29 Nisan 2010 Perşembe

Yenilenen Şehir "Eskişehir"

23 Nisan'ın haftasonu tatili ile birleşmesini fırsat bilerek kısa bir şehir dışı gezisine gittim. Şehrimiz epeydir basında da "mutlaka görmelisiniz" nidalarıyla yer alan Eskişehir idi. Yolculuğumuzu Cumhuriyet treni ile yapmamız da benim için ayrı bir nostalji oldu, 13-14 senedir trenle yolculuk yapmamıştım. Gerçekten de Avrupai görünümü ile güzel bir şehir olmuş. Nehir üzerinde ve yanlarında bırakılan alanlar ve tekne ya da gondol turları ile de Amsterdam ya da Venedik çağrışımı yaratılmış. Ama yine de bu benzerlik insanın gözüne çok batmıyor. Hemen hemen yapılan tüm işlerin belediyenin çalışmalarıyla yapılmış olması ise ayrıca ilginç geldi. Bu anlamda diğer illerin de örnek alması gereken bir yaklaşım varmış: Mesela bir park mı yapılacak (Kent Park ), parktaki heykellerin ve park kapısının demir motifinin çizimi Yılmaz Büyükerşan tarafından yapılmış, uygulamalar ise belediyeye bağlı atölyelerde. Böylece belediye herşeyi kendi kaynaklarıyla çözmüş oluyor tabii. Parka dikilecek ağaçlar da benzer şekilde belediyenin park ve bahçeler gibi bir bölümüyle çözülmüş, bitki örtüsü bölge iklimine uygun olarak seçilmiş ve palmiye dikilmemiş mesela. Bir başka örnek, nehir turunda kullanılan tekneler için 2 tane örnek tekne İzmir'den satın alınmış, daha sonraki teknelerin üretimi Eskişehir tersanelerinde yapılmış ve şimdi de denizi olmayan şehir Eskişehir tekne ihracatı yapmaya başlayacakmış. Buradan kazanacağı gelir ve yaratacağı istihdam ise ayrı bir konu...
Şehirde iki tane üniversitenin bulunması (Anadolu Ünversitesi ve Osmangazi Üniversitesi) hem şehre hareket getirmiş hem de esnafı rehavetten korumuş, pazar günü bile dükkanlar geç saatlere kadar açıktı (en azından Çarşı civarında).
Ayrıca kentin genç nüfusunun kültürel olarak da gelişiminin sağlanması için tiyatro, klasik müzik ve konser gibi etkinliklerin fiyatları oldukça düşük tutulup özellikle gençlerin bu tip etkinliklerle bilgilenmesi amaçlanıyormuş. Lületaşı Müzesi, Çağdaş Cam Sanatları Müzesi (şu anda tam müze değil aslında, belediye destekliyor sadece ama müze başvurusunda bulunulmuş) gibi yerler ile tarihi Odun Pazarı Evleri de restorasyonla yeniden yaşanabilir ve turizme kazandırılacak yerler haline getirilmeye çalışılıyor. Hepsini görmekte yarar var.
Ne yiyelim derseniz; Eskişehir köftesi değişik bir tat olabilir. Izgara yağına batırılmış dilimlenmiş ekmeklerin üzerine konulan ızgara köfteler isteğe bağlı olarak salçalı ve yoğurtlu sos ile veya sade yenilebiliyor. Ayrıca üretimi farklı olan ama bir çeşit pişmaniye (hatta Eskişehir Pişmaniyesi diyorlar) Met Helvası da çok güzeldi.

Bir de "çibörek" var, aslında Kırım kökenli olan bu börek
genelde "çiğbörek" olarak yanlış kullanılıyormuş. "çi" kelimesi Kırımcada "lezzetli" anlamına geliyormuş. Ayrıca yağda kızartıldığı için içinde "çiğ" birşeyin kalması mümkün değil diye de Kırımlı bir çibörekçide açıklama yazısı yazmışlardı.

Bu geziye katılmama vesile olan sevgili anne ve babama da ayrıca teşekkürler... :)

23 Nisan 2010 Cuma

15 Nisan 2010 Perşembe

Active ACADEMY Sermaye Piyasaları Zirvesi'nin ardından...





Active ACADEMY Sermaye Piyasaları Zirvesi, 14 Nisan tarihinde Devlet Bakanı Ali Babacan ve SPK'dan birçok yetkilinin katılımı ve SPK'nın gündemi yakalayan konularıyla başarıyla gerçekleştirildi. Emeği geçen herkese teşekkürler...
Şimdi sırada 21 Nisan'da Active ACADEMY Sigorta Zirvesi var.

Tarih İçinde Zamanımızın Paradoksu

Daha yüksek binalarımız, ama daha kısa sabrımız var; daha geniş oto yollarımız, ama daha dar bakış açılarımız var.
Daha çok harcıyoruz, ama daha az şeye sahibiz; daha fazla satın alıyoruz, ama daha az hoşnut kalıyoruz.
Daha büyük evlerimiz, ama daha küçük ailelerimiz; daha çok ev gereçleri, ama daha az zamanımız var.
Daha çok eğitimimiz, ama daha az sağduyumuz; daha fazla bilgimiz, ama daha az bilgeliğimiz var.
Daha çok uzmanımız, ama yine de daha çok sorunumuz; daha çok ilacımız, ama daha az sağlığımız var.
Çok fazla alkol ve sigara tüketiyoruz, çok savurganca para harcıyoruz, çok az gülüyoruz.
Çok hızlı araba kullanıyor, çok çabuk kızıyoruz,
Çok geç saatlere kadar oturuyor, çok yorgun kalkıyoruz,
Çok az okuyor çok fazla TV izliyoruz ve çok ender şükrediyoruz.
Mal varlıklarımızı çoğalttık, ama değerlerimizi azalttık.
Çok konuşuyoruz, çok az seviyoruz ve çok sık nefret ediyoruz.
Geçimimizi sağlamayı öğrendik, ama yaşam kurmayı öğrenemedik.
Yaşamımıza yıllar kattık, ama yıllara yaşam katamadık.
Aya gidip gelmeyi öğrendik, ama yeni komşumuzla karşılaşmak için caddenin karşısına geçmekte sorunumuz var.
Dış Uzayı fethettik, ama iç dünyamızı edemedik.
Daha büyük işler yaptık, ama daha iyi işler yapamadık.
Havayı temizledik, ama ruhumuzu kirlettik.
Atoma hükmettik, ama önyargılarımıza edemedik.
Daha çok yazıyoruz, ama daha az öğreniyoruz.
Daha çok plan yapıyoruz, daha az sonuca varıyoruz.
Koşuşmayı öğrendik, ama beklemeyi öğrenemedik.
Daha fazla bilgiyi depolamak, her zamankinden daha çok kopya çıkarmak için daha çok bilgisayarlar yapıyoruz, ama git gide daha az iletişim kuruyoruz.
Zaman artık, hızlı hazırlanan ve yavaş sindirilen yiyeceklerin; büyük adamlar ve küçük karakterlerin; yüksek kârlar ve sığ ilişkilerin zamanıdır.
Günümüz artık, iki maaşın girdiği ama boşanmaların daha çok olduğu, daha süslü evler, ama dağılmış yuvaların olduğu günlerdir.
Bu günler, hızlı seyahatler, kullanılıp atılan çocuk bezleri, yok edilen ahlakî değerler, bir gecelik ilişkiler, obez bedenler ve neşelendirmekten sakinleştirmeye hatta öldürmeye kadar her şeyi yapabilen hapların olduğu günlerdir.
Vitrinlerde her şeyin sergilendiği, ama depolarda hiçbir şeyin olmadığı bir zamandayız.
Öyle bir zaman ki teknoloji bu mektubu size getirebilir, siz bu içselliği ya paylaşmayı, ya da sil tuşuna basmayı seçebilirsiniz.
Yaşam, aldığımız nefes sayısıyla değil, nefesimizi kesen anların sayısıyla ölçülür.
Paylaşmak özel ve güzeldir, yaşamı paylaşmak, özel gün ve anları paylaşmak değer verip değerinizi bilen birileri olduğunu bilmek onunla paylaşmak ne kadar lüks artık onu bulmak ve kaybetmemek, dostluğu, sevgiyi, hüznü paylaşmak ne güzeldir tüm bunların tarihe karıştığı bir dönemde elde etmek ve yaşamak..."

George Carlin
Amerika'da 70 ve 80'li yılların ünlü bir komedyeniydi.

11 Eylül'den (9/11) ve karısının ölümünden sonra yazmıştı.

6 Nisan 2010 Salı

Biraz Geç, Biraz Erken...

Sebiha'nın doğum gününü 3 gün gecikmeli, Eray'ınkini ise bir gün öncesinden kutladık.
Fotoğraf biraz aceleye geldi, kusura bakmayın kızlar. :((

Sağlıkla ve gönlünüzce daha nice yeni yaşlar...

Helsinki Macerası



Geçtiğimiz hafta Nokia'nın anavatanı Finlandiya'daydım. Dünya'daki bütün iletişimcilerin birarada olduğu toplantılara katıldım. Anssi Vanjoki'nin açtığı toplantılar Olli-Pekka Kallasvuo'nun katılımıyla son buldu. Dünya'nın pek çok yerinden Nokia çalışanıyla tanışma ve ülkelerinde neler yaptıklarını sorma fırsatı buldum.

Bunun dışında Helsinki, hayatımda gördüğüm en soğuk şehirdi. Öyle ki deniz bile donmuştu. Denizin donduğunu şakınlıkla anlatırken Ukrayna ve Rusya'dan gelen arkadaşlar o da birşey mi diyerek benimle dalga geçtiler. Kendimi "Benim ülkemde dört mevsim var, kar isteyen dağa gider, denize girmek isteyen güneye, hey güzel memleketim derken buldum." Sanırım bu kadar "homesick" olmamıştım :)

Sonuç itibariyle, Helsinki'de yapılabilecek en güzel şey gemiye binip başka bir yere gitmek :) Şaka bir yana değişik bir tecrübe, güzel bir hafta oldu.

5 Nisan 2010 Pazartesi

Doğu Sorunu





Geçtiğimiz hafta Tarih Vakfı'nın basın toplantısını gerçekleştirdik. Konu: “Doğu Sorunu” Necmeddin Sahir Sılan Raporları ile ilgiliydi.
Tarih Vakfı; Cumhuriyet döneminin önemli isimlerinden olan ve 1939 - 1950 arası Bingöl ve Tunceli milletvekilliği yapan Necmeddin Sahir Sılan' ın arşivlerini açarak, bölge hakkında hazırladığı raporları " Doğu Sorunu" adıyla bir kitapta topladı. “Doğu Sorunu” Necmeddin Sahir Sılan Raporları kitabı, Tek Parti dönemi siyasetine ve bu dönemin siyaset bağlamında kazanımlarına “demokrasi” söyleminde burun kıvıranlara bir ülkede siyasetin nasıl bir süreç içerisinde genişlediğini, siyasetin yoktan var olmadığını ve bir birikim süreci olduğunu kanıtlıyor.
Tuba Akekmekçi ve Muazzez Pervan’ın derlemesiyle okurlara sunuluyor.
Türkiye'nin dününü anlamak için önemli bir kitap. İlgilenenlere duyurulur!
Necmeddin Sahir Sılan'ın evrakını Tarih Vakfı Bilgi-Belge Merkezi Arşivine bağışlayan Şen Sahir Sılan (Kızı) malesef kitabın baskılı halini görmeden birkaç hafta önce vefat etmiş.

Satın almak için:

2 Nisan 2010 Cuma

Nişantaşı Özgürlük Parkında Katliam.



Özgürlük Parkı'nda yaşayan seksenin üzerinde sahipsiz kedi var. Bunlar civardaki hayvanseverler tarafından besleniyor, aşıları yaptırılıyor ve gerekirse kısırlaştırılıyor. Yine hayvanseverler belediyeden aldıkları izinle birkaç kedi evi yaptırmışlar. Bunların dışında on kadar da sokak köpeği parkı sahiplenmiş durumda. Çoğu kısırlaştırılmış olan bu köpekler parka başka köpeklerin yerleşmesini de önlüyorlar.
Birkaç yıl önce umumi tuvalet olarak kullanılan kısımda insanların çaylarını içebileceği bir çay bahçesi tadında bir mekan oluşturuldu. Ama bu parkın müdavimleri genellikle banklarda oturmak isteyen emekliler, okul çıkışı öğrencileri ve çocuklarını oyun parkına getirenler. Şu andaki çay bahçesi ihtiyacını da zaten varolan tuvalet kenarındaki mekan sağlıyor.
Bu yıl parkın alt girişine sınırı olan Şamdansa restorasyon geçirdi. Şamdansa’nın parka bakan, geniş bir sonradan kapatılmış camekanlı kısmı var. Bu kısımda oturan müşterilerin rahatsız olmaması için Şamdansa görevlileri, bir akşam burayı çevreleyecek biçimde hızlı büyüyen ağaçları park arazisine diktiler. Aynı dönem yine o binaya ait büyük bir jenaratör parka ait alana beton bir zemin dökülerek üzerine oturtuldu. Bu alanlara kediler girmesin diye de ucu keskin, iğneli dikenli tellerle çevrelendi. Bütün bunlar olurken hiçbir görevli de bunu engellemedi. Ki daha önce hayvansever birinin köpeklerin barınması için koyduğu, parkla uyumlu iki adet şık köpek kulübesi hemen ertesi günü görevlilerce sökülmüştü.
Bu parka son müdahale de şu anda gerçekleşmek üzere. İnsanların yağmurlu havalarda altında oturacağı, merkezde bulunan çardak bir büfe işletmesine dönüştürülmek üzere. Atık su tesisatı geçtiğimiz hafta içinde çekildi. Bu mekan aynı zamanda hayvanseverlerin kedileri beslediği alan. Yani kediler burada yem yemeğe alışmış. Burası büfe gibi yiyecek maddelerinin satılacağı bir mekana dönüştüğünde büfe işletmecileri gelen kedileri engellemek için muhtemel bir katliama neden olacak, yani kedileri zehirleyecekler. Bu komplo teorisi gibi gelse de bir gece içinde zehirlenen onlarca hayvanın ölümüne her zaman şahit oluyoruz. Bu mekanın hayvanların yaşam alanı olması dışında cebinde parası olmayan insanların da vakit geçirebildiği, İstanbul’da kalmış az sayıdaki yeşillik alanlardan biri olduğunu biliyoruz. Yapılacak büfenin, etrafa atacağı masa ve sandelyeler ile geniş bir alanı kaplayacağını, bu alandan da büfeden alışveriş yapmayanların yararlandırılmayacağını öngörebiliriz. Yeşillik alanların boş arazi gibi görülüp hemen bir takım ticari işletmelere dönüştürülmesi birçok insanı rahatsız ediyor.
Saygılarımızla,
Apo.