çoğunluğu Rus olan çok sayıda ve çeşitli yaşlarda çocuk vardı. "Çocukla gidilebilecek en güzel yer" demişlerdi ama belli ki bunu bir tek bize dememişler...Neyse işte etrafı seyrede seyrede yemeğimizi yedik ve yattık. Tabi kısmen uykusuz geçirdiğimiz ilk gecenin ardından saat 05.00'de daha güneş bile doğmadan uyandık. Güneşin doğuşunu deniz kıyısında kartanesi ile birlikte seyrettik. Şu anda size çok romantik gelebilir ama inanın ki o dakika da sadece yatmak isterdiniz. Her günümüz rutin olarak denizde, kumlarda taşlarla oynayarak ama her fırsatta taşı ağzına alma denemeleri ile, havuzda yüzerek, odada müzik eşliğinde dans ederek ki bunu görmenizi isterdim gerçekten, çocuk kulübünde kalemlerle oynayarak, otel fotoğrafçısına poz vererek, gelen geçen güzel kızlara gülücükler atarak, özellikle Hollandalı ve Fransız ablaları sürekli takip ederek geçti. Sözün kısası çok eğlendik çok....Ah bir de gece yarılarına kadar devam eden disco sesleri odamıza gelmeseydi daha mutlu olacaktık ama her gülün bir dikeni olur değil mi? İşte arkadaşlar resimlerden de anlaşılacağı üzere daha fazla söze ne gerek, kartanesi artık bronz bir karaoğlan, her ne kadar bunu resimlerde anlamak zor olsa da karaoğlan oldu...

Fırsat Bu Fırsat

Bizim katta bulunan lavaboda ufak bir tadilat işlemi var. Bu yüzden birkaç saat için bizim kattaki lavabo yerine üst kattaki lavaboyu kullanmamız gerekiyor.
Ama üst katta işler hiç de beklediğiniz gibi değil. Fırsat bu fırsat diyenler tezgahı kurmuşlar, köşeyi dönmüşler. Hizmet gerçekten kusursuz.

Avşa, Deniz Anası ve Ben...


Eee herkes tatil anısı yazar da ben eksik kalır mıyım hiç :) Çok iç acıcı bir anı değil maalesef ama paylaşmak istedim. Malum hava sıcaklığı nedeniyle sürekli denize girme ihtiyacı duyuyor insan. Günlerden Salı, hava sıcak, ben de hemen atladım denize biraz yüzdüm, dinlenmek için durduğumda gözüm yanıyordu ve birşeyler batıyordu. Hemen çıktım denizden, elimi yüzümü yıkadım daha kötü oldu, gözümü açamaz hale geldim. Eczanede aldım soluğu. Meğer deniz anası gözüme çarpmış! Bir çok kişiye olmuş bu sene. Neyse damla verdiler ve hemen orada damlatılar. Sonuçta gözüm geçti ama bir gün boyunca gözüm şiş ve kırmızı dolaştım. Aman siz siz olun gözü açık yüzmeyin....

Gün Bayram Günüdür


Sonunda bitti. Sistemleri yeniledik, 1 aylık uzun ve yorucu bir çalışma sonucunda. 1 ay çok yorulduk ama işimizin ne kadar kolaylaştığını çok yakın zamanda anlayacağız.
Sistem yenileme olayları dün Marjinal'in leb-i leb-i derya toplantı odasında gerçekleşen bir eğitimle son buldu. Belirlenen saatle buluşuldu, kameralar kuruldu, notlar alındı. Sistemin, işlerimize "nasıl entegre edildiği" ve "bu sisteme bizlerin nasıl entegre olması gerektiği" anlatıldı. (Eğitimde olamayanlar çok şey kaçırdı). Herkes dersi iyi dinledi, notunu iyi aldı.
Eğitim sonunda, Cemal Abi, Osman Abi ve Alican Abi'nin gözlerinden süzülen mutluluk gözyaşları, her şeyi anlatıyordu aslında. İşte o anda kelimeler kifayetsiz kaldı.
Kısaca gün bayram günüdür, düğün günüdür. Davullar çalınsın, dargınlar barışsın, küçükler sevilsin, büyükler sayılsın. 40 gün 40 gece eğlence yapılsın...
Her şey çok güzel olacak çünkü.


Tatil Matil

Aradan iki hafta geçti tatilden döneli ama hala sizinle paylaşamadım.
Şule'nin de yazdığı gibi Çeşme'de karşılaştık. Daha doğrusu birbirimizin orada olacağını bildiğimiz için orada karşılaşmaya gayret ettik. Bu sayede de Şule'nin ablası Bilge ile tanışmış oldum. O da Şule gibi güler yüzlü ve içten biri. Tesadüfe bakın ki kuzenimin yeni işe başladığı yerde çalışıyormuş o da. Hatta geçen gün kuzenim aracılığı ile bana selam göndermiş ama bizimkinden değil de Şule'den öğrendim yine:)) Olayı abartıp Şule'ye kuzenim aracılığı ile selam göndermeyi düşünüyorum:))

Geyik bir yana tatilim çok güzel geçti. Üniversiteden artan-azalan bir 15 kişilik grupla beraberdik. Kendi deyimimizle kakara kikiri-makara kukara bir tatil oldu:) Her anımı değerlendirmek için gezme olayını abartıp dinlenme kısmını azaltınca haliyle son gününde yorgun düştüm. Aslında bana kalsa bütün tatil boyunca Alaçatı'da kalıp surf yapardım. Şule'cim keşke daha sonra da gelebilseydin, asıl o zaman çok eğlenmiştik. Tekneyle de Yunanistan'dan, Kıbrıs'tan toplamak zorunda kalmamışlardı. Fotoğraflarımız da var ama ah Mahmut ah bir alamadık senden şu fotoğrafları. Yanımızda da yoktu ki bir N95 şöyle 5 megapiksel, çarşaf çarşaf çek. Bu yazı fotosuz olsun artık ne yapalım.

27 Ağustos 2007 Pazartesi

Dilimize Sahip Çıkalım!















Leylan'ı tanıyanlar bilir, sağlığına pek bir düşkündür. Ama nedense her şey onun başına gelir:( Hatta "ilk kez" yaşanabilecekler de:)
Bugün de işte böyle günlerden biriydi:( Salata yerken dilini ısırmış, 2 saat kan durmadı ve Alman Hastanesi Acil'indeyiz! Şansa bakın, tekne gezimiz sonrasında Melike hanımla ziyaret ettiğimiz doktor ve ekibi bizi karşılıyor. Zaten MarjinalClub'ı da çok iyi biliyorlar:) Bu vakayla gitmemize de çok güldüler:)
Ve Leyloş, müthiş sakinliğiyle dilini diktiriyor. (Osman'ı bu durumda düşünemiyorum)

Geçmiş olsun Leyloşşşşşş!!

22 Ağustos 2007 Çarşamba

Korku üzerine

Cemal'den, Yaso'dan, korkularımızla ilgili hoş yazılar gelince, ben de korku üzerine birkaç alıntıyı blog ahalisiyle paylaşayım dedim...

"İnsanoğlunun en eski ve en güçlü duygusu korkudur.”

H. P. Lovecraft

“Cesaret, korkusuzluk değil, korkuyla yüzleşme yeteneğidir.”

John B. Putnam Jr.

“En derin korkumuz yetersiz olmaktan kaynaklanan korkumuz değil, sınırsız bir güce sahip olmaktan kaynaklanan korkumuzdur.”

Marianne Williamson

“Eninde sonunda, içten içe biliriz ki her korkunun öbür yanı bir özgürlüktür.”

Marilyn Ferguson

Marjinalclub yayılıyor...


İki hafta önce e-bültenimizde duyurduktan ve elektronik mesajlarımızın altına koyduğumuz imzalara dahil ettikten sonra blogumuzu takip edenler artmaya başladı. İşte blogumuzdan bugün haberdar olan ve bizi takip etmek istediğini ileten minik Doruk Ersöz!

20 Ağustos 2007 Pazartesi

Kutlayacağız Değil Mi?


Tarih: Ağustos 2005
Saat: 18:00
Yer: Marjinal büyük toplantı odası (o zamanki en büyük).
Marjinal'de çalışmaya (o zamanlar stajerim) başlayışımın 3.günü.
Marjinal'in yeni yaşını kutlamak için, herkes çalışmasına ara verdi ve büyük toplantı odasında bir araya geldi. Herkes çok keyifliydi Marjinal bir yaş daha büyüdü diye.
2006 yılında da aynı eğlenceli şekilde kutlanmıştı Marjinal'in doğum günü.
Tarih 2007 Ağustos, işlerimiz yoğun, bir taraftan da sistemlerimiz yenileniyor. Bu aralar biraz vakit problemimiz var aslında. Ama en kısa zamanda yeni yaşımızı kutlayacağız değil mi? Kutlamak gerek...
Not: Bu fotoğraf Kodak V 1003 ile panoramik modda çekilmiştir.Soldan sağa Eray, Nevra, arkada Eda ve telefonda Feyza konu mankeni olmuştur. :)


Biraz kaybetme korkumuz olmalı...

Etrafınızdakilere, sahip olduklarınıza bir bakın. Ancak şöyle göz ucuyla bakmayın. Enine, boyuna, içinize sindirerek bakın. Ne kadar değerli olduklarını farkedin. Eğer bu değerin farkına varamadıysanız onların yaşamınızda olmadığını düşünün. Ne hissettiğinizi, neler kaybedeceğinizi görebildiniz mi?

İnsanoğlu maalesef elindekinin kıymetini bildiğini zannediyor, sevgisini, saygısını gösterdiğini zannediyor ama hep “esas” değeri kaybettiği zaman anlıyor. O zaman da iş işten geçmiş oluyor. Bizzat kendim de buna bir örneğim. Ne zaman cenazeye gitsem, aslında herşeyin boş olduğunu, şu hayatın çok kısa olduğunu ve kafaya hiçbir şey takılmaması gerektiğini kendime hatırlatırım. Fakat yaşam sizi o kadar çok yere sürüklüyor ki, bu psikoloji en fazla bir gün sürüyor. Yine de kendimi şanslı hissediyorum. Beni yakından tanıyanlar bilirler, her zaman hayata çok bağlı ve pozitif bir yaklaşımım vardır. Hayatın ve etrafımdakilerin değerini bilirim, onları hiç üzmemeye çalışırım, şöyle düşünürüm; “Evet bugün tartıştık, 2 saat sonra o kişi bir trafik kazasında ölse ve onu kaybetsem, bu tartıştığımız konuya değer miydi?” Cevap çok açık; konu ne olursa olsun değmez...

Bu huyumu çok seviyorum ve doğru yaptığıma inanıyorum. Her sorun konuşarak çözülür, yeter ki iyi niyet olsun. Bundan sonra da çoğu konuda Polyanna tavrım devam edecek. Herkese de tavsiye ediyorum. Biliyorum bazen çok zor ama insanlara karşı iyi duygular beslediğinizde, toleranslı olduğunuzda kendinizi çok ama çok iyi ve hafif hissediyorsunuz...

Herkese önerim; elimizdekilerin kıymetini bilelim. Ama maddi ve manevi herşeyin ve herkesin. Bu sahip olduğunuz arkadaşınız da olabilir, tedarikçiniz de, aileniz ya da sahip olduğunuz para da olabilir. Kaybetme korkunuz olsun, inanın o zaman herşey daha anlamlı olacak...

Korkuların sonu...

Korku yaşamın olmazsa olmazlarından. Bünyede bir miktar bulunmalı sağlık açısından, bir miktar, fazla değil. Fazlası tedavi gerektirir.

Korku ve endişeler yaşarım ama korkularımın günlük yaşamımdaki yeri tedavi alacak noktada değil. Bu, etrafa daha fazla korku salanlara rağmen de böyle kalacak.

Her şeye rağmen yaşamı zehretmeden yaşamak.

Çat o kapı, çat bu kapı ardında...

Herkese merhaba,

Biraz can sıkıcı bir konu olacak ama yine de geçtiğimiz haftasonu yaşadığım olaydan sonra hem kendimi hem de sizleri bir kez daha uyarmak istedim... Akşamları ya da günün herhangi bir saatinde kendimizi düşünmeden ya da bilinçsizce ne kadar çok tehlikeye attığımızın farkında mıyız acaba? Önce kap-kaççılarla başlayan tedirginlik şimdi belki ekonomik uçurum, belki de uyuşturucuların daha yaygın olarak kullanılması/bulunabilmesi gibi durumlarla daha can alıcı bir duruma geldi diye düşünüyorum. Bunları öyle uzun boylu araştırmalara dayandırarak söylemiyorum tabii, sadece kişisel gözlemler... Ama kap-kaç ya da saldırı gibi olayların hep başkasının başına geldiğini okurken ve düşünürken, ilk defa benim de başıma gelebileceğini bir akşam (saat 19.00 gibi) iş çıkışında Cumhuriyet Caddesinde gözlerimle görüp yaşayarak anladım. Kaldırımda karşıdan gelirken gözünüze çok normal gibi gözüken bir gencin, kendisine ters yönden gelen ve kendi halinde arkadaşıyla yürüyen bir kızın çantasını kapmasıyla bir anda oldu. Küçük bir kovalamacanın ardından kızcağız elinde çantasından kalan son yadigar olarak tuttuğu çanta sapı ile tabii ki pes etti. Olayın ilk defa adeta kafama dank ettiği o anda, o kızın yerinde benim ya da başka herhangi birisinin olabileceğini anladım. Bu ve benzeri birtakım olaylarla, sürekli olarak da kendime dikkat ettiğimi düşünürdüm. Ta ki geçtiğimiz haftasonuna kadar... Geçen haftasonu ise, bu tip olayların aslında insanın bir saniyelik bir tereddüt ve yanlış karar vermesiyle ne kadar tehlikeli bir boyuta ulaşabileceğini şahsen-bizzat-kendim yaşadım...
Ve aklıma ilk gelen şey bunun için acaba internette bir kaynak var mı diye bakmak oldu. Ne yazık ki Türkçe olarak bir kaynağa ulaşamadım. Bir ara İTÜ-Kriminal Bölümü Müdiresi (ismini ve ünvanını tam olarak hatırlayamadım ne yazık ki) tarafından yapılan bazı uyarılar hala aklımda, ancak bunlar daha çok Amerika'daki araştırmalar sonucu elde edilen bilgiler olduğu için bazıları bizim için pek uygun olmayabilir. Yine de aklımda kaldığı kadarıyla sizin de aklınızın bir kenarında bulunsun diye sizlerle de paylaşmak isterim:
- Eğer evde yalnız başına kalan bir bayansanız, asla telesekreterinize kendi sesinizle kayıt yapmayın (rastgele numaranızı çevirmiş birisi birden bire daimi sapığınız olabilir)

- Otoparklarda hırsızlık ve gasp için en iyi avların, arabasına elindeki paketlerle binmeye çalışan dağınık, telaşlı bayanların olduğu tespit edilmiş

- Evinize girmeden önce mutlaka anahtarlarınızı elinizde hazırlayın, çünkü yine en iyi avlar eli kolu dolu, kapının önünde dikilip çantasında anahtar arayan yalnız bayanlarmış.

- Artık hepimizin bildiği birşey belki ama arabada çantayı yan koltuğa değil de mümkünse dışarıdan görülemeyecek bir yere (mesela araçta tek kişiyseniz, sürücü koltuğu ile kapının arasına sıkıştırmak) saklamak.

- Çarşı pazarda durmadan cep telefonunu çantadan ya da cepten çıkartıp konuşarak hem telefonunuzun yerini belli etmemek, hem de hiç olmadık yerde dikkat çekmemek.

- Tüm paranızı ve kimliklerinizi çantada değil ayrıca cebinizde ya da başka küçük bir çantada üzerinizde taşımak

Bunlar da benden vecizeler:

- Tek başınıza günün hangi saatinde olursa olsun; bir tünel, koridor ya da benzeri karanlık ve tenha bir yerden geçecekseniz, mümkün olduğu kadar önünüzdeki arkanızdaki insanlara dikkat edin. Şüpheli davranışları (aniden yavaşlama, durma ve bekleme, başka birşeyle ilgileniyor gibi yaparak arkanıza geçme vb) olursa kendinizi korumak (şok aleti, göz yaşartıcı sprey veya kendini savunma hareketleri, vb.) için apartta bekleyin.

- En kısa zamanda bir savunma sanatı öğrenin (işte benim duruma bulduğum köklü çözüm, aikido öğreneceğim... ;))

Herkese sağlıklı, dikkatli ve saldırılara karşı uyanık günler diliyorum...

Bloğum Gelmişken

Bloğum gelmişken bir tane daha yazayım dedim.
Bu yazıyla birlikte sizlere fotoğraflar da sunmak isterdim ama ne yazık ki yanımda makinem yoktu.
Dün anneciğimle saldık kendimizi Fethi Paşa Korusu'nun içine. Benim burada çok sevdiğim minik bir çay bahçesi var: Mavi Yeşil. Üsküdar'dan Kuzguncuk'a doğru giderken sağ kolda tabelasını görebilirsiniz. Hedefimiz buraya gitmekti. Bilenler bilirler korunun iki girişi vardır. Bir sahil tarafından, dik bir yokuş tırmanarak, bir de Bağlarbaşı'ndan aşağı doğru inerek.
Arabayı kullanan annem olacağı için dik yokuşu pek gözüne kestiremedi. Haydiii, biz de kulağımızı tersten gösterip çıktık Bağlarbaşı'na. Burada arabayı park edip bayır aşağı vurduk yollara. Yol boyunca annem "Allah'ım bi burası kaldı yeşil, buraları da yakma yarabbi!" diye dualar ediyor, bir yandan da koluma tutunmaya çalışıyordu.
Düşme korkusuyla mücadele ederek vardık Mavi Yeşil'e. Ağaçlar altında seyrettik boğazı, geçen gemileri. Ana-kız dedikodu yaptık bir güzel.
Vakit ilerledikçe ikimiz de "hadi kalkalım" diyemedik! Çünkü kalkmak demek bu sefer de yokuş yukarı tırmanmak demekti.
Annemin benden ruhen daha genç olduğunu bildiğim için beni cesaretlendirmesini bekledim bir süre. Sonunda beklenen cümleyi söyledi. "Kalkalım Nevra'cım!"
Dönüş yolculuğumuz, inişten birkaç kat daha zorlu geçti. O da ne! Korunun içindeki spor aletlerini gören annem dayanamadı. Ben yapma etme dedikçe, bütün spor aletlerini denedi. "Şu hareketten 50 kere yapacağız Nevra, bilmem neremizdeki yağlar eriyecek, öteki alet bel bölgemizi çalıştıracak, haydi sen de çık çabuk, ellerinle şu demirlerden tutun ve başla belini döndürmeye." Yokuş yukarı çıkmaktan nefes nefese kalmış olan benden ise şu cümleler çıkıyordu:
-Anne! Ne yapıyorsun? Kolun acıyacak, düşeceksin. Ben yapamam, bana ne, bunca yolu zor çıktım zaten...
Hep dediğim gibi aslında ben anneyim, o benim kızım sanki. Ona baktıkça kendi uyuşukluğumdan utanıyorum :)
Canım annem, hep böyle enerji dolu ve yanımda olursun umarım. Seni seviyorum!

Yer Değişikliği


Duyduk duymadık demeyin!
Bizim bölümdeki klimamız bu sıralar görevini tam olarak yerine getiremediği için ben de vantilatörün nimetlerinden faydalanayım dedim. Geçici bir süreliğine, şu an tatilde bulunan Nazlıcan’ın yerine taşınmış bulunuyorum.
Bunu yaparken ekip arkadaşlarıma yeni bir dahili numara iletmektense telefonumu Nazlı'nınkine yönlendirdim. Ama kapıdan bakacak ve beni eski yerimde göremeyecek olanlar için de minik bir ekip mesajı göndermeyi de unutmadım tabi.
Nazlı'cım fotoğraf sadece bir mizansendir, az biraz eşyalarına el koymuşum gibi oldu ama geldiğinde hepsini sapasağlam bulacaksın :)

16 Ağustos 2007 Perşembe

Değişik bir hırsızlık hikayesi

Bugün yazlık evimize hırsız girdi. Aynı sitede oturan halama öğlen yemeğine gitmiştik. Tam bir saat sonra döndüğümüzde kapımızı açık bulduk. Yerlerde kapının tahta parçaları, kilit vardı. Heyecanla içeri odalara girdik. Ortalık dağıtılmamıştı, sadece çekmeceler yarım açıktı. Evde iki laptop, cep telefonum (Nokia N73 :)), saatlerimiz, fotoğraf makineleri, herşey ortadaydı ama hepsi de yerinde duruyordu. Sonra benim çantamdan, babamın cebinden para alındığını fark ettik. Hemen site müdürü çağırıldı, o da Jandarma'ya haber verdi. Yarım saat sonra evde 5-6 tane iri yarı Jandarma, ellerinde çantalar, aletler geldi. Hepimizi salona topladılar. Uzun süren soruşturma, parmak izi için noktaların belirlenmesi, olasılıklar üzerine yapılan konuşmalar, sonra ifade vermek için karakola gidiş... Can sıkıcı bu işler sonucunda tabii ki hiçbir sonuç çıkmadı. Parmak izi bırakmadan almış gitmiş yapan. Yapacak birşey yok. Giden para olsun deyip avuttuk kendimizi. Ama olan bizim öğleden sonraki havuz keyfimize oldu! :(

15 Ağustos 2007 Çarşamba

Zehra Teyze


ve bu daaa "Cunda'ya gidersem nerede kalabilirim?" diye soranlar için...

Şeytan Sofrasında Gün Batımı


Efendim, Ayvalık Sarımsaklı'daki tatilimizin son günleriydi. Herkesin dilinde bir "Şeytan Sofrası" almış gidiyor. Neymiş? Günbatımı en iyi buradan izlenirmiş.
Eee, oralara kadar gidip de görmeden olmazdı.
Gittik. Gördük. Çok beğendik.
Sizler de görün istedim.


Marjinalliler Çeşme'de de Buluştu!















Sevgili Marjinal arkadaşlarım, tatilimden döndüm ve hemen bir anımı sizlerle paylaşmak istedim. Aynı tarihte aynı yerde Burcuk ile karşılaşmamız çok renkli oldu. Ofis arkadaşımla birlikte surf yapma zevkini tattığım için çok mutluyum. Daha doğrusu ikimiz de yapmaya çalıştık. Önce ben Yunan adalarına giden yoldan tekneyle kurtarıldım daha sonra da Burcu tekneyle kıyıya getirildi. Dönüşün nasıl olduğunu öğrenmeden, ilerleyebilmenin verdiği heyecanla nasıl geri gelineceğini unutmuşuz:) Buradan çıkarılacak ders, yapabilmenin heyecanı ile ileriye dönük düşünmeyi her zaman hatırla:)

Bir de tatildeyken aklıma bir fikir geldi. Marjinal ailesi olarak birlikte bir takım sporu yapsak ne süper olur değil mi?

Hola Carinos

Evet geldim işte... Sabah yazmaya başladım ama işler başlayınca taslak olarak kaydetmek zorunda kaldım. Şimdi küçük bir ekleme yaparak gönderiyorum. Yazmaya başladığım an fonda "ispanyol meyhanesinde bir kadın çığlık çığlığa şarkı söylüyor" çalıyor. Ama sözler biraz değişmiş. İspanyol meyhanesinde Eray uyukluyor, baş ağrısından kıvranıyor, vb... Neden mi? Anlatayım efendim.

Cuma günü sizlerle vedalaşırken, yani tatile çıkarken ne kadar da mesuttum biliyorsunuz, vize ve bilet için de yapmam gerekenleri tamamlamıştım. Ama nereden bilebilirdim ki kabusum cumartesi sabahı başlayacak. Biliyorsunuz konfüsyonel migren diye bir sorunum var. Az görülen migren cinslerindenmiş kendileri ve tüm az bulunan rahatsızlıklar gibi o da beni buldu. Biliyorsunuz bir de Lupus diye bir rahatsızlığım var. Nasıl özel hissediyorum anlatamam:)

Neyse bu migren bazen nöbetler şeklinde beliriyordu, biraz baş ağrısı ve sersemlik ve sonra herşey çok daha iyi oluyordu. Hafıza sorunumu hepiniz az çok biliyorsunuz ancak bu kez nöbet geldi ve geldiğinde ben yoktum. Evet ne yazık ki bu kez kendimden geçmeme sebep oldu, nefes alamama, titreme, kasılma falan filan derken soluğu hastanede aldık. Ve doktorun söylediğine göre ben epilepsi nöbeti geçirmişim. Kendi doktoruma ulaşmam bir hafta aldı ve üzülmeyin dün öğrendim ki ben sadece konfüsyonel migren nöbeti geçirmişim, yani epilepsi değilim:) İki ayrı doktor, ikisi de konusunda uzman ancak farklı yaklaşımları var. Sonuçta şu anda çok iyiyim. Size İspanya maceralarımı anlatmayı çok isterdim ancak İspanya'daki ruh halim ne Madrid'i, ne Alicante'de denizi, ne şarabı görecek gibi değildi. Verilen hapın etkisi ile çoğu zaman uyukladım diyebilirim ve tabi belirsizliğin yarattığı sıkıntı. Gerçekten de kabus gibiydi. Ne yazık ki kendi tatilim ile birlikte sevgili eşimin de tatilini berbat ettim diye düşünürken o hep güleçti, hep neşeli, hep sevgi dolu. Tüm İspanyol ve Arjantinli arkadaşlarım bile 6 yıl sonra gördükleri arkadaşlarının yani benim emin ellerde olduğumu farkettiklerinde ne kadar mutlu olduklarını anlattılar kendilerince.. Evet hastalıklar konusunda seçilmiştim, çok özeldim. Ama eş konusunda da öyleydim. Oğuzhan'ın eşi olduğum için seçilmiştim. Sevgülüm benim, canım, o hep yanımda ve biliyorum ki hep yanımda olacak. Demek hayat arkadaşı böyle birşeymiş. İyi ve kötü günde birlikte olmak böyle birşeymiş. Ne olursa olsun felaketler insanları yakınlaştırıyor. Belki benimkisi bir felaket değildi ama olabilirdi de. Keşke felaketler hiç olmasa ama oluyor işte. Herşey bizim için. İyisi de kötüsü de.. Ama ben şu anda çok mutluyum. Yalnız değilim. Çok sevdiğim ve beni her koşulda seveceğini bildiğim bir hayat arkadaşım var. Oğuzhan'ın atak sırasında, öldüğümü sandığı anda arayabileği ve hemen yardımına koşan arkadaşlarımız var..Nazlım, Ayşem çok sağolun canlarım. Sebihacım, Yasem, Nevram hiç bıkmadan arayıp sordunuz taaa İspanyalar'da merak ettiniz beni. Annem babam koşa koşa geldiniz, endişenizi hiç belli etmeden usul usul çaktırmadan izlediniz. Siz benim herşeyimsiniz.

İşte böyle arkadaşlarım İspanya tatilinden döndüğümde size Madrid sokaklarını, Alicante'de salsa gecelerini, Şarap tadlarını anlatırım diye düşünmüştüm ama 5 günlük tatilden çok daha değerli anılarla döndüğümü düşünüyorum. Daha yüklü... Sevgi yüklü

Tamam tamam bu kadar duygu yeter akşama doğru da size uyanık kalabildiğim kısa zamanlarda yaptıklarımı ve İspanya izlenimlerimi anlatacağım. Bekleyin beni anacıııııımmmmmm...

14 Ağustos 2007 Salı

NeDen BeN? :((

Son birkaç zamandır bu soruyu cok soruyorum kendime... Neden? Neden? Neden? Tam diyorum ki herşey harika gidiyor, pat ya dişim ağrır ya başka birşey çıkar. Bütün aksilikler de beni mi bulur?... Ama herhalde bugün yaşadıklarımı hiç unutmayacağım. Bu konuda sizleri de uyarmak isterim. Malumunuz hepimiz dışardan bir şeyler yiyoruz. Ben de artık son günlerde aldığım kilolar yüzünden dedim güzel bir salata söyliyeyim. Ayy söylemez olaydım! Bütün gece mide ağrısı çektim. Hadi geçer, şimdi geçer, yok! Sabah işe gelmek için kalktım da aman tanrım isterseniz gerisini anlatmayım. Zavallı ablacım bütün gün hastahanede peşimde koşturdu. Zehirlenmişim! Berbat bir şeydi anlatamam! Sadece serumla beslendim bugün ve daha yeni yeni kendimdeyim. O yüzden dikkat edin yediklerinize nooolluuurrr!...

ben

can'ı özledim
anter'i özledim
hrant'ı özledim
insan'ı özledim
sen'i özledim

umut

iyi akşamlar diyecek kimse kalmadı
umut'tan baska
iyi akşamlar umut

bozulmak

çakırımın bozulmasına bozulurum
insanın insanı bozmasına bozulurum
paraya bozulurum
sevdasızlığa bozulurum
savaşa bozulurum

Kapı

Tatildeyim. Hava pırıl pırıl, deniz mavi-yeşil, rüzgar hafif ama serin. Elimde çok güzel bir kitap. Geçen haftalarda bir gazetenin kitap ekinde eleştirisini okuyarak haberdar olduğum, daha önce duymadığım, okumadığım, Macar yazar Magda Szabo'ya ait bir kitap: Kapı. 2003 yılında yabancı roman dalında Fransa'nın en saygın ödüllerinden olan Femina'yı kazanmış. Bizde Hilmi Ortaç çevirmiş, Yapı Kredi Yayınları'ndan çıkmış.

Kitapta bir yazar ve ona ev işlerinde yardımcı olan yaşlıca hizmetçisi arasında geçenler, hüzünlü bir mizah duygusuyla kaleme alınıyor. Hayvanların ve insanların dilinden anlayan, cesur, bilge hizmetçi Emerenc, yazarın yaşama, sanata ve ölüme ilişkin doğru bildiklerini sorgulamasını sağlıyor.

İstanbul'dan, evden, işten, koşuşturmacadan uzakta, ben de doğru bildiklerimi sorguluyorum.

11 Ağustos 2007 Cumartesi

Merhaba dünyalı, biz dostuz!

Fotoğraf güzel bi şiiiiiiii!

Madem blogumuzda her şeyi paylaşıyoruz, tanışmayan arkadaşlarla oğlumu tanıştırayim. Neden bu resmi seçtim? Çünkü Efe şu anda bensiz tatil yapıyor. Bakmayın onun yemek yiyormuş gibi duruşuna, ben olmayınca yemiyormuş eşşek:) En düzgün fotoğraflarından biri de bu. Resim seçerken çok kararsız kaldım çünkü fotoğraf çekerken genelde şaklabanlık yaptığı için sürekli tuhaf çıkıyor:)) Arkada gözüken de sevgili şişko babam... ;)
Fotoğraf güzeldir, hasret giderirsiniz...

Tatil hayalleri gerçek olanlara:)

Sevgili nazlıtom, leylan, dilek, sevinç.
Heyoo! Size sesleniyorummm:)) Rüyanızda belki beni görürsünüz:)))))
Sizi aklımdan geçiriyorum şu an. Hepiniz iyi dinlenin. Benim için de bol bol yüzün - dikkat edin kollarınız ağrımasın, güneşten simsiyah olun - dikkat edin güneş sizi çarpmasın, gülmekten kırılın inşallah - neşeniz bol olsun, denizin sesine kulak verin - dikkat edin kulağınızı sağır etmesin. Sevdiklerinize sımsıkı sarılın, hasret giderin. Arada bir aklınıza gelelim-özleyin.

Bir de benim için; sahile gidin. Ayaklarınız suya değsin. İleriye, evet tam karşıya bakın. Gözleriniz gökyüzünü denizle birleştirsin. Güneş gözlerinizi kıssın. Sonra kapatın gözlerinizi. Koklayın denizi, soluyun havayı. Ve benim için "ohh beee" deyin.

sevgiler,

10 Ağustos 2007 Cuma

Falım!



Tezel abi sen çok yaşa!

İletişimde olduklarımızla daha sağlıklı ve güvenli iletişim kurabilmek için, yaklaşık 3 haftadır ofisimizde hummalı bir çalışma var. Sistemlerimizi yeniliyoruz çünkü.
Her zaman duyarız bir yerlerde "Sistemlerimizi Yeniliyoruz" tümcesini, belki de çok sık duyduğumdan, bu işin bu kadar zor olduğunu ve çok fazla emek istediğini bilmiyordum açıkcası.
Gerçekten yeni sisteme geçmek çok zor bir olaymış. Bunun için iyi analizler yapmak ve işinde uzman sistem entegratörleriyle çalışmak gerekir.
Biz bu konuda çok şanslıyız işte. Sistemlerimizi kuran Tezel Abi gibi bir uzmana sahibiz çünkü. 3 haftadır bizim daha güvenli çalışabilmemiz için çabalayan, gece gündüz çalışan ve yüzlerce kez sorulan aynı soruya, sanki ilk defa cevaplıyormuş gibi cevap veren birisi Tezel Abi.
Günü tamamlayıp, evime dönmek için ofisten ayrıldığımda Tezel Abi'yi bilgisayarının başında bırakıyorum. Sabah işe geldigimde onu bıraktığım yerde aynı hummalı çalışma içerisinde buluyorum.
Artık son aşamaya geldi sistem yenileme olayları. Süpersonik, çok acayip teknolojiler mevcut artık ofisimizde. Emeği geçen herkese (başta Tezel Abi ve Marjinal'in Neo'su Mert Abi) teşekkürü bir borç biliyorum.

Bitti...

9 Ağustos 2007 Perşembe

Özel işaret ve harflerle

Mutluluğun resmini yapıp yapamayacağını sorduğunda ozanımız ressamımıza, ressamımızın cevabını merak konusu yapmışımdır. Nakşetmek, özel işaret ve harflerle anlatmak mutluluğu zor olsa gerek. Fazlaca rastlamiyorum. Bugün rastgeldi.

“Hayatta Herşeyden Öte Bir Tutkunuz Olsun!” yazısını okumadıysanız, okuyun.

HüZüNLüÜyÜüM :(((((

Hani derler ya insan yanındayken birilerinin değerini anlamazmış. Gerçekten ne kadar doğru!
Nedenine gelince, onlardan ilk defa ayrı kalıyorum. 21 senede en fazla İstanbul sınırları içinde bir kaç saat ayrı kaldım onlardan. Hayatınızda dost, sevgili, kim olursa olsun onların yeri bambaşka! Evet, anne, baba ve kardeşimden bahsediyorum. Her haftasonu yanlarında olsam da pazar akşamı o sessiz eve girince herşey bitiyor... Annemizin o dır dır diye tabir ettiğimiz şikayetleri, kardeşimin, abla şunu giyeyim, bunu versene, ben de büyüdüm artık diye başlayan yetişkinlik sorunları :), babacığımın 24 saat fb tv yi açıp izlemesi, evin o gürültüsü...
Anladım ki onlarsız hayat çekilmiyor. Ooff, neyse, ben şimdi çok duygusallaştım, neredeyse ağlayacağım!
Bu hüznümü sizlerle paylaşıp azıcık da olsa rahatlamak istedim...
Anneee, babaaaa, kardeşim! :) Sizleri çok seviyorum!

Aaa bu arada bir de ablam var. O ayrı vaka, aman duymasın! :)))))))))

8 Ağustos 2007 Çarşamba

Kaderin elimde Özcan Deniz!

Nereden aklima geldiyse, Google karşımda açıldığında adımı aratayım dedim. Üçüncü sırada kocaman ve koyu harflerle adımı gördüğümde yaşadığım şoku anlatamam! Aynen şunlar yazıyordu:

Yeni Şafak - Televizyon - Özcan Deniz'in kaderi Leylan'la gülecek ...
Asmalı Konak, Haziran Gecesi ve Kader dizilerinde rol alan Özcan Deniz, Eylül ayının ilk haftası Leylan isimli yeni bir diziyle izleyenlerle buluşuyor ...

Daha fazla okuyamadım. Nasıldı yani? Benim adım Özcan Deniz'e dizi adı mı oluyordu? Kaderi benimle mi gülecekti? Gülmez olsundu. "Nayır" dı, "nolamaz" dı.

Şimdi herkes çocuğuna benim adımı koyar, gazetelerde, dergilerde adım geçer, Özcan Deniz de kesin bir şarkı yapar, her yerde istek olur. Hayatim bir kaç yıl mahvoldu! :(

Hayatta Herşeyden Öte Bir Tutkunuz Olsun!

İşte kara listeden çıkıyorummmm:) Yazı yazmak benim için hem çok zor hem de çok güzel birşey. Bu çelişki ile yaşayınca da hemen klavyenin önüne oturamadım tabii ki. Ama Dilek'in yazısını okudum ve ben de beni mutlu eden hayat kaynağımı sizinle paylaşmak istedim. Her güne mutlu başlamanın nasıl birşey olduğunu en güzel ben biliyorum diyebilirim. Hatta neredeyse bütün geceyi uyumadan geçirmiş olsam bile:( Size tutkumu şöyle anlatsam: Evdeki tosuncuk sabahları saat 05.30 da uyanıyor ve kendince bize sesleniyor. Yataktan odasına gidene kadar yerlerde sürünüyorum ve hatta içimden birçok kızgın düşünce geçiriyorum. Ne işin var bu saatte?, niye kalktın şimdi?, zaten bir saat önce uyumuştuk?, ne olurdu birazcık daha uyusaydık? gibi gibi... Hani o sabaha karşı tatlı bir uyku olur ya, işte o anda düşünün ki saatiniz çaldı ve kalkmanız lazım. Bilmem gözünüzde canlandı mı:) Tam da o sırada mis kokulu bir odaya giriyorum ve yatağında ayağa kalkmış, yatağın başucuna tutunmuş olarak bekleyen ve görünce de sevinçten uçacakmış gibi olan tosuncuğu görüyorum. İşte o anda tüm sıkıntılarım, tüm yorgunluğum, tüm kızgınlığım... aklımda ne varsa uçuyor ve kucağıma alıp öpüp öpüp bitiriyorum. Sonra da yatağa gidiyoruz ve yatakta yuvarlanmaya devam ediyoruz. Sonraaaa birden aynanın önündeki kutuyu görüyor ve aaaaaaa, aaaaaa diye sesleniyor. Her sabah bu kutuyu görüyor ama her sabah bu şaşkınlık seslerini çıkarıyor. İşte o an yiyebilirim diye düşünüyorum. Kutuyu alıyoruz beraberce ve doğru tekrar yatağa. İçinde bir sürü küçük anahtar ve kilit var. Bir vakitler evdeki tüm valiz kilit ve anahtarlarını bu kutunun içine toplamıştım. Acaba bu kilitlere ait valizler halen yaşıyor mu bilmiyorum bile. Ama birgün birileri, bir tosuncuğun olacak da her sabah bunlarla oynamaktan çok zevk alacak deseydi hayatta inanmazdım. Anahtar sefamız bittikten sonra ben yavaş yavaş hazırlanıyorum. Tosuncuğun da uykusu gelmiş oluyor. Süut, süut diye işaret parmağı ile mutfağı gösteriyor. Kalkıp ona süt getiriyorum ve sonra uyuyoruz. Eğer uyku savaşımızda tosuncuk beni yenerse ben artık evden çıkıyorum o da camdan bana bakıyor, öpücük gönderiyor, bye bye diyor ve sonra da oradan bana atlamaya çalışıyor....Neyse tabii bundan sonrası daha acıklı olduğu için bu kısmını kesiyorum. Böylesine güzel bir suratla ve kokuyla güne başlamak çok büyük bir nimet bence. Sonra sokağa çıktığımda ne trafik ne de başka birşey uzun süre beni etkilemiyor. İşte mutlu bir güne başlamak benim için de böyle birşey ve herkese tavsiye ediyorum. Her sabah yataktan kalktıktan sonra sizi mutlu edecek bir tutku edinin:)) Bakın o zaman herşey daha farklı olacak!!

Çiko İstanbul'da


Zagor'un kadim dostu Coyote Lopez Martinez Gonzalez yani kısaca Çiko, marjinal semalarında görülmüştür.

Bir söz

"Bu dünyada sadece iki trajedi vardır: biri istediğini elde edememek, diğeri ise onu elde etmek."

Oscar Wilde
İngiliz şair, yazar

7 Ağustos 2007 Salı

Babalık:-)



Her akşam bir kaç saat beraberiz, onlarla vakit çok çabuk geçiyor.
Artık tavuğu kendileri yiyebiliyor, ama sütü mutlaka biberondan içmek istiyorlar.
Tuvalet de problem değil, kumla ne yapılır anladılar, onu yemiyorlar artık:))))
Tompo da onlar için hem anne hem de baba, onları yalıyor ama onun dili onlar kadar.
Tompo onları uyandırdığı zaman annem ona çok kızıyor çünkü uyanıkken çok konuşuyorlar.
Hala yuva bulamadım:(((
Annem de gidiyor:(((
Zor durumda kalıyoruuuum:(((
İmdaaaaat:))))

Yorumsuz :)


Sevgili Leylan'ın "Marjinal Yaklaşımlar E-bülteni"nde yayınlanan yazısını okuduğunda gösterdiği tepkidir :)

Güne Mutlu Başlamak Gibisi Yok...

Neden bilmiyorum ama bugün çok mutlu uyandım. Güne mutlu olarak başlamak gerçekten çok güzel bir şey. Sabahları işe gelirken insanlara bakıyorum da genellikle mutsuz insan yüzleriyle karşılaşıyorum. Aslında İstanbul gibi metropol bir şehirde güne başlamak gerçekten de zor. Düşünsenize sabahın ilk ışıklarıyla güne merhaba derken kendinizi yoğun bir karmaşanın içinde buluyorsunuz; önce hazırlanma zamanı sonra bu trafikte işe nasıl yetişicem derdi. Otobüs mü kaçtı tühh ne yapıcam, toplantıya geç kaldım gibi....Her ne olursa olsun bence pozitif düşünmek bu durumdan sıyırıyor insanı. Her zamankinden biraz daha erken kalkarak kendine vakit ayırmak yaşamın ne kadar güzel bir şey olduğunu bir kez daha düşünmek gerçekten de kendi iyi hissetmeni sağlıyor. Yaşamak çok güzel. Yaşamayı ve İnsanları çok seviyorum :) Şiddetle tavsiye ediyorum, güne mutlu başlamak gibisi yok...

6 Ağustos 2007 Pazartesi

eveet ilk yorumum gördüğünüz gibi mükemmel oldu, acemiliğimle size önce başlığı yollamış oldum:)) merak edin bakalım ne yazıcam diye...olay başlığımda bahsettiğim gibi marjinalde olmak marjinal ailesininin yeni bir üyesi olsam da sanki aylardır burada sizlerleymişim gibi gösterdiğiniz sıcaklık ve ilgi beni çok mutlu etti...eminim ki şu kapıdan her girdiğimde buradan mutlu ayrılacağım..'NE MUTLU MARJİNALLİYİM DİYENE':))))

MArJiNaLDe oLmAaK....

5 Ağustos 2007 Pazar

eQuaL?


bu çalışmayı internette buLdum ve payLaşmak istedim, bence çok ince düşünüLmüş...



{Equal (Eşit) Bülent Erkmen, Türkiye, 1998}

3 Ağustos 2007 Cuma

tatile gidiyorum!

Sevgili Marjinal arkadaşlarım,
Bugün izine çıkıyorum ve bir hafta boyunca yeni yazılar ekleyip, yorumlar yapamayacağım. Ama döndüğümde birikmiş olanları okumak ta güzel olacak. Bu arada, yeni bilgisayar şifre olayını zor kavrayan bana yardımcı olan herkese, özellikle asuman hanıma teşekkürlerimi iletir, herkese iyi bir hafta dilerim. Sevgiler

marjinaL günLer..

iLk defa iş yaşamına adım attığım ve bu dünyanın hiç de zor oLmadığını gördüğüm marjinaL'de bugün stajımı tamamLıyorum. Evet, hiç zor geçmedi gözümde büyüttüğümün aksine. Çünkü burada herkes bana yardımcı oLdu ve güLeryüzLerini hiçbir zaman kaybetmediLer. Beni ve diğer stajyer arkadaşLarımı araLarından biriymişcesine iLk günden beri destekLediLer. Diğer arkadaşLarım buradayken bLog'umuz faaLiyete geçmemişti ama eminim biLseLerdi onLar da benim yazdığım her şeye katıLırLardı.
Staj bitti, şimdi tatiL zamanı :)
Herkese tekrar teşekkür ediyorum ve iyi çaLışmaLar diLiyorum...

emrah'ın sunumu


Maalesef Emrah'ın sunumunu kaçırdım:( Bütün ofis sunumu izliyor ben oturmuş neler anlatıldığını merak ediyorum. Bir an önce çıksalar da "nasıl geçti"'li sorular sorsam:)

Emrah'cım bu arada konu açılmışken stajın boyunca yardımların için çok teşekkür ederim. Dün veda partinde yeterince dile getirdik ama cümle alem duysun diye buraya da yazmak istedim:))

Şimdi Osman babiş geldi konsantrasyon dağıldı:)) Byee

Not: Bu fotoğraf Nokia N95 ile çekilmiştir.

marjinal izlenimler

Yeni bir Marjinal üyesi olarak Marjinal hakkında ilk yazmak istediklerim. İnsan ilişkilerinin güçlü ve yoğun olduğu sıcak bir çalışma ortamı, yardımlarını esirgemeyen ekip arkadaşları, kahvaltıda çalışma arkadaşlarının çayını dolduracak kadar mütevazı bir yönetici aklıma ilk gelen Marjinal izlenimlerim.. Paylaşımlarınızı gözlemledikçe imrenmemek mümkün değil. Aranızda olmaktan mutluyum.

sıkıldım


Günlerin çok çabuk geçmesine sıkıldım.
Herşey Nokia Shop Bodrum'un açılışının yapılacağı haberiyle başladı. Kısa bir zamanda yapılacak işler belirlendi ve açılıştan bir gün önce Bodrum'a gittim.
Hava oldukça sıcaktı; su tüketimim İstanbul'dakinin neredeyse on misli gibiydi. Hazırlıkların ne durumda olduğunu görüp bir saat kadar öğle yemeği için herkesin bildiği Bodrum çarşısına indim. Sıcak olmasına rağmen çok kalabalıktı, sıcaktan canım pek yemek yemek istemedi. Sahilde Bodrum Kalesi manzarasına hakim bir cafe'de soğuk birşeyler içmeye karar verdim. Cafe'nin önünden geçenler çok mutluydular. Cafe'den ayrıldıktan sonra toplantıma yetişmek için uzun bir yol gittim. Her yerde tatil coşkusu, yüzlerde gülücükler. Açılış için hazırlıklar tamamlanmıştı ve dinlenmek için otel yoluna koyuldum. Hazırlıklar gün boyunca sürdü ve saat 20.00 de açılış için davetliler gelmeye başladı. Herkes gülümsüyordu ve mutlulukları her hallerinden belli oluyordu. Saat 22.00 gibi artık havaalanına gitmek için Bodrum'dan ayrılmamız gerekiyordu. Sıkıldım .Çok zevkle yaptığım bir iş ve Bodrum. Neden İstanbul'a geri dönmeliydim? Bu açılış 40 gün 40 gece süremez miydi? :)

Bodrummm, Bodrumm...



ilk defa...

Bu sabah blogumuza şöyle bir göz atayım dedim, ekranın karşısında dakikalarca çakılıp kaldım.

Kimisiyle yıllardır kimisiyle aylardır aynı ofisi paylaştığım Marjinallilerin iç dünyalarına, duygu ve düşüncelerine, heyecanlarına ilk defa bu kadar yaklaşabildiğimi hissettim.

Hepsi birbirinden ışıltılı yazılarda gizli şairler, filozoflar, ama en önemlisi sağlam ve sıcak yürekler buldum.

Öyle heyecanlandım ki hepsine ayrı ayrı yorumlar yazmak istedim, başa çıkamayınca toptan yazayım dedim.

Açıkçası ilk günlerde bloga bu kadar büyük bir ilgi olmayacağından korkmuştum. Yanıldığım için mutluyum. Fikirden tasarıma, yazıdan yoruma, katkıda bulunan herkese yürekten teşekkürler...

geç de olsa...

Biraz geç de olsa geçen haftaki Marjinal Club etkinliğimiz hakkında söylemek istediğim şeyler var.

30 yıllık yaşamımda 74 yaşındaki babamdan çok şey öğrendim. Gerek yaptığı tavsiyelere, gerekse kendi yaşadıklarıyla ona her zaman hayran oldum. Çok zor geçirilen bir hayatta kendini temiz tutabilmeyi, herşeyden önce her zaman "insan" olmayı başarabilmiş... Özel yaşam dışında iş hayatı için de bana hep tavsiyeleri oldu. Zaten tavsiyeler bir yana, onun iş yaşamını örnek almak da benim için yeterliydi. Hep söylediği ve iş hayatını üzerine kurguladığı iki konu var. Birincisi, ekmek yediğin yere hiçbir zaman ihanet etmeyeceksin, ikincisi ise sebat edeceksin.

İşte benim de yapacağım ilk aktivitenin konusunu bu belirledi. Sebat eden, emek veren Marjinal çalışanları... Onlar için birşeyler yapılmalıydı. Klasik bir plaket yaptırmak Marjinal'in tarzına hiç uygun değildi. Daha farklı, tat bırakacak birşeyler olmalıydı. Hem duygusal, hem de neşeli olmalıydı. Sonunda bu insanları, diğer insanlar anlatmalı diye düşündüm. Bu konuda bana yardımcı olacak tek kişi Mert'ti. Fikrimden Mert'e bahsettiğimde yaklaşık 20 dakika onu ikna etmeye çalıştım. Devamlı soruyordu; şu nasıl olacak, bu nasıl olacak, Yasemin bu çok saçma olacak, gel biz bunu böyle yapmayalım da komik birşeyler çekelim vb gibi... Amaaaa sonunda zor da olsa ikna oldu, güzel birşey çıkacağına söz verdim. 2 hafta yapılan çekimlerle filmimiz ortaya çıktı. Bu süreç oldukça zor geçti. Çünkü herkes şirketteki insanlar hakkında bir film çekildiğini zannediyordu ve herkes kendisi hakkında kimlerin konuştuğunu merak ediyordu. Bense kaçamak cevaplar verip duruyordum. Neyse ki açık vermeden tamamladık. Çekimler bir yandan da bir o kadar keyifliydi. Özellikle Osman Baba anlatırken ve sonrasında seyrederken gülmekten mideme kramplar girdi:)

Sonunda 24 Temmuz'da seyrettik ve bittiğinde Mert'te gerçekten ortaya güzel birşey çıktığına ikna olmuştu.

Geceye teknede devam ettik. Her şey çok güzeldi, ta ki Melike Hanım’ın arı familyasından bir haşeratla tanışmasına kadar. Şunu söylemeliyim ki, gerçekten çok korktum. Ancak sonra kendine gelmesiyle biraz rahatladım. Ambulansta yaşadıklarımız da değişikti. İlk defa bir ambulansın içindeydim ve İstanbul’da araba kullanan ama insanlığını kaybetmiş birkaçına rastladık. Ambulansa yol vermek istemeyenlerden tutun da, ambulansın önüne kıran tiplere kadar…

Allaha şükür ki, o gece hastaneden Melike Hanım çok iyi bir halde çıktı. Melike Hanım, sizi çok seviyoruz, bizi çok korkuttunuz. Bu arada gece hastaneden 02:00’de çıktık ama ertesi sabah Melike Hanım saat 08:30’da ofisteydi. Söylediği tek şey şuydu: Yaşamak çok güzel!
Keşke bunu başımıza kötü şeyler gelmeden de hep hatırlasak….

Ertesi gün Özgür’le konuştuğumda Özgür’ün de en az bizler kadar korktuğunu öğrendim. Onun dilinden anlatıyorum; “Saat 00:15, sen arıyorsun, ben telefonu açıyorum ve arkada cayır cayır ambulans sesi, ne düşünebilirdim ki?”

Acısıyla tatlısıyla çok güzel bir gece geçirdik. Bundan sonraki ilk etkinliğimiz de umarım bu kadar keyfili olur. Aklımda bir iki plan var ama şimdiden söylemem:)

nazlanma

herkese merhaba, adımdan olsa gerek anca teşrif ettim ortamımıza :))) hani nazlıyız ya...

çok eğleneceğiz anlaşılan. birçok entry olmuş bile...
güzel bir sözle ara veriyorum. yine geleceğim:)

"ilk hata saflığın fakat sonrakiler suçun mahsuludür"

Oliver Goldsmith

bu sözü nereden mi buldum merak edenler için ekolay.net'e hergün bakınız :)))))

love me two times


Nedendir bilinmez içinde bulunduğumuz bu hafta içerisinde bu şarkıyı dinliyorum. MP3 çalarımda, müzik setimde, arabada ve beynimde bu şarkı dönüyor durmadan. Yeni keşfettiğim bir şey de değil, The Doors’un (yanlış hatırlamıyorsam) 67 model 10 numara şarkısı "Love Me Two Times".
Çok severim The Doors’u. Bütün albümleri mecuttur arşivimde, filmini en azından 5 kere seyretmişimdir. Geçen gün, uzun zamandır unuttuğum bu şarkıyı yeniden keşfettim.
Robbie Krieger, (efsane grubun büyük gitaristi) bu şarkıyı Vietnam’a savaşa giden askerler için yazmış. Yazdığı bir çok güzel şarkıdan (Light My Fire, Love Her Madly vs), en anlamlısıdır bence Love Me Two Times.
Ne diyor şarkı?
Love me two times, baby
Love me twice today
Love me two times, girl
I'm goin' away
Love me two times, girl
One for tomorrow
One just for today
Love me two times
I'm goin' away
Yani;
“Hazır yanındayken beni iki kere sev. Bu gün için sev, elin deymişken yarın için de sev” diyor.
“Abbas yolcudur.” diyor.
“Belki dönemem” diyor.
"Gidiyoruz bir yerlere dünya hali ne olacağı belli olmaz” diyor.
Harbiden de doğru diyorlar. Zaten, pek yanlış söylediği de görülmemiştir bu elemanların.
O yüzden, ne olacağı belli olmaz. Sonradan çok üzülmemek için iki kere sevmek lazım sevdiklerimizi. Biri bugün için, diğeri yarın için. Yarın da aynı şeyi bir sonraki gün için yapacağız. Böyle böyle ikiye tamamlayacağız.
Bu arada, Marjinal Club blogu çok güzel oldu. Fikir verenin, düşünenin, oturup yapanın, üye olanın, bir şeyler yazanın eline, emeğine sağlık.
Son olarak, 23 yaş o kadar da küçük bir yaş değil. Osman Abi’nin verdiği tavsiyeleri uygulayabilir, o tavsiyeleri bir hayat felsefesi gibi kabul edebilirsem ve Apo Bey’in iyi dilekleri de tutarsa en süper yaş olacakmış gibi geliyor... En süper yaşmış 23 yaş. Osman Abi böyle dedi.
Vakit epey ilerlemiş. Öyle gösteriyor monitörümün en sağ alt köşesindeki iki nokta ve rakam topluluğu. “Jack Baba’nın” da dibi gözüktü zaten. Bünyeyi fazla yormadan, yatışa mı geçsek ne? Yarın sabahtan da blogu yayına alsak. Hedef koyduk, yazmak lazım.
Bitti...

2 Ağustos 2007 Perşembe

biranın etkisi

mesai saati biteli epey oldu. apo bey çıkalı biraz oldu. katı sessizlik kapladı. katta hüzün var. katta sessizlik var. hem iyi hem kötü. kat sabah gülecek. ben de.

nedenli

nedensizlerin altında da nedenler vardır. bütün mesele o nedenleri bilmek. bilinirse yaşam biraz daha kolay, bilinmezse yaşam zor.

hay allah

bir ses mutlu eder mi,
eder
bir müzik mutlu eder mi,
eder

bir ses alır götürür mü?
götürür
bir ses getirir mi?
getirir

neyiz?

life in mono


Şimşek ve gök gürültüsü birbirine karışınca aklıma hep tek bir şarkı gelir: Mono - Life in Mono. Charles Dickens'in Great Expectations romanının sinema filminin soundtrack'idir bu şarkı. Çoğu zaman da kendimi bu şarkıyı söylerken bulurum. Hatta kışın ara merdivenden üst kata çıkarken, hafif de karanlığın etkisiyle olacak bu şarkıyı sık sık söylediğimi hatırlıyorum.
Bunu buraya taşımamın sebebi dün akşam bu şarkıyı çok uzun zamandır söylemediğimi farketmem oldu. Nedenini herkes tahmin eder mutlaka.
Şiddetle yağan yağmur ve çakan şimşekle gece bembeyaz aydınlanırken ben ne mi yaptım? Bütün perdeleri ve camları açıp bir yandan şarkıyı dinleyebileceğim, bir yandan yağmuru duyabileceğim bir şekilde haftalardır bir kenara attığım pembe battaniyeme sarılıp uykuya daldım.
Şimdi arkamdaki pencerede güneş tekrar açarken uzunca bir süre daha dinleyemeyeceğim şarkımı tekrar mırıldanıyorum. Şarkı bitsin hemen ben de bira içmeye gidiyorum:)

The stranger sang a theme
From someone else's dream
The leaves began to fall and no one spoke at all
But I can't seem to recall
When you came along ingenue
Ingenue
I just don't know what to do

The tree-lined avenue
Begins to fade from view
Drowning past regrets in tea and cigarettes
But I can't seem to forget
When you came along ingenue

nedensiz

bira icmek istiyorum.

1 Ağustos 2007 Çarşamba

ben de geldim:))

Ben de geldim sonunda. Şimdilik bu kadar. Ama umuyorum çok yakında size daha uzun yazabileceğim. Biliyorsunuz yoğun mücadeleler sonucu vize başvurumu yaptım. Siz de benim kadar yoruldunuz ve yıldınız sanıyorum. O kadar çok söylendim ki. Umuyorum başvurum kabul edilirse ve ben bir şekilde İspanya'ya ulaşabilirsem ve yine kazasız belasız dönebilirsem size uzun uzun tatil anılarımı yazacağım. Ama şimdi çok çalışmam lazım çok:)) Görüşmek üzere...

ayakkabı kutusundan çıkan sürpriz!


Dün akşam geç saatte kapımın önünde kırmızı bir ayakkabı kutusu buldum,
merak ettim içinde ne var diye, açtığımda ŞOK oldum!!!
İçinde 4 tane çok güzel yavru kedi vardı:)))
Eve aldım, şimdilik bende ama onlara yuva bulmam lazım:(((
Bulurum İNŞALLAH:))
ve de hepsi kıııııııııııııııızzzzzzz:))))

yine yaratıcılık üzerine


Şule'nin serinletici yaratıcılık örneği çok hoştu. Ben de bir başka örnek vermek istedim. Otomatın yan tarafındaki resimde, alacağınız ürünü içeride sizin için hazırlayan biri görünüyor. Hoş değil mi?