29 Mart 2012 Perşembe

İnekler Baharın Tadını Çıkarıyor



Ağır ve uzun geçen kış mevsimi ardından İngiltere'deki bir çiftlikte aylar sonra dışarı çıkarılan ineklerin hallerinden duydukları memnuniyet kamera ile görüntülendi.
Dünya Tarımında Merhamet (CIFW) isimli İngiltere merkezli kâr amacı gütmeyen kuruluş, ineklerin aylar sonra otlamaları için dışarı çıkarılmaları sonucu tepkilerini görüntüleyip yayınlandı.
Aylarca kapalı kaldıkları ahırdan doğaya çıkmanın yanı sıra taze otlarla otlamaya bırakılan Holstein süt inekleri koşarak ve birbirleriyle şakalaşır gibi hareketler yaparak gösterdi.
1967'de Peter Roberts adlı bir İngiliz çiftçi ile eşinin, modern gelişmelerden ve tarımın fabrikalaşmasından korkarak kurduğu CIFW, hem insanlar hem de hayvanlar için sağlıklı tarım için çalışıyor. Başta hiçkimseyi bu işe ikna edemeyen Roberts, çiftlik hayvanlarının acı çekmesini önlemek ve mümkün olabildiğince doğal ortamlarında yaşayabilmelerini sağlamak için tek başına yola çıkmak zorunda kalmış.
Bu amaçla çeşitli kampanyalar da düzenleyen CIFW'nun etkinlikleri arasında "Tavuklara Özgürlük", "Fabrika Tarımına Hayır" gibi kampanyalar var.

Asıl şimdi kapıdan çalışma zamanı!





İster Teoman’dan, ister Zuhal Olcay’dan gelsin, ama şu sıralar ofisçe şarkımız “Nefes Nefese”. Yok, gelen baharla beraber bu şarkıyı takıntı haline getirip sabahtan akşama kadar dinliyor değiliz, sadece sabahları dört kat merdiven çıktıktan sonraki halimiz ister istemez bu şarkıyı akla getiriyor. Asansörlü apartman çocukları olduğumuzdan ve bizim tarihi apartmanın merdivenleri gerçekten dik olduğundan olsa gerek, asansörümüzün motoru yandığından beri ofise gelebilmek, başlı başına bir maceraya dönüştü.

Krizi fırsata dönüştürmeyi şiar edinip “Sabah sporumu yapıyorum, iyi oluyor valla” diyenlerimiz olduğu gibi, Ağrı Dağı’na tırmanmış dağcı edasıyla üçüncü katın merdivenlerinden sonra kulağının tıkandığını iddia edenlerimiz de mevcut. Bir de ofise yeni geldiği, düzensiz nefes alıp verişinden belli olan arkadaşını, “Üzülme geçecek, ben de geçtim o yollardan, merdivenlerden” diye avutan DenizK gibi iyilik meleği insanlar var aramızda ki, onların kıymetini bilmek lazım.

Dört kat merdiven çıkınca on dakika nefesi düzelmeyenler familyasından olduğumuzdan, “Her çıkışın bir inişi, sonra bunun bir daha çıkışı vardır” diye düşünerek, zorunlu olmadıkça gün içinde de merdivenlere pek yaklaşmıyoruz. Dolayısıyla şu sıralar, bakkala giderken “Aşağıdan bir şey isteyen var mı” diye soranlar, her zamankinden daha büyük sevap işlemiş oluyor.

Marjinal Club’ın sıkı takipçileri, Deniz’le Serpil’in “Çok kar var, kapıdan çalışıyoruz” yazısını hatırlar. Hazır asansör bozulmuşken, asıl şimdi mi kapıdan çalışsak, ne yapsak?




28 Mart 2012 Çarşamba

Selvi boylum, al yazmalım...

"Az göbekliyim,
Çok karizmatiğim.
Telefonun hastasıyım,
Diyalogların ustasıyım.
Çok sugar'ım,
Saygılarımı sunarım..."

27 Mart 2012 Salı

Taraf Gazetesi Telesiyej köşesi yazarı Pakize Barışta'nın yazısı

HAYVAN PARTİSİ

Tarihinde köpek mezarlığı bulunan (Urartu), atları onore edercesine bir bölgeye Güzel Atlar Ülkesi (Kapadokya) adını veren, turna kuşunu bir inancın edebî sembolü haline getiren (Alevi kültürü), keçiyi tragedyanın çıkış noktası gören, palamut balığını başkentinin (Bizans) sembolü olarak sikkelere bastıran, leyleği, güvercini kutsayan, eşeği mizahının ortağı yapan bir coğrafyanın, bir ülkenin, gecikmiş de olsa hayvan partisini kurması, en doğal hakkıdır bence.

Anadolu, kadim dönemlerden beri hayvanlara çok özel bir yer vermiş, onları çeşitli biçimlerde (vakıf, ferman, lonca marifetiyle) koruma altına almıştır. Çok çetin geçen kışlarda, kurtlar ölmesin diye dağlara tepelere yiyecek bırakılmıştır mesela.

Modern zamanlarda ise (özellikle Cumhuriyet döneminde) ne yazık ki bu hassasiyet gitgide azalmış ve günümüzde dibe vurmuştur adeta. Ortada Avrupa Birliği Uyum Yasaları olmasa şayet, yerel yönetimlere yüklenen görevler nedeniyle eser miktarda da olsa, sokak hayvanlarını koruma uygulaması gerçekleşemezdi asla.

Türkiye’nin hayvanları korumayla ilgili hukuki mevzuatı son derece zayıf ve demodedir; hayvanlara yapılan mezalim, suça girmez mesela, kabahat olarak addedilir ve para cezası verilir.

Oysa gerek sokak hayvanlarıyla ilgili, gerekse yaban hayatla ilgili trajik, hatta vahşi durumlar yaşanıyor Türkiye’de. Bu konulara hassas olan hayvanseverler ise son derece dağınık bir biçimde mücadele veriyorlar kendilerince.

Yeni bir girişim olan Hayvan Partisi, bu dağınık güçleri biraraya getirip, seçimlere girip, Meclis’te temsil edilmeyi hedefliyor.

Genç Siviller’in bir bölümünün (Turgay Oğur, Zeynep Mertoğlu Oğur, Neslihan Demir, Alaz Kuseyri, Safiye Ergün, Rümeysa Boz, Yasir Taflan, Bünyamin Salman) kurduğu Hayvan Partisi’nin amblemi, en çok ezilmiş hayvanlardan biri olan eşek.

Partinin ilk etkinliği Şehir Üniversitesi’nde düzenlenen köpek konferansı.

Partililer 3 haziranda Sivriada'ya bir çıkartma yapacak. Geçmişte 80 bin köpeğin buraya getirilerek ölüme terk edilişini anacak. Hayvan Partisi'nin Sivriada'ya bir köpek anıtı dikme projesi de var.


22 Mart 2012 Perşembe

ÇYDD'den Milletvekillerine

Sayın Milletvekilimiz,
Önümüzdeki günlerde TBMM gündemine gelecek olan "222 Sayılı İlköğretim ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi"nin Meclis gündeminden geri çekilmesini, eğitim gibi toplumumuzun geleceğini biçimlendirecek bir konuda yapılacak değişikliklerin anne-babaların, çocukların, öğretmenlerin, sivil toplum örgütlerinin, üniversitelerin, kısaca konuyla ilgili tüm tarafların bilimsel veriler ışığında tartışmasından sonra TBMM'de görüşülüp karara bağlanması gerektiğini düşünüyoruz. Tersi durumda yapılacak aceleye gelen değişikliklerin toplumumuzda onarılamaz yanlışlara yol açacağına inanıyoruz.
Taslağın Milli Eğitim Komisyonuna gelen ilk şekline göre aşağıda belirttiğimiz konularda taşıdığı çok önemli eksiklikler, yanlışlıklar ya da belirsizlikler konusundaki düşüncelerimiz:
1. Ülkemizde yapılacak bir eğitim reformu, gelişmiş bütün ülkelerde olduğu, ciddi bütün bilimsel çalışmalarda belirtildiği gibi, okul öncesi eğitimi zorunlu eğitim kapsamına almalıdır.60 ay ve üzeri, Milli Eğitim Bakanı’nın açıkladığı gibi ilköğretime başlama yaşı değil, okul öncesi eğitime başlama yaşı olmalıdır.
2. Şu anda uygulanan sekiz yıllık temel eğitim, kesintisiz olarak sürmeli; eğitimin niteliğine, taşımalı sisteme, yatılılık uygulamalarına ilişkin sorunlar ciddi araştırmalarla saptanıp onlara çözümler üretilmelidir. Temel eğitimi kesintiye uğratmak, çocukları 9 yaşında mesleki konulara yönlendirmek; onların temel akademik, sosyal, bilişsel gelişimini kesintiye uğratacaktır.
3. Teklifin "ortaokul" olarak adlandırılan ikinci dört yıllık müfredatı ve seçimlik dersleriyle ilgili bir açıklık içermemesi büyük bir kaygıya ve güvensizliğe neden olmaktadır. Yurttaşların bu içeriği bilmeye ve görüş bildirmeye hakkı vardır.
4. Teklif, öğrencilerin ortaokula geçiş biçimiyle ilgili bir açıklık taşımamakta, bu nedenle biz yurttaşlarda şu anda 14 yaşında başlayan sınav telaşının 9 yaşında başlayacağı endişesini yaratmaktadır. Farklı nitelikte ortaokulların olması, sınavı kaçınılmaz kılacaktır.
5. Teklif, liselere geçiş konusunda da açıklıktan yoksundur. Teklifte meslek eğitiminden söz edilmekte; ancak Fen liseleri Anadolu liseleri gibi seçkin okullarda hangi çocukların, ne şekilde okuma hakkı elde edeceği hakkında hiçbir bilgi içermemektedir.
6. Madde 12. Ek madde 2 ye göre; İlköğretim birinci kademe sonrasında hangi programların açık öğretimle ilişkilendireceğine Bakanlar Kurulunca karar verilecektir. 9 yaşında olan çocukların öğretiminde açık öğretim kapısının açılması kız çocuklarının eğitim ve öğretimi açısından önemli sakıncalar taşımaktadır. Çocuk gelinlerin sayısının artması tehlikesine açıktır. Açık öğretime yönlendirme ikinci kademe sonrasına bırakılsa dahi, durumda önemli bir değişiklik olmayacaktır.
7. Teklif, okullarda kullanılacak eğitim teknolojisinin devlet tarafından ihalesiz biçimde satın alınacağını belirtmekte, bu konu da biz yurttaşlarda ulusumuza ait kaynakların adaletli ve gerektiği gibi kullanılmayacağı kuşkusunu yaratmaktadır.
Sizden ilimizi TBMM'de temsil eden bir milletvekili olarak saydığımız ve bu mektubun sınırları içine sığdıramadığımız nedenlerle yasa teklifinin Meclis gündeminden çekilmesi doğrultusunda oy kullanmanızı bekliyoruz.

21 Mart 2012 Çarşamba

Bir gün CEO olursak...




En iyisi başlamadan vazgeçmek sanırım... Ne dersin Ezgi'cim? Hamurumuzda mı yok ne? Misal ast üst ilişkileri, personel hiyerarşisi, şirket içi denge koruma stratejisi, vizyoner bakış açısı, geleceğe yatırım planları... Görünüşü kurtarsak bile başkası için yaşamın anlamı olan şey bize ömür törpülüğü yapacak gibi...



Yine de işte olur da bir gün el ele verip CEO olursak, manzara yukarıdakinden farksız olacak belli ki...

Günün Anlam ve Önemine En Uygun...

İster Newroz, ister Nevruz ya da 2 hafta sonrası için Hıdrellez ya da Hampartsum....

Ne farkeder ki! Bahar geldi, geliyor. Doğa yenileniyor, insanlar umut doluyor...

Tüm dillerde aynı dilekler dileniyor.

Yeryüzündeki tüm halkların "bahar bayramları" kutlu ve de mutlu olsun.

Ya da isterseniz bugün sadece Dünya Şiir Günü'nü kutlayın. Neticede 21 Mart güzel bir gün kardeşim. Kutlayacak bir şey bulun ve kutlayın :)

Bakın çevrenize, ofiste elbisesiyle bile size baharı hatırlatanlar olabilir mutlaka. Kutlama için sadece gidip yanlarına "elbiseniz ne güzel baaaayan" da diyebilirsiniz :) Aynı Deniz K'cığımı görür görmez benim de yaptığım gibi...

Güllerin içinden, 21 Mart...

Ömür billah "Nerelisin?" sorusuna verdiğim "İstanbulluyum" yanıtının cezasını çektim. "Aaa olmaz öyle şey" "İlla bir kökeniniz vardır" "Annen baban?" ve benzeri yüzlerce soruyu bıkıp usanmadan yanıtladım, İstanbullu olduğuma ikna edene dek. Kimisi hala ikna olmuş değil, orası ayrı...
Ama İstanbullu olmak benim için sanıldığı kadar kötü değildir. Babası memur olduğu için ilkokulu Anadolu’nun 5 farklı ilinde okumuş bir annem var. Okul hayatının geri kalanı da bir o kadar renkli olduğundan, son durak İzmir’e kadar pek çok ilde Anadolu’nun tatlı adetlerini bizzat yaşamışlığı var haliyle...

Kardeşim ve ben işte bu adetleri hem dinleyerek hem de uygulayarak geçirdik çocukluğumuzu. En unutulmazı da her yıl Nevruz’da, elimizde kağıtlarla gül fidanlarının diplerini eşelediğimiz günlerdir herhalde.

Bu adet kısaca şöyledir: Nevruz gecesi bir kağıt kalem alıp gerçekleşmesini istediğiniz dileğinizi kağıda çizersiniz. Çizemeyeceğiniz bir şeyse, açık açık yazarsınız. Sonra kağıdı bir güzel katlayıp, bir gül fidesinin dibine, yalnız başınıza, kimse görmeden gömersiniz ve dileğinizin gerçek olmasını beklersiniz. Tabii şehir hayatında Anadolu adetleri biraz yozlaşıyor. Annem de her gittiği yere adetlerini götürmekten çekinmediği için, eskiden oturduğumuz apartmandaki 32 dairenin tüm kadınlarıyla topluca “gül dibine dilek gömme etkinliği” bile gerçekleştirdiler, yalnızlık ilkesi de böylece ortadan kaldırılmış oldu.

Ben bu adetten biraz soğudum açıkçası. Bir Nevruz akşamı, annemi ÖSS katılım kağıdının aynısını çizerken yakaladım... Gün gelip o kağıda bir alyans çizildiğine şahit olmamak için de dileklerimi yalnızca evrene göndermeyi adet edindim. Ama annem hala evimizin çevresindeki tüm gül fidelerinin yerlerini ezbere biliyor.

Siz de teoride baharı müjdeleyen bu güzel günde, dileklerinizi Doğa Ana’nın en şık hediyesi olan güllerin dibine gömmek isterseniz, bir kağıt kalem bir de gül fidesi bulmanız yeterli. (Her ne kadar bugüne dek ailemiz tarafından dilenenler arasında sadece kardeşimin ve benim ÖSS sınavını geçmemiz gerçek olduysa da...) Dileğinizi karşılayacak bir şekil çizemezseniz haberim olsun, annemden gerekli talimatı alır, iletirim...

19 Mart 2012 Pazartesi

Acil Kargo

Nadya'cım bir gönderimiz var. İlgilenebilir misin?
Adres üzerinde yazılı. Zarfa sığdıramadık ama Kaan halleder herhalde :)

15 Mart 2012 Perşembe

Üst Katın Halleri - 2



Cef beni affetttt...........


Üst Katın Halleri - 1













No 1 den anlayacağınız üzere "Üst katın halleri" yazı dizimizin ilkini paylaşıyorum:)
Sevgili Cef saat 11.00 gibi Apo beyin Gaspar'ı dışarıya çıkarmasına paralel eş zamanlı kestiriyor aramızda kalsın. Şişşşşt ;p

Men In Black

Erkek giyimi insanın var oluşundan yani MÖ devirlere kadar uzanmaktadır. Osmanlı İmparatorluğu'nun son 200 yılında ise daha da ağırlıklı olmaya başlamış ve Arap giyim kültürü ülke geneline tamamen yayılmış durumdaydı 1 Dünya savaşından sonra parçalanan Osmanlı İmparatorluğu'nda işgalci güçler Anadolu'yu işgaliyle birlikte yeni bir devletin kurulması ve kıyafet devrimininde adımlarının atılmasına neden olmuştur .Kurtuluş savaşında işgalci güçlerin kaybetmesiyle birlikte yapılan Lozan Antlaşmasıyla kalan Osmanlı toprakları üzerinde Türkiye Cumhuriyeti kurulmuştur. Türkiye Cumhuriyeti'nin Kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, kıyafet devriminin atılımının yapılmasının Türkler için aydınlığa giden yolun basamaklarından bir tanesi olduğunu görmüş ve gerekli atılmaları kanunlar çıkartarak yapmaya başlamıştır.

Ulu önder Mustafa Kemal Atatürk, 23 Ağustos 1925’te Kastamonu ve İnebolu’ya yaptığı seyahatlerde şapkayı halka göstererek giysi devriminin ilk işaretini verdi “Biz her nokta-i nazardan medeni insan olmalıyız Fikrimiz, zihniyetimiz, tepeden tırnağa kadar medeni olacaktır.Medeni ve beynelminel kıyafet milletimiz için layık bir kıyafettir onu giyeceğiz” diyen Atatürk, 27 Ağustos 1925’te de İnebolu’da “Turan kıyafetini araştırıp ihya eylemeye mahal yoktur. Medeni ve beynelmilel kıyafet bizim için, çok cevherli milletimiz için layık bir kıyafettir” diyerek, medeni yaşayışa uyan kıyafetin kabulü gerekliliğini belirtmiştir. Atatürk’ün uyarması üzerine daha 25 Kasım 1925 tarih ve 671 Sayılı Şapka Kanunu çıkmadan önce vatandaşlar şapkayı giymiş ve bu yenilik, medeni kıyafet değişimi olarak halk arasında iyi karşılanmıştı Bundan sonra, cüppe ve sarık giymek yasaklanmış, bu kıyafetleri giyme hakkı yalnız din adamlarına tanınmıştı.

Bunun yanında bir de Fıtri zevk her Millette farklı şekillerde gelişmiş bunun neticesi olarakta her Milletin tercih edecegi ölçü ayrı ayrı olmuştur .Herhangi bir Milletin hayat tarzı, Üslubu, içinde bulundugu cografi durum, iktisadi- ekonomik, medeni, fikri ve manevi şartlarda kıyafetler degişmiş, içerisinde bulundugu umumi geçim imkanları İş, sanat, zenginlik, fakirlik gibi içerisinde bulunduğu şartlarda kıyafeti etkileyici sebeplerden sayılmıştır. Ayrıca toplumlara göre degişen renk sembolü oldugunu da unutmamak lâzımdır. Yani kısaca elbise toplumların üzerindeki önemli bir işarettir Ve bu işaretimiz muhatabınıza-karşımızdaki kişiye hangi gruba ait oldugumuzun görüntülü mesajını verir Kıyafetimiz , evimizle, barkımızla birlikte bizlerin ait oldugu grubu açıkça ortaya koyar. Kıyafet devriminden sonra, Avrupa'daki erkek giyim modelleri Türkiye'ye girmeye başlamış ve tekstil sanayisinde de hamleler yapılmıştır. Şimdi ise Türkiye tekstil sanayisi bakımından dünyada sayılı ülkelerden birisi durumunda.

Diger arastirmalarda ise takim elbise,
19. yüzyilda erkekler icin en önemli giysilerden biri haline geldi. Hatta maddi durumu pek iyi olmayanlar, takim elbisenin bir sonraki kusaga birakilacak cok önemli bir varlik oldugunu kabul etmislerdir. Ic camasirlarin vücutla elbisenin temas etmemesini saglayarak takim elbiseyi temiz tutma icin 1830 yilinda kullanilmaya baslandigina inanilmaktadir. 19. yüzyilin sonunda, modayi takip eden bir erkek alti türe kadar takim elbiseye sahip olmaktaydi: üc farkli tür paltoyla kullanilan resmi takim elbiseler ve üc farkli stilde montla birlikte kullanilan daha az resmi takim elbiseler. 19. yüzyilin sonlarina dogru, bisiklete, ata binmek ve diger sporlar sirasinda kullanilmak üzere kadinlar icin takim elbiseler de popüler olmaya basladi.

9 Mart 2012 Cuma

Hoş geldin Sinan bebek!


Eyüp Sabri Tuncer Ürün Müdürü Ayşe Demir’in tatlı bebeği Sinan Demir geçtiğimiz günlerde aramıza katıldı. Marjinal ailesi olarak tebrik eder, sağlık ve mutluluk dolu bir ömür dileriz.

8 Mart 2012 Perşembe

Kadın Emekçiler Günü ve Femen



Dünya Emekçi Kadınlar Günü, 8 Mart 1857’de ABD’de greve giden dokuma işçisi kadınların ve 8 Mart 1917’de Şubat Devrimi'nin kıvılcımını çakan Petrogradlı dokuma işçisi kadınların anısına kutlanıyor.

New York’ta 40 bin yiğit kadın
8 Mart 1857’de New York’ta bir dokuma fabrikasında çalışan 40 bin işçi, 16 saatlik işgününün 10 saate indirilmesi ve ücretlerde artış yapılması talebiyle greve başlamıştı. 40 bin kadın işçinin örgütlediği bu grev o zamana kadar ki en kitlesel kadın eylemlerinden biriydi. Eylemi durdurmak isteyen polis kadın işçilere saldırmış, fabrika yönetiminin de desteğiyle binlerce işçinin fabrikaya kilitlenmişti. Bu sırada çıkan yangında içeride kilitli kalan işçilerden 129’u yanarak can vermişti.





Bugün Femen isimli Ukraynalı Kadın Hakları Savunucuları Ayasofya'da bir eylem yaptı. Eylem beklendiği gibi F Tipi polis şiddeti ve tartaklanmayla son buldu. Cesaretlerini, özgüvenlerini can-ı gönülden tebrik ediyor, biz kadınlar için yaptıkları tüm eylemler için sonsuz teşekkür ediyor ve davalarını sonuna kadar destekliyorum. Keşke hepimiz onlar kadar cesur olabilseydik...

Feminizm herkes içindir! Kadın ve erkek birlikte özgürleşecek... Savaşımız erkeklerle değil, erkek egemen sistemle!

Son olarak da ekofeminizm ve vejetaryenlik üzerine bu yazıyı da okumanızı tavsiye ederim.

http://www.birikimdergisi.com/birikim/dergiyazi.aspx?did=1&dsid=55&dyid=1595&yazi=Ekofeminizm+ve+Hayvan+Yeme#.T1fibLq9Zws.facebook

7 Mart 2012 Çarşamba

İnsanlık Suçlarında Zaman Aşımı Olmaz!

Gül yüzlü sevdiğim nemden incindin
Araya söz katan eldir efendim
Kul oldum kapına mürvete geldim
Göster cemalini güldür efendim


Dostun hünerleri gerçekler canı
Muhammet Ali'yle açtık dükkanı
Bahası biçilmez gerçek sultanı
O da bu asırda kuldur efendim


Kulun işi daim günah işlemek
Adettir fidanı kesip aşlamak
Bir mürvete yüz bin kan bağışlamak
Ta ezelden kadim yoldur efendim


Kaynak: Ali Ekber Çiçek
Yöre Erzincan

Modern kadının çilesi...

6 Mart 2012 Salı

Marjinal Grafikte Pozitif Ayrımcılık


Grafik bölümünde bütün erkekler toplanmış, bunları görüp soranlara "biz pozitif ayrımcı" olduk diyorlar. "Pozitif ayrımcılık ne ki?" diye sorduğumuzda da " iyi bi şey, artık böyle iyiyiz" deyip geyiğe dönüyorlar. Biri ayak parmaklarını kaşırken diğeri hatun muhabbeti yapıyor, arkadaşlar ayıp oluyor diyene de "hişşşt, akıllı ol, pozitif ol" diyorlar.

5 Mart 2012 Pazartesi

Bir Yıl ve Bir Yazın Ardından...








Karlı bir kışın ardından az da olsa güneş açtı İstanbul’da nihayet. Şimdi ençok Nazlito mutludur eminim. Hatta belki yeni oturma düzenine göre yine cam kenarındadır da keyfini çıkarıyordur. Leylan Hanım, Yaso, Eray ve Deniz başta olmak üzere bahara yaklaşılan şu günlerde tüm ekibin keyfi daha da yerine gelmiştir. Doğum ne zaman acaba? Düğün oldu mu yoksa Leylan Hanımcım? Blog içinde bir haber olmadığına göre kızımız halen doğmadı ve düğün de olmamış demektir değil mi?. Ama hamilelik fotoğrafı çektirmeyi ihmal etmemişsindir değil mi Eraycım. Bloga koysan da ben de görsem! Güneş ve bahar güzel aileme yeni güzellikler getirir inşallah…


Uzuuuuuunnnnn zamandır birşey yazamadım ama her akşam kafamda şöyle yazarım böyle yazarım diye kurarak uyudum. Birşeyi hayal etmek ve hayaliyle yaşamak da bazen insanı mutlu ediyormuş gerçekten.


Burada koca bir yaz geçti ama Avustralya tarihinde bir ilki daha yaşadı ve yaz olmadı. Zaten biz geldiğimizden beri (15 Şubat’ta bir yıl oldu) Avustralya tarihinde yaşamadığı ilkleri, hiç yaşamadığı kadar çok yaşadı. Bol yağmurlu, selli sulu bir yaz geçirdik. Hatta yarın bile bir bölgede nehrin taşması bekleniyor ve 100 kadar ev boşaltıldı. Bir sene öncesine kadar burada susuzluk yüzünden kıtlık olacak denirken şimdi de sellerden insan kalmayacak!


Yeni yıl öncesinde annem (kayınvalidem) gelmişti. Üç ay kalacaktı ama bir ay sonra birden annesi yani anneannemiz rahatsızlandı ve bir hafta bile sürmeden malesef vefat etti. Tabi bu şok üzerine Kutlay ve annem bir günde ayarlanan biletle İstanbul’a gittiler. Kerem bu ani durumu uzun süre kabullenemediL. Bunun üstüne bir haber de Porter Novelli’den geldi ki inanılmaz; genel müdür işten ayrılmış( Ya da belki de işten çıkarıldı…Bu kısmı çok gizli….Neyse Kutlay bir hafta bile olmadan döndü ve önceden planlanmış olan Perth seyahatine gitti. Kerem’in okulu açıldı. Yine Avustralya tarihinde ilk defa, okul açıldıktan 3 hafta sonra düzene girebildi. Düzen ne demek? Burada her yıl sonunda, bir sonraki sene yine aynı okula geleceğiz ya da gelmeyeceğiz diye bir dilekçe veriyoruz. Geleceğiz diyenlerin yanısıra çok miktarda yeni öğrenci de gelince sınıf ve öğretmen yetersizliği oluştu. Şimdi bizim okulda 5 tane sınıfta 2 sınıf birden aynı anda ders görüyor ve tek öğretmen ile. Yani bizim köy okullarında olduğu gibi birinci ve ikinci sınıf ya da ikinci ile üçüncü sınıf bir arada. Tek farkı toplam sayı 30! Neyse ki biz normal bir sınıftayız. Kutlay 3 haftalık seyahatinden döndü ve o da okula başladı tekrar. Ben artık Porter Novelli dışında yerlere de başvurdum. Bu hafta üst düzey çalışanlara dil eğitimi veren ve sonrasında da onlara staj ayarlayan bir kurumda staja başladım. Yeni bir alternatif oluşana kadar burada devam edeceğim.


İşte böyle bir yaz geldi ve geçti….. Kerem’in sınıf arkadaşlarından seçtiğim çocuklarla oyun günleri planlıyorum, annelerini de davet ediyorum tabi. Niye zahmete giriyorum diye şaşırıp duruyorlar. Tabi ben, çocuğumu size göndermek istemiyorum çünkü eviniz maalesef çok pis, ya da, o kadar rahatsınız ki acaba çocuklara bişey olabilir mi diye tedirgin oluyorum, diyemiyorum. Sadece kek, kurabiye hazırladım, hadi bugün çaya gelin çocuklarla diyorum, onlar da geliyor. Hem çocuklar oynuyor hem biz sohbet etmiş oluyoruz. Diğer boş kalan vakitlerimde okul aile birliğinin işlerine bakmaya devam ediyorum. Günler akıp gidiyor su gibi…O gün gelse de size hasretle kucaklayabilsem!
* Kerem ile deniz müzesindeydik:)

2 Mart 2012 Cuma

Nilay Tezsay - Bizi Mi Yoksaydın?



Sokaktaki canlarımız için Nilay Tezsay'ın oyunuza ihtiyacı var.
Nilay Tezsay; çok değerli vokal, veteriner hekim ve de yaban hayatın kurtarıcı meleği. Ntv'nin düzenlediği yarışmada sokaktaki, barınaktaki canlarımıza dikkat çekmeye çalışıyor. Bir oyda siz vererek destek olur musunuz?

http://www.ntvmsnbc.com/id/25326332/

Dilek Yollarda!










Bundan 3 sene önce sabahları benim arabamla işe gelirdik, açardık son ses şebnem ferah, basardık gaza, hata yaptıkça, kıkır kıkır güler, bunu da yaz deftere derdik... (Bakınız: 7 Şubat 2008 http://marjinalclub.blogspot.com/2008/02/fr-nebahat-abla.html )


Sonra benim arabam (Lily) öldü :( vee yine yayan kaldık...


Birkaç ay önce Dilek "araba alacağım " diyince açıkcası bu kadar kısa sürede karar vereceğine inanmamıştım. Afferin şimdi çok cesaretli tek başına yola çıkıyor... Daha yiyecek çok şeridimiz var :) ama olsun yavaş yavaş oluyor bu işler...


Bugün tam 8.40'da Harbiye'de olduğumuz için de ayrıca kendimizi tebrik ettik:)


Dilek tatlım sana bulduğum birkaç şoför sözleri...


"Şoförüm Suçum Seni Sevmek... "
"Sevip Aşk Acısı Çekeceğine Şoför Ol Yol Acısı Çek... "
"Ben de seni sollardım da çocuklarım var.. " (Bu benim olsun)

"Yolların hakimiyim Senin tek rakibinim... "
"Yollar kadar sevgim de uzun ama sevgim kadar yollar uzun
değil Sevdiğim... "



CoPilot

1 Mart 2012 Perşembe

Kürk Mont

Hayvan Dostu Şirket Olmak…

Dünyanın sahibi üzerinde yaşayan tüm canlılar. Varlıklarını milyonlarca yıldır birbirlerine bağlı olarak sürdürmüşler. Her canlı ihtiyacı olanı almış, ihtiyacı kadar tüketmiş doğanın zenginliklerinden. Sonra insan alet kullanmayı becermiş ve doğanın sahibi ilan etmiş kendisini. Zaman geçtikçe bu yalana öyle bir inandırmış ki kendini tüm doğanın kendine hizmet için var olduğunu bile iddia ederek her şeyin merkezine kendini koymuş. Doğanın gücünü küçümsemiş, ben istersem her şeyi yapabilirim demiş. Ama işin aslının böyle olmadığını artık biliyoruz. Dünya üzerinde her canlının yaşam hakkı var ve üzerinde yaşadığımız sokaklar, caddeler, bahçeler, taş, toprak, hava, su yalnızca bize değil, bizimle birlikte bu dünyada yaşayan her canlıya ait. Dünya tüm canlı türlerinin ortak kullanım alanı.

İşte bu nedenle her canlının diğer canlılara karşı saygı duyması gerektiğine inanıyoruz. İnsan tek başına dünyanın sahibi değildir, dünya ortak yaşamımızı sürdürdüğümüz bir alandır ve kendine aittir.

Düşünce ve duyguların sadece insana değil tüm canlılara ait bir özellik, bir yetenek olduğunu düşünüyoruz. Bu yüzden hayvanlar düşünmez, anlamaz, bizim gibi acı çekmez gibi duyarsız bakış açısını reddediyoruz. Hayvanlar düşünür, öğrenir, üzülür, sevinir, sever. Bunu biliyoruz çünkü şirketimizde evcil hayvanlarımızla birlikte yaşıyoruz. Onlarla birlikte yaşamak bize iç huzuru veriyor, insanlara has bencilliğimizden uzaklaştığımızı hissediyoruz. Bizim dışımızdaki canlıların da yaşam hakkına saygı duyuyor, onlara eziyet edenlere bir tepki olarak logomuzu şirketimize asıyoruz.

Tüm hayvanların sıcak birer yuvaya kavuşma hakkı olduğuna, üzerinde bencilce yayıldığımız dünyada ihtiyaçları olan yiyeceğe ve içeceğe ulaşma hakkını onlara tanımamız gerektiğine inanıyoruz. Bu hepimizin çabalarıyla kazanabilecekleri bir hak ve bunlar karşılığında size nasıl mutluluk verdiklerinin canlı örneğine Marjinal Porter Novelli ofisinde tanık olabilirsiniz. Tüm dostlarımızı, müşterilerimizi, iş ortaklarımızı, bizimle çalışan herkesi, dilediğiniz zaman bizi ve ofisimizde birlikte yaşadığımız dostlarımızı ziyarete gelip onların çalışma ortamımıza kattığı havayı teneffüs etmeye davet ediyoruz.

Siz de hayvansever bir birey ya da şirketseniz, hayvan dostları için tasarladığımız logomuzu indirerek kurumsal-bireysel sayfalarınızda, e-postalarınızda ve dilediğiniz her yerde kullanabilirsiniz. Biz onlarla birlikte yaşamaktan çok mutluyuz!