Melek mİ, şeytan mı?
|
İllüstrasyon: http://onstartups.com
Cep telefonlarından kol saatlerine kadar artık her şeyin
başına “akıllı” sıfatının konulduğu şu günlerde sermayenin akıllısıyla, daha
medeni bir deyişle “akıllı sermaye”yle de karşılaşabiliyoruz (*). “Ekosistem”
sözcüğünü daha çok doğal çevrenin bileşenlerini tanımlamak için kullanırken,
uzunca bir süredir iş ve yatırım dünyasındaki ilişkileri ve etkileşimleri
tanımlamak için de özel bir tercih olarak belirleyebiliyoruz. Zihnimizde (**)
yatırımcıların kapladığı alan çoğu zaman “para babası”, “tüketim”, “takım
elbise” gibi sıkıcı kavramlarla örülmüşken, dimağımızda artık bu alandaki
karanlık imajı ister istemez tepetaklak eden “melek yatırımcılar”ın pirüpak
siluetlerine yer açabiliyoruz.
Tabii bu kavramların teolojiyle pek bir ilgisi yok. Yine
de halen melek yatırımcıların işlevleri, dünyevi faydalarının yanı sıra bir
anlamda "madde dünyasındaki manevi ek destek birimleri" olarak da
tanımlanabilir herhalde.
Dün akşam, bu ve buna benzer yeni dünya işleyişlerine katkıda bulunacak
faydalı bir konuşmaya katıldık. Kendini "yarı-yatırımcı" olarak
tanımlayan, dünya çapında azınlığı oluşturan melek yatırımcılardan biri olan
Go Beyond CEO'su Brigitte Baumann'ın Etohum Kafe Toplantısı'ndaki
sunumunun, yatırımcılara ve girişimcilere kritik dersler verdiğine, yeni
umutlar aşıladığına eminim. Değerleme (due diligence), kitle
fonlaması (crowd funding) ve risk sermayedarları gibi şahsen
derinlerine inebilecek detaylı bilgimin olmadığı kavramların arasında,
yatırımcı çeşitliliğinin önemine, girişimlerin çok olup yatırımların az
olduğuna, melek yatırımcılığın finansal bir araca dönüşme sürecine ve yatırım
şirketlerinin start-up'ları satın almasının önemine değindi. Bunlar, işin iş
dünyasını ilgilendiren tarafıydı.
Ama bireylerin, daha özelde işin, girişimcilerin iç
dünyasını ilgilendiren tarafı da, iş dünyasının bizden hep beklediği ama
nedense bazen bize izin vermekte zaman zaman zorlandığı önerilerdi.
"Kendiniz olun ve buna cüret edin" demişti. Özgünlük, yüzlercesi
arasında farklılaşmak ve dikkat çekmek demekti. Bireylerin, takımlara,
takımların da zaman içinde iletişim ağını genişleterek “yardım hattı”
işlevini yerine getirebilecek topluluklara dönüşmesi gerektiğini
vurgulamıştı. Karşılıklı güven ve destek, bu anlamda birlikte büyümek
demekti.
Oysa iş dünyasının kendine özgü yeni ve nispeten
daha özgür "ekosisteminde" bile, kalıtımsal rekabetin ve tek
düzeliğin baskınlığı, yukarıdaki refreshments tadındaki
serinletici önerileri, yine ister istemez, çocukluğumuzun kara civcivi
Kalimero edasıyla, "ama haksızlık bu" dedirtecek kıvama getiriyor.
Tavsiye edilen bu kavramların geçersiz olabileceğine dair umutsuzluk, Türkiye'deki sivil
toplum kuruluşlarının bakış açılarına ve işleyişlerine yönelik de
genişletilebilir.
Etohum'un organizasyonu her zamanki gibi çok
güzeldi. Baumann'ın konuşması, aslında gerçekçi ve somut
önerileriyle salondaki birçok kişiye ilham verdi. Yanlış anlaşılmasın:
Bu yazı, daha çok kurumsal bir gözlemden çıkan kişisel bir serzeniş. İş
dünyasıyla iç dünyanın çakışması üzerinden bir tür dert yanma. Tek avuntusu
ise, melek - şeytan sorgusuna girmeden önce, kişinin (girişimcinin veya sivil
toplum kuruluşlarının) kendi boyutunu tayin edebileceğine ve bu süreçte
elinden geleni yapabileceğine inanması. Bir adım ötesi, daha büyük kalabalıklara ulaşmak çünkü. Nitekim, Baumann da böyle der:
"Belli bir aşamaya gelene kadar yapabileceğiniz çok şey var!"
(*) "Biz" derken "dünya vatandaşları"
kadar alabildiğine genel bir kullanım mevcut.
(**) "Biz" derken "iş dünyasının uzak
gözlemcileri" kadar alabildiğince özel bir kullanım mevcut.
|
1 yorum:
Harika bir yazı! Eline sağlık.:)
Yorum Gönder