31 Ağustos 2007 Cuma
Hoşgeldin Maya
29 Ağustos 2007 Çarşamba
Kısasa Kısas
Sitemli mesajını alınca durumu fark ettik ve hemen davetimizi yaptık. Bundan sonra güzel kızı Ekin'le birlikte sitemizi izleyecek ve yazılarıyla renklendirecek.
Değil mi Tezel bey? :)
Yarın Gaspar'ın Yaşgünü :)
28 Ağustos 2007 Salı
Söze Gerek Yok :)
Hikayemiz 12 saatlik yolculuktan sonra kendimizi Rixos Beldibi'ne varışımızla başladı. Vardığımızda hava bulutlu ve rüzgarlıydı. Meğer Antalya'da son bir haftadır her öğleden sonra hava kapatıyormuş ve rüzgar çıkıyormuş. Neyse hızlıca odamıza yerleştik ve kartanesinin karnı acıkmış olduğu için ilk restaurant yemeği deneyimi için aşağıya indik. Otel bir nevi çocuk parkı gibiydi. Çoğunluğu Rus olan çok sayıda ve çeşitli yaşlarda çocuk vardı. "Çocukla gidilebilecek en güzel yer" demişlerdi ama belli ki bunu bir tek bize dememişler...Neyse işte etrafı seyrede seyrede yemeğimizi yedik ve yattık. Tabi kısmen uykusuz geçirdiğimiz ilk gecenin ardından saat 05.00'de daha güneş bile doğmadan uyandık. Güneşin doğuşunu deniz kıyısında kartanesi ile birlikte seyrettik. Şu anda size çok romantik gelebilir ama inanın ki o dakika da sadece yatmak isterdiniz. Her günümüz rutin olarak denizde, kumlarda taşlarla oynayarak ama her fırsatta taşı ağzına alma denemeleri ile, havuzda yüzerek, odada müzik eşliğinde dans ederek ki bunu görmenizi isterdim gerçekten, çocuk kulübünde kalemlerle oynayarak, otel fotoğrafçısına poz vererek, gelen geçen güzel kızlara gülücükler atarak, özellikle Hollandalı ve Fransız ablaları sürekli takip ederek geçti. Sözün kısası çok eğlendik çok....Ah bir de gece yarılarına kadar devam eden disco sesleri odamıza gelmeseydi daha mutlu olacaktık ama her gülün bir dikeni olur değil mi? İşte arkadaşlar resimlerden de anlaşılacağı üzere daha fazla söze ne gerek, kartanesi artık bronz bir karaoğlan, her ne kadar bunu resimlerde anlamak zor olsa da karaoğlan oldu...
Fırsat Bu Fırsat
Avşa, Deniz Anası ve Ben...
Gün Bayram Günüdür
Tatil Matil
Şule'nin de yazdığı gibi Çeşme'de karşılaştık. Daha doğrusu birbirimizin orada olacağını bildiğimiz için orada karşılaşmaya gayret ettik. Bu sayede de Şule'nin ablası Bilge ile tanışmış oldum. O da Şule gibi güler yüzlü ve içten biri. Tesadüfe bakın ki kuzenimin yeni işe başladığı yerde çalışıyormuş o da. Hatta geçen gün kuzenim aracılığı ile bana selam göndermiş ama bizimkinden değil de Şule'den öğrendim yine:)) Olayı abartıp Şule'ye kuzenim aracılığı ile selam göndermeyi düşünüyorum:))
Geyik bir yana tatilim çok güzel geçti. Üniversiteden artan-azalan bir 15 kişilik grupla beraberdik. Kendi deyimimizle kakara kikiri-makara kukara bir tatil oldu:) Her anımı değerlendirmek için gezme olayını abartıp dinlenme kısmını azaltınca haliyle son gününde yorgun düştüm. Aslında bana kalsa bütün tatil boyunca Alaçatı'da kalıp surf yapardım. Şule'cim keşke daha sonra da gelebilseydin, asıl o zaman çok eğlenmiştik. Tekneyle de Yunanistan'dan, Kıbrıs'tan toplamak zorunda kalmamışlardı. Fotoğraflarımız da var ama ah Mahmut ah bir alamadık senden şu fotoğrafları. Yanımızda da yoktu ki bir N95 şöyle 5 megapiksel, çarşaf çarşaf çek. Bu yazı fotosuz olsun artık ne yapalım.
27 Ağustos 2007 Pazartesi
Dilimize Sahip Çıkalım!
Leylan'ı tanıyanlar bilir, sağlığına pek bir düşkündür. Ama nedense her şey onun başına gelir:( Hatta "ilk kez" yaşanabilecekler de:)
Bugün de işte böyle günlerden biriydi:( Salata yerken dilini ısırmış, 2 saat kan durmadı ve Alman Hastanesi Acil'indeyiz! Şansa bakın, tekne gezimiz sonrasında Melike hanımla ziyaret ettiğimiz doktor ve ekibi bizi karşılıyor. Zaten MarjinalClub'ı da çok iyi biliyorlar:) Bu vakayla gitmemize de çok güldüler:)
Ve Leyloş, müthiş sakinliğiyle dilini diktiriyor. (Osman'ı bu durumda düşünemiyorum)
Geçmiş olsun Leyloşşşşşş!!
22 Ağustos 2007 Çarşamba
Korku üzerine
"İnsanoğlunun en eski ve en güçlü duygusu korkudur.”
H. P. Lovecraft
“Cesaret, korkusuzluk değil, korkuyla yüzleşme yeteneğidir.”
John B. Putnam Jr.
“En derin korkumuz yetersiz olmaktan kaynaklanan korkumuz değil, sınırsız bir güce sahip olmaktan kaynaklanan korkumuzdur.”
Marianne Williamson
“Eninde sonunda, içten içe biliriz ki her korkunun öbür yanı bir özgürlüktür.”
Marilyn Ferguson
Marjinalclub yayılıyor...
20 Ağustos 2007 Pazartesi
Kutlayacağız Değil Mi?
Biraz kaybetme korkumuz olmalı...
İnsanoğlu maalesef elindekinin kıymetini bildiğini zannediyor, sevgisini, saygısını gösterdiğini zannediyor ama hep “esas” değeri kaybettiği zaman anlıyor. O zaman da iş işten geçmiş oluyor. Bizzat kendim de buna bir örneğim. Ne zaman cenazeye gitsem, aslında herşeyin boş olduğunu, şu hayatın çok kısa olduğunu ve kafaya hiçbir şey takılmaması gerektiğini kendime hatırlatırım. Fakat yaşam sizi o kadar çok yere sürüklüyor ki, bu psikoloji en fazla bir gün sürüyor. Yine de kendimi şanslı hissediyorum. Beni yakından tanıyanlar bilirler, her zaman hayata çok bağlı ve pozitif bir yaklaşımım vardır. Hayatın ve etrafımdakilerin değerini bilirim, onları hiç üzmemeye çalışırım, şöyle düşünürüm; “Evet bugün tartıştık, 2 saat sonra o kişi bir trafik kazasında ölse ve onu kaybetsem, bu tartıştığımız konuya değer miydi?” Cevap çok açık; konu ne olursa olsun değmez...
Bu huyumu çok seviyorum ve doğru yaptığıma inanıyorum. Her sorun konuşarak çözülür, yeter ki iyi niyet olsun. Bundan sonra da çoğu konuda Polyanna tavrım devam edecek. Herkese de tavsiye ediyorum. Biliyorum bazen çok zor ama insanlara karşı iyi duygular beslediğinizde, toleranslı olduğunuzda kendinizi çok ama çok iyi ve hafif hissediyorsunuz...
Herkese önerim; elimizdekilerin kıymetini bilelim. Ama maddi ve manevi herşeyin ve herkesin. Bu sahip olduğunuz arkadaşınız da olabilir, tedarikçiniz de, aileniz ya da sahip olduğunuz para da olabilir. Kaybetme korkunuz olsun, inanın o zaman herşey daha anlamlı olacak...
Korkuların sonu...
Korku ve endişeler yaşarım ama korkularımın günlük yaşamımdaki yeri tedavi alacak noktada değil. Bu, etrafa daha fazla korku salanlara rağmen de böyle kalacak.
Her şeye rağmen yaşamı zehretmeden yaşamak.
Çat o kapı, çat bu kapı ardında...
Biraz can sıkıcı bir konu olacak ama yine de geçtiğimiz haftasonu yaşadığım olaydan sonra hem kendimi hem de sizleri bir kez daha uyarmak istedim... Akşamları ya da günün herhangi bir saatinde kendimizi düşünmeden ya da bilinçsizce ne kadar çok tehlikeye attığımızın farkında mıyız acaba? Önce kap-kaççılarla başlayan tedirginlik şimdi belki ekonomik uçurum, belki de uyuşturucuların daha yaygın olarak kullanılması/bulunabilmesi gibi durumlarla daha can alıcı bir duruma geldi diye düşünüyorum. Bunları öyle uzun boylu araştırmalara dayandırarak söylemiyorum tabii, sadece kişisel gözlemler... Ama kap-kaç ya da saldırı gibi olayların hep başkasının başına geldiğini okurken ve düşünürken, ilk defa benim de başıma gelebileceğini bir akşam (saat 19.00 gibi) iş çıkışında Cumhuriyet Caddesinde gözlerimle görüp yaşayarak anladım. Kaldırımda karşıdan gelirken gözünüze çok normal gibi gözüken bir gencin, kendisine ters yönden gelen ve kendi halinde arkadaşıyla yürüyen bir kızın çantasını kapmasıyla bir anda oldu. Küçük bir kovalamacanın ardından kızcağız elinde çantasından kalan son yadigar olarak tuttuğu çanta sapı ile tabii ki pes etti. Olayın ilk defa adeta kafama dank ettiği o anda, o kızın yerinde benim ya da başka herhangi birisinin olabileceğini anladım. Bu ve benzeri birtakım olaylarla, sürekli olarak da kendime dikkat ettiğimi düşünürdüm. Ta ki geçtiğimiz haftasonuna kadar... Geçen haftasonu ise, bu tip olayların aslında insanın bir saniyelik bir tereddüt ve yanlış karar vermesiyle ne kadar tehlikeli bir boyuta ulaşabileceğini şahsen-bizzat-kendim yaşadım...
Ve aklıma ilk gelen şey bunun için acaba internette bir kaynak var mı diye bakmak oldu. Ne yazık ki Türkçe olarak bir kaynağa ulaşamadım. Bir ara İTÜ-Kriminal Bölümü Müdiresi (ismini ve ünvanını tam olarak hatırlayamadım ne yazık ki) tarafından yapılan bazı uyarılar hala aklımda, ancak bunlar daha çok Amerika'daki araştırmalar sonucu elde edilen bilgiler olduğu için bazıları bizim için pek uygun olmayabilir. Yine de aklımda kaldığı kadarıyla sizin de aklınızın bir kenarında bulunsun diye sizlerle de paylaşmak isterim:
- Eğer evde yalnız başına kalan bir bayansanız, asla telesekreterinize kendi sesinizle kayıt yapmayın (rastgele numaranızı çevirmiş birisi birden bire daimi sapığınız olabilir)
- Otoparklarda hırsızlık ve gasp için en iyi avların, arabasına elindeki paketlerle binmeye çalışan dağınık, telaşlı bayanların olduğu tespit edilmiş
- Evinize girmeden önce mutlaka anahtarlarınızı elinizde hazırlayın, çünkü yine en iyi avlar eli kolu dolu, kapının önünde dikilip çantasında anahtar arayan yalnız bayanlarmış.
- Artık hepimizin bildiği birşey belki ama arabada çantayı yan koltuğa değil de mümkünse dışarıdan görülemeyecek bir yere (mesela araçta tek kişiyseniz, sürücü koltuğu ile kapının arasına sıkıştırmak) saklamak.
- Çarşı pazarda durmadan cep telefonunu çantadan ya da cepten çıkartıp konuşarak hem telefonunuzun yerini belli etmemek, hem de hiç olmadık yerde dikkat çekmemek.
- Tüm paranızı ve kimliklerinizi çantada değil ayrıca cebinizde ya da başka küçük bir çantada üzerinizde taşımak
Bunlar da benden vecizeler:
- Tek başınıza günün hangi saatinde olursa olsun; bir tünel, koridor ya da benzeri karanlık ve tenha bir yerden geçecekseniz, mümkün olduğu kadar önünüzdeki arkanızdaki insanlara dikkat edin. Şüpheli davranışları (aniden yavaşlama, durma ve bekleme, başka birşeyle ilgileniyor gibi yaparak arkanıza geçme vb) olursa kendinizi korumak (şok aleti, göz yaşartıcı sprey veya kendini savunma hareketleri, vb.) için apartta bekleyin.
- En kısa zamanda bir savunma sanatı öğrenin (işte benim duruma bulduğum köklü çözüm, aikido öğreneceğim... ;))
Herkese sağlıklı, dikkatli ve saldırılara karşı uyanık günler diliyorum...
Bloğum Gelmişken
Bu yazıyla birlikte sizlere fotoğraflar da sunmak isterdim ama ne yazık ki yanımda makinem yoktu.
Dün anneciğimle saldık kendimizi Fethi Paşa Korusu'nun içine. Benim burada çok sevdiğim minik bir çay bahçesi var: Mavi Yeşil. Üsküdar'dan Kuzguncuk'a doğru giderken sağ kolda tabelasını görebilirsiniz. Hedefimiz buraya gitmekti. Bilenler bilirler korunun iki girişi vardır. Bir sahil tarafından, dik bir yokuş tırmanarak, bir de Bağlarbaşı'ndan aşağı doğru inerek.
Arabayı kullanan annem olacağı için dik yokuşu pek gözüne kestiremedi. Haydiii, biz de kulağımızı tersten gösterip çıktık Bağlarbaşı'na. Burada arabayı park edip bayır aşağı vurduk yollara. Yol boyunca annem "Allah'ım bi burası kaldı yeşil, buraları da yakma yarabbi!" diye dualar ediyor, bir yandan da koluma tutunmaya çalışıyordu.
Düşme korkusuyla mücadele ederek vardık Mavi Yeşil'e. Ağaçlar altında seyrettik boğazı, geçen gemileri. Ana-kız dedikodu yaptık bir güzel.
Vakit ilerledikçe ikimiz de "hadi kalkalım" diyemedik! Çünkü kalkmak demek bu sefer de yokuş yukarı tırmanmak demekti.
Annemin benden ruhen daha genç olduğunu bildiğim için beni cesaretlendirmesini bekledim bir süre. Sonunda beklenen cümleyi söyledi. "Kalkalım Nevra'cım!"
Dönüş yolculuğumuz, inişten birkaç kat daha zorlu geçti. O da ne! Korunun içindeki spor aletlerini gören annem dayanamadı. Ben yapma etme dedikçe, bütün spor aletlerini denedi. "Şu hareketten 50 kere yapacağız Nevra, bilmem neremizdeki yağlar eriyecek, öteki alet bel bölgemizi çalıştıracak, haydi sen de çık çabuk, ellerinle şu demirlerden tutun ve başla belini döndürmeye." Yokuş yukarı çıkmaktan nefes nefese kalmış olan benden ise şu cümleler çıkıyordu:
-Anne! Ne yapıyorsun? Kolun acıyacak, düşeceksin. Ben yapamam, bana ne, bunca yolu zor çıktım zaten...
Hep dediğim gibi aslında ben anneyim, o benim kızım sanki. Ona baktıkça kendi uyuşukluğumdan utanıyorum :)
Canım annem, hep böyle enerji dolu ve yanımda olursun umarım. Seni seviyorum!
Yer Değişikliği
16 Ağustos 2007 Perşembe
Değişik bir hırsızlık hikayesi
15 Ağustos 2007 Çarşamba
Şeytan Sofrasında Gün Batımı
Marjinalliler Çeşme'de de Buluştu!
Sevgili Marjinal arkadaşlarım, tatilimden döndüm ve hemen bir anımı sizlerle paylaşmak istedim. Aynı tarihte aynı yerde Burcuk ile karşılaşmamız çok renkli oldu. Ofis arkadaşımla birlikte surf yapma zevkini tattığım için çok mutluyum. Daha doğrusu ikimiz de yapmaya çalıştık. Önce ben Yunan adalarına giden yoldan tekneyle kurtarıldım daha sonra da Burcu tekneyle kıyıya getirildi. Dönüşün nasıl olduğunu öğrenmeden, ilerleyebilmenin verdiği heyecanla nasıl geri gelineceğini unutmuşuz:) Buradan çıkarılacak ders, yapabilmenin heyecanı ile ileriye dönük düşünmeyi her zaman hatırla:)
Bir de tatildeyken aklıma bir fikir geldi. Marjinal ailesi olarak birlikte bir takım sporu yapsak ne süper olur değil mi?
Hola Carinos
Cuma günü sizlerle vedalaşırken, yani tatile çıkarken ne kadar da mesuttum biliyorsunuz, vize ve bilet için de yapmam gerekenleri tamamlamıştım. Ama nereden bilebilirdim ki kabusum cumartesi sabahı başlayacak. Biliyorsunuz konfüsyonel migren diye bir sorunum var. Az görülen migren cinslerindenmiş kendileri ve tüm az bulunan rahatsızlıklar gibi o da beni buldu. Biliyorsunuz bir de Lupus diye bir rahatsızlığım var. Nasıl özel hissediyorum anlatamam:)
Neyse bu migren bazen nöbetler şeklinde beliriyordu, biraz baş ağrısı ve sersemlik ve sonra herşey çok daha iyi oluyordu. Hafıza sorunumu hepiniz az çok biliyorsunuz ancak bu kez nöbet geldi ve geldiğinde ben yoktum. Evet ne yazık ki bu kez kendimden geçmeme sebep oldu, nefes alamama, titreme, kasılma falan filan derken soluğu hastanede aldık. Ve doktorun söylediğine göre ben epilepsi nöbeti geçirmişim. Kendi doktoruma ulaşmam bir hafta aldı ve üzülmeyin dün öğrendim ki ben sadece konfüsyonel migren nöbeti geçirmişim, yani epilepsi değilim:) İki ayrı doktor, ikisi de konusunda uzman ancak farklı yaklaşımları var. Sonuçta şu anda çok iyiyim. Size İspanya maceralarımı anlatmayı çok isterdim ancak İspanya'daki ruh halim ne Madrid'i, ne Alicante'de denizi, ne şarabı görecek gibi değildi. Verilen hapın etkisi ile çoğu zaman uyukladım diyebilirim ve tabi belirsizliğin yarattığı sıkıntı. Gerçekten de kabus gibiydi. Ne yazık ki kendi tatilim ile birlikte sevgili eşimin de tatilini berbat ettim diye düşünürken o hep güleçti, hep neşeli, hep sevgi dolu. Tüm İspanyol ve Arjantinli arkadaşlarım bile 6 yıl sonra gördükleri arkadaşlarının yani benim emin ellerde olduğumu farkettiklerinde ne kadar mutlu olduklarını anlattılar kendilerince.. Evet hastalıklar konusunda seçilmiştim, çok özeldim. Ama eş konusunda da öyleydim. Oğuzhan'ın eşi olduğum için seçilmiştim. Sevgülüm benim, canım, o hep yanımda ve biliyorum ki hep yanımda olacak. Demek hayat arkadaşı böyle birşeymiş. İyi ve kötü günde birlikte olmak böyle birşeymiş. Ne olursa olsun felaketler insanları yakınlaştırıyor. Belki benimkisi bir felaket değildi ama olabilirdi de. Keşke felaketler hiç olmasa ama oluyor işte. Herşey bizim için. İyisi de kötüsü de.. Ama ben şu anda çok mutluyum. Yalnız değilim. Çok sevdiğim ve beni her koşulda seveceğini bildiğim bir hayat arkadaşım var. Oğuzhan'ın atak sırasında, öldüğümü sandığı anda arayabileği ve hemen yardımına koşan arkadaşlarımız var..Nazlım, Ayşem çok sağolun canlarım. Sebihacım, Yasem, Nevram hiç bıkmadan arayıp sordunuz taaa İspanyalar'da merak ettiniz beni. Annem babam koşa koşa geldiniz, endişenizi hiç belli etmeden usul usul çaktırmadan izlediniz. Siz benim herşeyimsiniz.
İşte böyle arkadaşlarım İspanya tatilinden döndüğümde size Madrid sokaklarını, Alicante'de salsa gecelerini, Şarap tadlarını anlatırım diye düşünmüştüm ama 5 günlük tatilden çok daha değerli anılarla döndüğümü düşünüyorum. Daha yüklü... Sevgi yüklü
Tamam tamam bu kadar duygu yeter akşama doğru da size uyanık kalabildiğim kısa zamanlarda yaptıklarımı ve İspanya izlenimlerimi anlatacağım. Bekleyin beni anacıııııımmmmmm...
14 Ağustos 2007 Salı
NeDen BeN? :((
bozulmak
insanın insanı bozmasına bozulurum
paraya bozulurum
sevdasızlığa bozulurum
savaşa bozulurum
Kapı
Kitapta bir yazar ve ona ev işlerinde yardımcı olan yaşlıca hizmetçisi arasında geçenler, hüzünlü bir mizah duygusuyla kaleme alınıyor. Hayvanların ve insanların dilinden anlayan, cesur, bilge hizmetçi Emerenc, yazarın yaşama, sanata ve ölüme ilişkin doğru bildiklerini sorgulamasını sağlıyor.
İstanbul'dan, evden, işten, koşuşturmacadan uzakta, ben de doğru bildiklerimi sorguluyorum.
11 Ağustos 2007 Cumartesi
Fotoğraf güzel bi şiiiiiiii!
Fotoğraf güzeldir, hasret giderirsiniz...
Tatil hayalleri gerçek olanlara:)
Heyoo! Size sesleniyorummm:)) Rüyanızda belki beni görürsünüz:)))))
Sizi aklımdan geçiriyorum şu an. Hepiniz iyi dinlenin. Benim için de bol bol yüzün - dikkat edin kollarınız ağrımasın, güneşten simsiyah olun - dikkat edin güneş sizi çarpmasın, gülmekten kırılın inşallah - neşeniz bol olsun, denizin sesine kulak verin - dikkat edin kulağınızı sağır etmesin. Sevdiklerinize sımsıkı sarılın, hasret giderin. Arada bir aklınıza gelelim-özleyin.
Bir de benim için; sahile gidin. Ayaklarınız suya değsin. İleriye, evet tam karşıya bakın. Gözleriniz gökyüzünü denizle birleştirsin. Güneş gözlerinizi kıssın. Sonra kapatın gözlerinizi. Koklayın denizi, soluyun havayı. Ve benim için "ohh beee" deyin.
sevgiler,
10 Ağustos 2007 Cuma
Tezel abi sen çok yaşa!
9 Ağustos 2007 Perşembe
Özel işaret ve harflerle
“Hayatta Herşeyden Öte Bir Tutkunuz Olsun!” yazısını okumadıysanız, okuyun.
HüZüNLüÜyÜüM :(((((
Nedenine gelince, onlardan ilk defa ayrı kalıyorum. 21 senede en fazla İstanbul sınırları içinde bir kaç saat ayrı kaldım onlardan. Hayatınızda dost, sevgili, kim olursa olsun onların yeri bambaşka! Evet, anne, baba ve kardeşimden bahsediyorum. Her haftasonu yanlarında olsam da pazar akşamı o sessiz eve girince herşey bitiyor... Annemizin o dır dır diye tabir ettiğimiz şikayetleri, kardeşimin, abla şunu giyeyim, bunu versene, ben de büyüdüm artık diye başlayan yetişkinlik sorunları :), babacığımın 24 saat fb tv yi açıp izlemesi, evin o gürültüsü...
Anladım ki onlarsız hayat çekilmiyor. Ooff, neyse, ben şimdi çok duygusallaştım, neredeyse ağlayacağım!
Bu hüznümü sizlerle paylaşıp azıcık da olsa rahatlamak istedim...
Anneee, babaaaa, kardeşim! :) Sizleri çok seviyorum!
Aaa bu arada bir de ablam var. O ayrı vaka, aman duymasın! :)))))))))
8 Ağustos 2007 Çarşamba
Kaderin elimde Özcan Deniz!
Yeni Şafak - Televizyon - Özcan Deniz'in kaderi Leylan'la gülecek ...
Asmalı Konak, Haziran Gecesi ve Kader dizilerinde rol alan Özcan Deniz, Eylül ayının ilk haftası Leylan isimli yeni bir diziyle izleyenlerle buluşuyor ...
Daha fazla okuyamadım. Nasıldı yani? Benim adım Özcan Deniz'e dizi adı mı oluyordu? Kaderi benimle mi gülecekti? Gülmez olsundu. "Nayır" dı, "nolamaz" dı.
Şimdi herkes çocuğuna benim adımı koyar, gazetelerde, dergilerde adım geçer, Özcan Deniz de kesin bir şarkı yapar, her yerde istek olur. Hayatim bir kaç yıl mahvoldu! :(
Hayatta Herşeyden Öte Bir Tutkunuz Olsun!
Çiko İstanbul'da
Bir söz
Oscar Wilde
İngiliz şair, yazar
7 Ağustos 2007 Salı
Babalık:-)
Artık tavuğu kendileri yiyebiliyor, ama sütü mutlaka biberondan içmek istiyorlar.
Tuvalet de problem değil, kumla ne yapılır anladılar, onu yemiyorlar artık:))))
Tompo da onlar için hem anne hem de baba, onları yalıyor ama onun dili onlar kadar.
Tompo onları uyandırdığı zaman annem ona çok kızıyor çünkü uyanıkken çok konuşuyorlar.
Hala yuva bulamadım:(((
Annem de gidiyor:(((
Zor durumda kalıyoruuuum:(((
İmdaaaaat:))))
Yorumsuz :)
Güne Mutlu Başlamak Gibisi Yok...
6 Ağustos 2007 Pazartesi
5 Ağustos 2007 Pazar
eQuaL?
4 Ağustos 2007 Cumartesi
3 Ağustos 2007 Cuma
tatile gidiyorum!
Bugün izine çıkıyorum ve bir hafta boyunca yeni yazılar ekleyip, yorumlar yapamayacağım. Ama döndüğümde birikmiş olanları okumak ta güzel olacak. Bu arada, yeni bilgisayar şifre olayını zor kavrayan bana yardımcı olan herkese, özellikle asuman hanıma teşekkürlerimi iletir, herkese iyi bir hafta dilerim. Sevgiler
marjinaL günLer..
emrah'ın sunumu
marjinal izlenimler
sıkıldım
Günlerin çok çabuk geçmesine sıkıldım.
Herşey Nokia Shop Bodrum'un açılışının yapılacağı haberiyle başladı. Kısa bir zamanda yapılacak işler belirlendi ve açılıştan bir gün önce Bodrum'a gittim.
Hava oldukça sıcaktı; su tüketimim İstanbul'dakinin neredeyse on misli gibiydi. Hazırlıkların ne durumda olduğunu görüp bir saat kadar öğle yemeği için herkesin bildiği Bodrum çarşısına indim. Sıcak olmasına rağmen çok kalabalıktı, sıcaktan canım pek yemek yemek istemedi. Sahilde Bodrum Kalesi manzarasına hakim bir cafe'de soğuk birşeyler içmeye karar verdim. Cafe'nin önünden geçenler çok mutluydular. Cafe'den ayrıldıktan sonra toplantıma yetişmek için uzun bir yol gittim. Her yerde tatil coşkusu, yüzlerde gülücükler. Açılış için hazırlıklar tamamlanmıştı ve dinlenmek için otel yoluna koyuldum. Hazırlıklar gün boyunca sürdü ve saat 20.00 de açılış için davetliler gelmeye başladı. Herkes gülümsüyordu ve mutlulukları her hallerinden belli oluyordu. Saat 22.00 gibi artık havaalanına gitmek için Bodrum'dan ayrılmamız gerekiyordu. Sıkıldım .Çok zevkle yaptığım bir iş ve Bodrum. Neden İstanbul'a geri dönmeliydim? Bu açılış 40 gün 40 gece süremez miydi? :)
Bodrummm, Bodrumm...
ilk defa...
Kimisiyle yıllardır kimisiyle aylardır aynı ofisi paylaştığım Marjinallilerin iç dünyalarına, duygu ve düşüncelerine, heyecanlarına ilk defa bu kadar yaklaşabildiğimi hissettim.
Hepsi birbirinden ışıltılı yazılarda gizli şairler, filozoflar, ama en önemlisi sağlam ve sıcak yürekler buldum.
Öyle heyecanlandım ki hepsine ayrı ayrı yorumlar yazmak istedim, başa çıkamayınca toptan yazayım dedim.
Açıkçası ilk günlerde bloga bu kadar büyük bir ilgi olmayacağından korkmuştum. Yanıldığım için mutluyum. Fikirden tasarıma, yazıdan yoruma, katkıda bulunan herkese yürekten teşekkürler...
geç de olsa...
30 yıllık yaşamımda 74 yaşındaki babamdan çok şey öğrendim. Gerek yaptığı tavsiyelere, gerekse kendi yaşadıklarıyla ona her zaman hayran oldum. Çok zor geçirilen bir hayatta kendini temiz tutabilmeyi, herşeyden önce her zaman "insan" olmayı başarabilmiş... Özel yaşam dışında iş hayatı için de bana hep tavsiyeleri oldu. Zaten tavsiyeler bir yana, onun iş yaşamını örnek almak da benim için yeterliydi. Hep söylediği ve iş hayatını üzerine kurguladığı iki konu var. Birincisi, ekmek yediğin yere hiçbir zaman ihanet etmeyeceksin, ikincisi ise sebat edeceksin.
İşte benim de yapacağım ilk aktivitenin konusunu bu belirledi. Sebat eden, emek veren Marjinal çalışanları... Onlar için birşeyler yapılmalıydı. Klasik bir plaket yaptırmak Marjinal'in tarzına hiç uygun değildi. Daha farklı, tat bırakacak birşeyler olmalıydı. Hem duygusal, hem de neşeli olmalıydı. Sonunda bu insanları, diğer insanlar anlatmalı diye düşündüm. Bu konuda bana yardımcı olacak tek kişi Mert'ti. Fikrimden Mert'e bahsettiğimde yaklaşık 20 dakika onu ikna etmeye çalıştım. Devamlı soruyordu; şu nasıl olacak, bu nasıl olacak, Yasemin bu çok saçma olacak, gel biz bunu böyle yapmayalım da komik birşeyler çekelim vb gibi... Amaaaa sonunda zor da olsa ikna oldu, güzel birşey çıkacağına söz verdim. 2 hafta yapılan çekimlerle filmimiz ortaya çıktı. Bu süreç oldukça zor geçti. Çünkü herkes şirketteki insanlar hakkında bir film çekildiğini zannediyordu ve herkes kendisi hakkında kimlerin konuştuğunu merak ediyordu. Bense kaçamak cevaplar verip duruyordum. Neyse ki açık vermeden tamamladık. Çekimler bir yandan da bir o kadar keyifliydi. Özellikle Osman Baba anlatırken ve sonrasında seyrederken gülmekten mideme kramplar girdi:)
Sonunda 24 Temmuz'da seyrettik ve bittiğinde Mert'te gerçekten ortaya güzel birşey çıktığına ikna olmuştu.
Geceye teknede devam ettik. Her şey çok güzeldi, ta ki Melike Hanım’ın arı familyasından bir haşeratla tanışmasına kadar. Şunu söylemeliyim ki, gerçekten çok korktum. Ancak sonra kendine gelmesiyle biraz rahatladım. Ambulansta yaşadıklarımız da değişikti. İlk defa bir ambulansın içindeydim ve İstanbul’da araba kullanan ama insanlığını kaybetmiş birkaçına rastladık. Ambulansa yol vermek istemeyenlerden tutun da, ambulansın önüne kıran tiplere kadar…
Allaha şükür ki, o gece hastaneden Melike Hanım çok iyi bir halde çıktı. Melike Hanım, sizi çok seviyoruz, bizi çok korkuttunuz. Bu arada gece hastaneden 02:00’de çıktık ama ertesi sabah Melike Hanım saat 08:30’da ofisteydi. Söylediği tek şey şuydu: Yaşamak çok güzel!
Keşke bunu başımıza kötü şeyler gelmeden de hep hatırlasak….
Ertesi gün Özgür’le konuştuğumda Özgür’ün de en az bizler kadar korktuğunu öğrendim. Onun dilinden anlatıyorum; “Saat 00:15, sen arıyorsun, ben telefonu açıyorum ve arkada cayır cayır ambulans sesi, ne düşünebilirdim ki?”
Acısıyla tatlısıyla çok güzel bir gece geçirdik. Bundan sonraki ilk etkinliğimiz de umarım bu kadar keyfili olur. Aklımda bir iki plan var ama şimdiden söylemem:)
nazlanma
çok eğleneceğiz anlaşılan. birçok entry olmuş bile...
güzel bir sözle ara veriyorum. yine geleceğim:)
"ilk hata saflığın fakat sonrakiler suçun mahsuludür"
Oliver Goldsmith
bu sözü nereden mi buldum merak edenler için ekolay.net'e hergün bakınız :)))))
love me two times
Çok severim The Doors’u. Bütün albümleri mecuttur arşivimde, filmini en azından 5 kere seyretmişimdir. Geçen gün, uzun zamandır unuttuğum bu şarkıyı yeniden keşfettim.
“Hazır yanındayken beni iki kere sev. Bu gün için sev, elin deymişken yarın için de sev” diyor.
“Abbas yolcudur.” diyor.
“Belki dönemem” diyor.
"Gidiyoruz bir yerlere dünya hali ne olacağı belli olmaz” diyor.
Harbiden de doğru diyorlar. Zaten, pek yanlış söylediği de görülmemiştir bu elemanların.
2 Ağustos 2007 Perşembe
biranın etkisi
nedenli
hay allah
eder
bir müzik mutlu eder mi,
eder
bir ses alır götürür mü?
götürür
bir ses getirir mi?
getirir
neyiz?
life in mono
Bunu buraya taşımamın sebebi dün akşam bu şarkıyı çok uzun zamandır söylemediğimi farketmem oldu. Nedenini herkes tahmin eder mutlaka.
Şiddetle yağan yağmur ve çakan şimşekle gece bembeyaz aydınlanırken ben ne mi yaptım? Bütün perdeleri ve camları açıp bir yandan şarkıyı dinleyebileceğim, bir yandan yağmuru duyabileceğim bir şekilde haftalardır bir kenara attığım pembe battaniyeme sarılıp uykuya daldım.
Şimdi arkamdaki pencerede güneş tekrar açarken uzunca bir süre daha dinleyemeyeceğim şarkımı tekrar mırıldanıyorum. Şarkı bitsin hemen ben de bira içmeye gidiyorum:)
The stranger sang a theme
From someone else's dream
The leaves began to fall and no one spoke at all
But I can't seem to recall
When you came along ingenue
Ingenue
I just don't know what to do
The tree-lined avenue
Begins to fade from view
Drowning past regrets in tea and cigarettes
But I can't seem to forget
When you came along ingenue