15 Ocak 2011 tarihinde Galatasaray’ın yeni futbol
stadyumu Ali Sami Yen Spor Kompleksi Türk Telekom Arena Stadı resmen açıldı.
Açılışta Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın stada girişi
anons edildiğinde stadın önemli bir bölümü yuhalamak suretiyle başbakanı ve o
dönemlerde stadın Galatasaray “lütfedildiği” diskurunu protesto etti. Mikrofona
gelen dönemin TOKİ Başkanı Erdoğan Bayraktar başbakanı savunma gayretiyle
korkunç bir üslupla Galatasaray’ın merhum başkanı Özhan Canaydın’ın stadın
inşası görüşmelerinde karşısında nasıl “güçsüz” bir şekilde durduğunu
hatırlatma ihtiyacı hissedince film koptu. Hemen tüm stadyum bu anlamsız
üslubu, münasebetsiz tavrı yuhalayarak, ıslıklayarak protesto etti.
Maçın bitimiyle birlikte açılış unutulmuş, yaşanan
olaylar Türkiye’nin gündemi haline gelmişti. Hükümet ve bürokrasi kanadından
Galatasaray’a korkunç baskılar gelmeye başlamış, Galatasaray taraftarları
AKP’nin resmi görevlileri tarafından “nankör”, “terörist” gibi sıfatlarla
anılmıştı. Galatasaray’ın “resmi medyası” konumundaki Ultraslan susmuş,
yönetimi ve başkanı hükümet baskısına boyun eğer bir tavırla yuhalama eyleminin
stada gizlice girilen 300-500 kişi (3-5 çapulcu?) tarafından icra edildiğini
söyleyerek kamera görüntülerini emniyetle paylaşacağını açıklamıştı.
Hissedilen hayal kırıklığı ve dışlanmışlık refleksif bir
tepki oluşturdu ancak tepkinin akacağı pek fazla kanal yoktu. Medya yanlıydı,
resmi taraftar grubu sessizdi, yönetim siyasi baskı altındaydı. Oluşan tepki
sosyal medya üzerinden bir sinerjiye dönüştü. Bir metin kaleme alındı ve hızlı
bir organizasyonla Türkiye’nin büyük günlük gazetelerinde ilan olarak
yayımlandı. Hareketin adı “Bağımsız Galatasaray Taraftarları” idi. Bu
insanların çoğu birbirlerini görmemişti bile. Sosyal medyadan örgütlenmiş, ilan
için gerekli parayı toplamışlardı o kadar. İlanın uyandırdığı yankı
etkileyiciydi. Yalnızca Galatasaraylılar değil, Beşiktaşlılar ve
Fenerbahçeliler de destek vermişti. O günün futbol iklimini hatırlayanlar bunun
bir mucize olduğunu çok iyi bilir. Zira bu üç takımın taraftarları –belki de
devletin bilinçli politikalarının da etkisiyle- birbirlerinden nefret etmeye
programlanmışlardı.
İlan metni takım taraftarlığından çok bireysel
özgürlüklere ve siyasi baskıya ithaf olunan maddeler içeriyordu. Şüphesiz
insanları bir araya getiren de buydu; ortak var olma kaygıları.
Bunu anlatmamın sebebi yaşanılan Gezi Parkı
protestolarıyla büyük benzerlikler içermesi ve bir bakıma onun mikro ve çok
daha kısa süreli versiyonu olması. Gezi Parkı protestolarını sosyolojik açıdan
açıklamaya çalışan gazeteciler, akademisyenler ve genel olarak tüm
entelektüellerin düştüğü ortak yanlış homojen talepler yönelten heterojen bir
grubu, heterojen talepler üreten homojen bir gruptan ibaret sanmaları. Tıpkı TT
Arena açılışında olduğu gibi sokaklara çıkanların önemli bir çoğunluğu
birbirlerini önceden tanımayan, birbirlerinin ideolojik görüşlerini, demografik
özelliklerini umursamayan insanlardan oluşuyor. Olayların en başından beri
fiziksel olarak yer almış olmama rağmen şahsım olarak hareketin felsefi
çekirdeği içerisinde değilim. Zira tüm bu barışçıl gösterilerin çekirdeğinde
yer alan insanlar hayatlarında ilk kez kitlesel bir eyleme katılan, olağanüstü
seviyede bireysel bilince sahip, belirli bir ideolojiye sahip olmaktansa
bireysel özgürlüğü ön plana çıkaran, mükemmel derecede yardımlaşan ve
etrafındakileri de aynı enerji ile etkileyebilen 90 ve sonrası yıllarda doğan
ve sizler diye hitap etmek istediğim insanlar.
29 yaşında bir adam olarak benim sizlere katabileceğim
şeyler sınırlı. Genel kültürünüz, sivil inisiyatif bilinciniz, dayanışmacı
örgütlenmeniz bugüne kadar gelmiş geçmiş tüm kuşaklardan daha üstün ve daha
sonuca yönelik. Üründe, teknolojide, insanda ve genel olarak yaşamdaki
vasatlığa olan tepkileriniz tüm kuşaklarınkinden daha gerçek ve daha etkili.
Benim tek yapabileceğim, bugün itibariyle inancınızı söndürmeye çalışan, kendi
geçmişlerinden verdikleri örneklerle uzun vadede gaflete düşeceklerini ilan
eden, muhafazakar görünümlü olmasalar da fikri açıdan aşırı derecede bağnaz
gazeteci, akademisyen ve işadamı tayfasına inanmamaya ve güvenmemeye çağırmak
olur. “Tecrübe aşılama altında kendi kişisel kıskançlıklarını empoze
etmelerinin yanında yaşayamadıkları tüm güzellikleri başkalarına çok görme
güdüsünden başka bir şeye sahip olmayan ‘hocalarınızın’ hareketinizi
çalmalarına izin vermeyin” diyebilirim sadece. Çünkü siz şimdiden kazandınız.
Ülkedeki geleneksel muhalefet tarzını tarihe gömdünüz. Hükümet o kadar
panikledi ki, size bir şekilde yol vermek zorunda kalan muhalefeti kendi
geleneksel savaş alanına çekmek için elinden geleni yapmaya başladı. Çünkü sizden
deli gibi korkuyor. Ulusalcılar, Kürt milliyetçileri, liberaller, dışlanmış
muhafazakârlar, darbeciler ve diğer tüm düşmanları hareketinizde sizinle yan
yana yürüdüyseler de, gösterdiğiniz kararlılık ve hareketi sahiplenme gücünüz
öylesine baskındı ki, hiçbiri sizin bireysel hak taleplerinizi ve pasif direniş
yaklaşımınızı aşamadı, tehdit edemedi. Amaçları bu hareketlerin eylemlerin
önüne geçmesi ve bir nevi vitrin haline gelmesiydi. Başarılı olamadılar.
Bugünün “tarihçi” akademisyenleri sizi kıskandı. Çünkü
onlar da zamanında kendilerinin sandıkları bir hareketin parçası olmuşlardı. Siz
örgütlü olmak zorunda değildiniz. Onlar örgütlü olmak zorundalardı. Siz asgari
bireysel özgürlük taleplerinde birleşebilmiştiniz. Onlar Pekin-Moskova arasına
sıkışmıştı. 1 Mayıs 1977’de olduğu gibi başkalarını kendilerini yok etmeye
davet eden bölünmeler içinde olmuşlardı. Sizi kıskandılar çünkü siz örgütlü
olmadan da, kişisel ve ideolojik hırslar olmadan da bir araya gelinebileceğini
gösterdiniz. İşte bunun için karşılarında hedef gösterebilecekleri iç-dış
mihrak, örgüt, siyasi parti arıyorlar. Siz bu imkânı onlara sunmadığınız ölçüde
kazanımlarınız da kalıcı olacaktır.
Size isim vermeye, sizi tekleştirmeye çalışacaklar ancak
benim gördüğüm kadarıyla başarılı olamayacaklar. Bundan sonra muhalefet de,
muhatap da, olası bir siyasal hareketin arkasındaki gerçek güç de siz ve sizin yolunuzu
takip edenler olacak.
Bundan sonrası
Siyasal iklim aşağı yukarı belli oldu. Görünürde seçim
olmamasına rağmen bir seçim ortamına girildi. Hükümet öz tabanına dönerek
oradan alacağı güçle yeniden kitleselleşmeye çalışacak. Oy oranlarının ciddi
biçimde düştüğünün farkındalar ve bunu göze almış durumdalar. Zira gelecek
seçimden yine oyların çoğunluğunu almış olarak çıkacakları kesin. Bu süreçte
medyayı da kolluk kuvvetlerini de her zamankinden daha sert kullanacaklar.
Polislerin çalışma şartlarının dayanılmaz bir seviyeye çekilmesi, psikolojik
zindeliklerinin tehdit edilmesi bilinçlidir. Olası müdahalelerde daha sert
olmalarını sağlayarak çıkabilecek olumsuz sonuçlarda hem halk korkacak hem de
işlenecek suçları tamamen polise yıkabilecekler. Polislerin çoğunun 20’li
yaşlarının başında, günlerdir ev görmemiş, temel ihtiyaçlarını karşılayamayan
insanlar olduğunu unutmayın ve her koşulda sağ duyu ile hareket ederek
tepkinizi bu sistemi oluşturanlara yöneltin.
Alıntısız bitirmeyelim:
“Bir alt sınıf olduğu sürece ben de onlardan biriyim. Bir
suç unsuru var olduğu sürece ben de içindeyim. Hapse atılmış tek bir kişi bile
varsa özgür değilim.” – Eugene Victor Debs
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder