29 Mart 2012 Perşembe

İnekler Baharın Tadını Çıkarıyor



Ağır ve uzun geçen kış mevsimi ardından İngiltere'deki bir çiftlikte aylar sonra dışarı çıkarılan ineklerin hallerinden duydukları memnuniyet kamera ile görüntülendi.
Dünya Tarımında Merhamet (CIFW) isimli İngiltere merkezli kâr amacı gütmeyen kuruluş, ineklerin aylar sonra otlamaları için dışarı çıkarılmaları sonucu tepkilerini görüntüleyip yayınlandı.
Aylarca kapalı kaldıkları ahırdan doğaya çıkmanın yanı sıra taze otlarla otlamaya bırakılan Holstein süt inekleri koşarak ve birbirleriyle şakalaşır gibi hareketler yaparak gösterdi.
1967'de Peter Roberts adlı bir İngiliz çiftçi ile eşinin, modern gelişmelerden ve tarımın fabrikalaşmasından korkarak kurduğu CIFW, hem insanlar hem de hayvanlar için sağlıklı tarım için çalışıyor. Başta hiçkimseyi bu işe ikna edemeyen Roberts, çiftlik hayvanlarının acı çekmesini önlemek ve mümkün olabildiğince doğal ortamlarında yaşayabilmelerini sağlamak için tek başına yola çıkmak zorunda kalmış.
Bu amaçla çeşitli kampanyalar da düzenleyen CIFW'nun etkinlikleri arasında "Tavuklara Özgürlük", "Fabrika Tarımına Hayır" gibi kampanyalar var.

Asıl şimdi kapıdan çalışma zamanı!





İster Teoman’dan, ister Zuhal Olcay’dan gelsin, ama şu sıralar ofisçe şarkımız “Nefes Nefese”. Yok, gelen baharla beraber bu şarkıyı takıntı haline getirip sabahtan akşama kadar dinliyor değiliz, sadece sabahları dört kat merdiven çıktıktan sonraki halimiz ister istemez bu şarkıyı akla getiriyor. Asansörlü apartman çocukları olduğumuzdan ve bizim tarihi apartmanın merdivenleri gerçekten dik olduğundan olsa gerek, asansörümüzün motoru yandığından beri ofise gelebilmek, başlı başına bir maceraya dönüştü.

Krizi fırsata dönüştürmeyi şiar edinip “Sabah sporumu yapıyorum, iyi oluyor valla” diyenlerimiz olduğu gibi, Ağrı Dağı’na tırmanmış dağcı edasıyla üçüncü katın merdivenlerinden sonra kulağının tıkandığını iddia edenlerimiz de mevcut. Bir de ofise yeni geldiği, düzensiz nefes alıp verişinden belli olan arkadaşını, “Üzülme geçecek, ben de geçtim o yollardan, merdivenlerden” diye avutan DenizK gibi iyilik meleği insanlar var aramızda ki, onların kıymetini bilmek lazım.

Dört kat merdiven çıkınca on dakika nefesi düzelmeyenler familyasından olduğumuzdan, “Her çıkışın bir inişi, sonra bunun bir daha çıkışı vardır” diye düşünerek, zorunlu olmadıkça gün içinde de merdivenlere pek yaklaşmıyoruz. Dolayısıyla şu sıralar, bakkala giderken “Aşağıdan bir şey isteyen var mı” diye soranlar, her zamankinden daha büyük sevap işlemiş oluyor.

Marjinal Club’ın sıkı takipçileri, Deniz’le Serpil’in “Çok kar var, kapıdan çalışıyoruz” yazısını hatırlar. Hazır asansör bozulmuşken, asıl şimdi mi kapıdan çalışsak, ne yapsak?




28 Mart 2012 Çarşamba

Selvi boylum, al yazmalım...

"Az göbekliyim,
Çok karizmatiğim.
Telefonun hastasıyım,
Diyalogların ustasıyım.
Çok sugar'ım,
Saygılarımı sunarım..."

27 Mart 2012 Salı

Taraf Gazetesi Telesiyej köşesi yazarı Pakize Barışta'nın yazısı

HAYVAN PARTİSİ

Tarihinde köpek mezarlığı bulunan (Urartu), atları onore edercesine bir bölgeye Güzel Atlar Ülkesi (Kapadokya) adını veren, turna kuşunu bir inancın edebî sembolü haline getiren (Alevi kültürü), keçiyi tragedyanın çıkış noktası gören, palamut balığını başkentinin (Bizans) sembolü olarak sikkelere bastıran, leyleği, güvercini kutsayan, eşeği mizahının ortağı yapan bir coğrafyanın, bir ülkenin, gecikmiş de olsa hayvan partisini kurması, en doğal hakkıdır bence.

Anadolu, kadim dönemlerden beri hayvanlara çok özel bir yer vermiş, onları çeşitli biçimlerde (vakıf, ferman, lonca marifetiyle) koruma altına almıştır. Çok çetin geçen kışlarda, kurtlar ölmesin diye dağlara tepelere yiyecek bırakılmıştır mesela.

Modern zamanlarda ise (özellikle Cumhuriyet döneminde) ne yazık ki bu hassasiyet gitgide azalmış ve günümüzde dibe vurmuştur adeta. Ortada Avrupa Birliği Uyum Yasaları olmasa şayet, yerel yönetimlere yüklenen görevler nedeniyle eser miktarda da olsa, sokak hayvanlarını koruma uygulaması gerçekleşemezdi asla.

Türkiye’nin hayvanları korumayla ilgili hukuki mevzuatı son derece zayıf ve demodedir; hayvanlara yapılan mezalim, suça girmez mesela, kabahat olarak addedilir ve para cezası verilir.

Oysa gerek sokak hayvanlarıyla ilgili, gerekse yaban hayatla ilgili trajik, hatta vahşi durumlar yaşanıyor Türkiye’de. Bu konulara hassas olan hayvanseverler ise son derece dağınık bir biçimde mücadele veriyorlar kendilerince.

Yeni bir girişim olan Hayvan Partisi, bu dağınık güçleri biraraya getirip, seçimlere girip, Meclis’te temsil edilmeyi hedefliyor.

Genç Siviller’in bir bölümünün (Turgay Oğur, Zeynep Mertoğlu Oğur, Neslihan Demir, Alaz Kuseyri, Safiye Ergün, Rümeysa Boz, Yasir Taflan, Bünyamin Salman) kurduğu Hayvan Partisi’nin amblemi, en çok ezilmiş hayvanlardan biri olan eşek.

Partinin ilk etkinliği Şehir Üniversitesi’nde düzenlenen köpek konferansı.

Partililer 3 haziranda Sivriada'ya bir çıkartma yapacak. Geçmişte 80 bin köpeğin buraya getirilerek ölüme terk edilişini anacak. Hayvan Partisi'nin Sivriada'ya bir köpek anıtı dikme projesi de var.


22 Mart 2012 Perşembe

ÇYDD'den Milletvekillerine

Sayın Milletvekilimiz,
Önümüzdeki günlerde TBMM gündemine gelecek olan "222 Sayılı İlköğretim ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi"nin Meclis gündeminden geri çekilmesini, eğitim gibi toplumumuzun geleceğini biçimlendirecek bir konuda yapılacak değişikliklerin anne-babaların, çocukların, öğretmenlerin, sivil toplum örgütlerinin, üniversitelerin, kısaca konuyla ilgili tüm tarafların bilimsel veriler ışığında tartışmasından sonra TBMM'de görüşülüp karara bağlanması gerektiğini düşünüyoruz. Tersi durumda yapılacak aceleye gelen değişikliklerin toplumumuzda onarılamaz yanlışlara yol açacağına inanıyoruz.
Taslağın Milli Eğitim Komisyonuna gelen ilk şekline göre aşağıda belirttiğimiz konularda taşıdığı çok önemli eksiklikler, yanlışlıklar ya da belirsizlikler konusundaki düşüncelerimiz:
1. Ülkemizde yapılacak bir eğitim reformu, gelişmiş bütün ülkelerde olduğu, ciddi bütün bilimsel çalışmalarda belirtildiği gibi, okul öncesi eğitimi zorunlu eğitim kapsamına almalıdır.60 ay ve üzeri, Milli Eğitim Bakanı’nın açıkladığı gibi ilköğretime başlama yaşı değil, okul öncesi eğitime başlama yaşı olmalıdır.
2. Şu anda uygulanan sekiz yıllık temel eğitim, kesintisiz olarak sürmeli; eğitimin niteliğine, taşımalı sisteme, yatılılık uygulamalarına ilişkin sorunlar ciddi araştırmalarla saptanıp onlara çözümler üretilmelidir. Temel eğitimi kesintiye uğratmak, çocukları 9 yaşında mesleki konulara yönlendirmek; onların temel akademik, sosyal, bilişsel gelişimini kesintiye uğratacaktır.
3. Teklifin "ortaokul" olarak adlandırılan ikinci dört yıllık müfredatı ve seçimlik dersleriyle ilgili bir açıklık içermemesi büyük bir kaygıya ve güvensizliğe neden olmaktadır. Yurttaşların bu içeriği bilmeye ve görüş bildirmeye hakkı vardır.
4. Teklif, öğrencilerin ortaokula geçiş biçimiyle ilgili bir açıklık taşımamakta, bu nedenle biz yurttaşlarda şu anda 14 yaşında başlayan sınav telaşının 9 yaşında başlayacağı endişesini yaratmaktadır. Farklı nitelikte ortaokulların olması, sınavı kaçınılmaz kılacaktır.
5. Teklif, liselere geçiş konusunda da açıklıktan yoksundur. Teklifte meslek eğitiminden söz edilmekte; ancak Fen liseleri Anadolu liseleri gibi seçkin okullarda hangi çocukların, ne şekilde okuma hakkı elde edeceği hakkında hiçbir bilgi içermemektedir.
6. Madde 12. Ek madde 2 ye göre; İlköğretim birinci kademe sonrasında hangi programların açık öğretimle ilişkilendireceğine Bakanlar Kurulunca karar verilecektir. 9 yaşında olan çocukların öğretiminde açık öğretim kapısının açılması kız çocuklarının eğitim ve öğretimi açısından önemli sakıncalar taşımaktadır. Çocuk gelinlerin sayısının artması tehlikesine açıktır. Açık öğretime yönlendirme ikinci kademe sonrasına bırakılsa dahi, durumda önemli bir değişiklik olmayacaktır.
7. Teklif, okullarda kullanılacak eğitim teknolojisinin devlet tarafından ihalesiz biçimde satın alınacağını belirtmekte, bu konu da biz yurttaşlarda ulusumuza ait kaynakların adaletli ve gerektiği gibi kullanılmayacağı kuşkusunu yaratmaktadır.
Sizden ilimizi TBMM'de temsil eden bir milletvekili olarak saydığımız ve bu mektubun sınırları içine sığdıramadığımız nedenlerle yasa teklifinin Meclis gündeminden çekilmesi doğrultusunda oy kullanmanızı bekliyoruz.

21 Mart 2012 Çarşamba

Bir gün CEO olursak...




En iyisi başlamadan vazgeçmek sanırım... Ne dersin Ezgi'cim? Hamurumuzda mı yok ne? Misal ast üst ilişkileri, personel hiyerarşisi, şirket içi denge koruma stratejisi, vizyoner bakış açısı, geleceğe yatırım planları... Görünüşü kurtarsak bile başkası için yaşamın anlamı olan şey bize ömür törpülüğü yapacak gibi...



Yine de işte olur da bir gün el ele verip CEO olursak, manzara yukarıdakinden farksız olacak belli ki...

Günün Anlam ve Önemine En Uygun...

İster Newroz, ister Nevruz ya da 2 hafta sonrası için Hıdrellez ya da Hampartsum....

Ne farkeder ki! Bahar geldi, geliyor. Doğa yenileniyor, insanlar umut doluyor...

Tüm dillerde aynı dilekler dileniyor.

Yeryüzündeki tüm halkların "bahar bayramları" kutlu ve de mutlu olsun.

Ya da isterseniz bugün sadece Dünya Şiir Günü'nü kutlayın. Neticede 21 Mart güzel bir gün kardeşim. Kutlayacak bir şey bulun ve kutlayın :)

Bakın çevrenize, ofiste elbisesiyle bile size baharı hatırlatanlar olabilir mutlaka. Kutlama için sadece gidip yanlarına "elbiseniz ne güzel baaaayan" da diyebilirsiniz :) Aynı Deniz K'cığımı görür görmez benim de yaptığım gibi...

Güllerin içinden, 21 Mart...

Ömür billah "Nerelisin?" sorusuna verdiğim "İstanbulluyum" yanıtının cezasını çektim. "Aaa olmaz öyle şey" "İlla bir kökeniniz vardır" "Annen baban?" ve benzeri yüzlerce soruyu bıkıp usanmadan yanıtladım, İstanbullu olduğuma ikna edene dek. Kimisi hala ikna olmuş değil, orası ayrı...
Ama İstanbullu olmak benim için sanıldığı kadar kötü değildir. Babası memur olduğu için ilkokulu Anadolu’nun 5 farklı ilinde okumuş bir annem var. Okul hayatının geri kalanı da bir o kadar renkli olduğundan, son durak İzmir’e kadar pek çok ilde Anadolu’nun tatlı adetlerini bizzat yaşamışlığı var haliyle...

Kardeşim ve ben işte bu adetleri hem dinleyerek hem de uygulayarak geçirdik çocukluğumuzu. En unutulmazı da her yıl Nevruz’da, elimizde kağıtlarla gül fidanlarının diplerini eşelediğimiz günlerdir herhalde.

Bu adet kısaca şöyledir: Nevruz gecesi bir kağıt kalem alıp gerçekleşmesini istediğiniz dileğinizi kağıda çizersiniz. Çizemeyeceğiniz bir şeyse, açık açık yazarsınız. Sonra kağıdı bir güzel katlayıp, bir gül fidesinin dibine, yalnız başınıza, kimse görmeden gömersiniz ve dileğinizin gerçek olmasını beklersiniz. Tabii şehir hayatında Anadolu adetleri biraz yozlaşıyor. Annem de her gittiği yere adetlerini götürmekten çekinmediği için, eskiden oturduğumuz apartmandaki 32 dairenin tüm kadınlarıyla topluca “gül dibine dilek gömme etkinliği” bile gerçekleştirdiler, yalnızlık ilkesi de böylece ortadan kaldırılmış oldu.

Ben bu adetten biraz soğudum açıkçası. Bir Nevruz akşamı, annemi ÖSS katılım kağıdının aynısını çizerken yakaladım... Gün gelip o kağıda bir alyans çizildiğine şahit olmamak için de dileklerimi yalnızca evrene göndermeyi adet edindim. Ama annem hala evimizin çevresindeki tüm gül fidelerinin yerlerini ezbere biliyor.

Siz de teoride baharı müjdeleyen bu güzel günde, dileklerinizi Doğa Ana’nın en şık hediyesi olan güllerin dibine gömmek isterseniz, bir kağıt kalem bir de gül fidesi bulmanız yeterli. (Her ne kadar bugüne dek ailemiz tarafından dilenenler arasında sadece kardeşimin ve benim ÖSS sınavını geçmemiz gerçek olduysa da...) Dileğinizi karşılayacak bir şekil çizemezseniz haberim olsun, annemden gerekli talimatı alır, iletirim...

19 Mart 2012 Pazartesi

Acil Kargo

Nadya'cım bir gönderimiz var. İlgilenebilir misin?
Adres üzerinde yazılı. Zarfa sığdıramadık ama Kaan halleder herhalde :)