31 Ekim 2008 Cuma
30 Ekim 2008 Perşembe
28 Ekim 2008 Salı
Kıbrıs’a Gidiş Maceram :)
17 Ekim’de HP’nin etkinliği için Kıbrıs’a gitmem gerekiyordu.
Biletlerim ve diğer herşey hazırdı. 17 Ekim sabah 09.30’da uçağım kalkıyordu. Ben de bir gün önce bavulumu toplamaya koyuldum. Son olarak çantamı değiştireyim ve kimlik vs. gibi şeyleri kolay erişebileceğim bir yere koyayım dedim. Ve kabus benim için başladı. Kimliğim YOK!
Başlarda oldukça sakin olsam da en son çıldırmış bir şekilde tüm dolabım ve çekmecemdeki eşyalarımı dışarı çıkarttım. Kimlik YOK! Kendimi telkin ederek, herhalde bir yerlere koydum dedim ve evin içinde aramaya başladım. Hani insan
birşey aradığında bulmaz ya aynen öyle bir durum, tüm ev haklı her yere bakıyor (evin durumunu görmeniz lazımdı, sanki yeni taşınmış gibiydik)
ama YOK YOK :(
Hemen THY Dış Hatlar Geçiş kontrolü polis memurlarından biriyle görüştüm ve ehliyetle çıkış yapıp yapamayacağımı sordum. Yanıt olumsuzdu! Cevaptan tatmin olmadım ve babamla havaalanının yolunu tuttuk. Gider gitmez bir polise sordum, beni ofislerine götürdüler. Yaklaşık bir saat boyunca dil döksem de nafile.
Arabaya döndük, tabii ben ağladım ağlıyacağım, zor tutuyorum kendimi. Babama beni Bakırköy’deki karakola götürmesini söyledim. İşte bu fikir beni bir macaraya sürükledi. Durumu bir polise anlattım, sağolsun ki çok yardımcı oldu ve hemen muhtarı aradı (saat:23.45). Muhtar, "tamam ofise gelsinler ben muhtarlığı açıyorum" dedi. Eve dönüp bir de resim aradık, şaka gibi :) Neyse eski resimlerimi bulduk ve muhtarlığa gittik. Hemen bana kayıp kağıdı çıkardı. Oradan doğru nüfus müdürlüğüne (saat:00.30). Bu saatte yapılacak birşey yok deyince nutkum tutuldu ama yılmadım. Sabah saat 08.30'da açıldığını söylediler. Eve gittik, tabii ne ben uyudum ne de ev halkı! Bir ara daldığımda uçağa binmiştim ve türbülans oluyordu, kabusss...
Sabahın 7’sinde soluğu Nüfus Müdürlüğü'nde aldım. Başladım yetkili kişilerin gelmesini beklemeye. Karnım aç, sinirliyim. Birşeyler yiyeyim dedim, pastaneye gittim baktım ki bana yardımcı olan Polis Bey. Bir de bana poğaça ısmarladı başını şişirdiğim yetmiyormuş gibi :) (bu arada ödemek için çok ısrar ettim ama polis amca kasadaki adama öyle bir baktı ki susutum). Tabii bu arada Canım Babam eşyalarımı havaalına götürmüş, ilk geçişten geçmiş, check-in sırasında benim için bekliyor. Neyse heyacanlı bekleyişimin sonunda saat 08.30 oldu ve nüfus kağıdım çıktı. Taksiye atladığım gibi havaalanına gittim. Yetişmiştim :) Bu bir mucize mi, azmin sonucu mu bilmem; çok karmaşık duygular yaşadım. Ama sonuç güzeldi :)
Biletlerim ve diğer herşey hazırdı. 17 Ekim sabah 09.30’da uçağım kalkıyordu. Ben de bir gün önce bavulumu toplamaya koyuldum. Son olarak çantamı değiştireyim ve kimlik vs. gibi şeyleri kolay erişebileceğim bir yere koyayım dedim. Ve kabus benim için başladı. Kimliğim YOK!
Başlarda oldukça sakin olsam da en son çıldırmış bir şekilde tüm dolabım ve çekmecemdeki eşyalarımı dışarı çıkarttım. Kimlik YOK! Kendimi telkin ederek, herhalde bir yerlere koydum dedim ve evin içinde aramaya başladım. Hani insan
birşey aradığında bulmaz ya aynen öyle bir durum, tüm ev haklı her yere bakıyor (evin durumunu görmeniz lazımdı, sanki yeni taşınmış gibiydik)
ama YOK YOK :(
Hemen THY Dış Hatlar Geçiş kontrolü polis memurlarından biriyle görüştüm ve ehliyetle çıkış yapıp yapamayacağımı sordum. Yanıt olumsuzdu! Cevaptan tatmin olmadım ve babamla havaalanının yolunu tuttuk. Gider gitmez bir polise sordum, beni ofislerine götürdüler. Yaklaşık bir saat boyunca dil döksem de nafile.
Arabaya döndük, tabii ben ağladım ağlıyacağım, zor tutuyorum kendimi. Babama beni Bakırköy’deki karakola götürmesini söyledim. İşte bu fikir beni bir macaraya sürükledi. Durumu bir polise anlattım, sağolsun ki çok yardımcı oldu ve hemen muhtarı aradı (saat:23.45). Muhtar, "tamam ofise gelsinler ben muhtarlığı açıyorum" dedi. Eve dönüp bir de resim aradık, şaka gibi :) Neyse eski resimlerimi bulduk ve muhtarlığa gittik. Hemen bana kayıp kağıdı çıkardı. Oradan doğru nüfus müdürlüğüne (saat:00.30). Bu saatte yapılacak birşey yok deyince nutkum tutuldu ama yılmadım. Sabah saat 08.30'da açıldığını söylediler. Eve gittik, tabii ne ben uyudum ne de ev halkı! Bir ara daldığımda uçağa binmiştim ve türbülans oluyordu, kabusss...
Sabahın 7’sinde soluğu Nüfus Müdürlüğü'nde aldım. Başladım yetkili kişilerin gelmesini beklemeye. Karnım aç, sinirliyim. Birşeyler yiyeyim dedim, pastaneye gittim baktım ki bana yardımcı olan Polis Bey. Bir de bana poğaça ısmarladı başını şişirdiğim yetmiyormuş gibi :) (bu arada ödemek için çok ısrar ettim ama polis amca kasadaki adama öyle bir baktı ki susutum). Tabii bu arada Canım Babam eşyalarımı havaalına götürmüş, ilk geçişten geçmiş, check-in sırasında benim için bekliyor. Neyse heyacanlı bekleyişimin sonunda saat 08.30 oldu ve nüfus kağıdım çıktı. Taksiye atladığım gibi havaalanına gittim. Yetişmiştim :) Bu bir mucize mi, azmin sonucu mu bilmem; çok karmaşık duygular yaşadım. Ama sonuç güzeldi :)
23 Ekim 2008 Perşembe
İnsanlar Galiba Çift Yaratılmış
Harlem'in efsane grubu "Black Market Music"i dün aksam keşfettim. Grupla ilgili daha detaylı bir araştırma yaptıgımda grubun cello calan elemani Aitan Jayvyn.JR'ı görünce şok oldum.
"İnsanlar çift yaratılmış derlerdi" de inanmazdım...
Leylan'ın Cansın'ı (johnson)
22 Ekim 2008 Çarşamba
Jesus vs. Atheists!
Öğününüzle Tanışın!
Neredeyse hepimiz et yiyerek, deri giyerek, sirklere ve hayvanat bahçelerine giderek büyüdük.
Hiçbir zaman yaptıklarımızın doğruluğunu sorgulamadık; etkilerini ve sonucunda zarar gören canlıları hiç düşünmedik, hatta bunun yanlış olabilme ihtimali dahi aklımızın ucundan bile geçmedi.
Çünkü bize doğduğumuzdan beri öğretilen buydu. Atalarımızdan genlerimize aktarılmıştı. Böyle olmalıydı. Herşey insan içindi. İnsan herşeyin sahibiydi. Dağların, toprakların, ormanların, nehirlerin, denizlerin, hayvanların, doğanın, diğer insanların, dünyanın, hatta tüm evrenin... İnsandan başka hiçbir canlının ne yaşamaya ne de varolmaya hakkı vardı insan istemediği sürece. Kullan, tüket, at, yok et!
Size insan ırkının neden olduğu işkenceler ve yıkımlardan sadece bir bölümü sunmak istiyorum.
Görmezden gelmek acılarını dindirmeyecek...
Hiçbir zaman yaptıklarımızın doğruluğunu sorgulamadık; etkilerini ve sonucunda zarar gören canlıları hiç düşünmedik, hatta bunun yanlış olabilme ihtimali dahi aklımızın ucundan bile geçmedi.
Çünkü bize doğduğumuzdan beri öğretilen buydu. Atalarımızdan genlerimize aktarılmıştı. Böyle olmalıydı. Herşey insan içindi. İnsan herşeyin sahibiydi. Dağların, toprakların, ormanların, nehirlerin, denizlerin, hayvanların, doğanın, diğer insanların, dünyanın, hatta tüm evrenin... İnsandan başka hiçbir canlının ne yaşamaya ne de varolmaya hakkı vardı insan istemediği sürece. Kullan, tüket, at, yok et!
Size insan ırkının neden olduğu işkenceler ve yıkımlardan sadece bir bölümü sunmak istiyorum.
Görmezden gelmek acılarını dindirmeyecek...
Ne oldu? Daha fazla dayanamadınız mı?
Lütfen sonuna kadar izleyin ya da bu katliama ortak olmayın!
Sizce konuşabilselerdi bize neler söylerlerdi?
Lütfen bizi öldürmeyin, biz size ne yaptık?
Bizi buralara tıktınız, bize işkence yaptınız, acı çektirdiniz, hayatlarımızı çaldınız. Bizim tek istediğimiz yeşil çayırlarda oynamaktı..
Onlara yaşattığımız sonsuz acı ve katliamlar için geçerli bir sebep sunabilir miydik?
Çoğu zaman görmezden geliriz karşımıza çıktığında bize rahatsızlık verecek şeyleri. Sanki gözlerimizi kapattığımızda olmayacakmış gibi... Amaaan der geçiştiririz, her zaman bir bahane buluruz kendimize. Tadını sevmemiz ya da hoşumuza gitmesi yeterlidir... Sadece biz önemliyiz. Biz ve isteklerimiz. Sonuçları kimi etkilerse etkilesin...
Elinize bir bıçak alıp bir hayvanı öldürebilir misiniz? Öldürülmesine neden olmak da cinayete ortak olmak değil midir?
Eğer benim zevk alacağım birşeyde başka bir canlının kanlı gözyaşları hatta bizzat kendisi varsa ben bunu görmezden gelebilir miyim? Kan benim de ellerime bulaşmayacak mı?
Hayvanlar onları yememiz, giymemiz, deney yapmamız, eğlence sektöründe kullanmamız ya da herhangi başka bir sebep nedeniyle bizlere ait değiller!
Siz öyle olduklarını düşünüyorsanız, bu görüntülerden sonra bir kez daha düşünmenizi isterim.
Zaman ayırdığınız için teşekkürler.
Tabağınızdaki yemeğin nereden geldiğini hatırlamanız dileği ile...
PS: http://www.animalrights.se/wallsofglass/
Lütfen sonuna kadar izleyin ya da bu katliama ortak olmayın!
Sizce konuşabilselerdi bize neler söylerlerdi?
Lütfen bizi öldürmeyin, biz size ne yaptık?
Bizi buralara tıktınız, bize işkence yaptınız, acı çektirdiniz, hayatlarımızı çaldınız. Bizim tek istediğimiz yeşil çayırlarda oynamaktı..
Onlara yaşattığımız sonsuz acı ve katliamlar için geçerli bir sebep sunabilir miydik?
Çoğu zaman görmezden geliriz karşımıza çıktığında bize rahatsızlık verecek şeyleri. Sanki gözlerimizi kapattığımızda olmayacakmış gibi... Amaaan der geçiştiririz, her zaman bir bahane buluruz kendimize. Tadını sevmemiz ya da hoşumuza gitmesi yeterlidir... Sadece biz önemliyiz. Biz ve isteklerimiz. Sonuçları kimi etkilerse etkilesin...
Elinize bir bıçak alıp bir hayvanı öldürebilir misiniz? Öldürülmesine neden olmak da cinayete ortak olmak değil midir?
Eğer benim zevk alacağım birşeyde başka bir canlının kanlı gözyaşları hatta bizzat kendisi varsa ben bunu görmezden gelebilir miyim? Kan benim de ellerime bulaşmayacak mı?
Hayvanlar onları yememiz, giymemiz, deney yapmamız, eğlence sektöründe kullanmamız ya da herhangi başka bir sebep nedeniyle bizlere ait değiller!
Siz öyle olduklarını düşünüyorsanız, bu görüntülerden sonra bir kez daha düşünmenizi isterim.
Zaman ayırdığınız için teşekkürler.
Tabağınızdaki yemeğin nereden geldiğini hatırlamanız dileği ile...
PS: http://www.animalrights.se/wallsofglass/
21 Ekim 2008 Salı
Hep İş!
HP Yazılım'ın Kıbrıs Etkinliği...
HP Yazılım Grubu'nun kamu sektörüne yönelik toplantısını gerçekleştirmek üzere geçtiğimiz haftasonu Kıbrıs'taydık. Özellikle Proje Portföy Yönetimi konusundaki çözümlerini anlatan HP, birçok projesini ve yatırımlarını açıkladı. Kamu sektöründeki e-devlet dönüşümü için BT konusunda yatırım yapmaları gerektiğinin altını bir defa daha çizdi. Önümüzdeki aylarda üniversiteler ile ilgili projelerini duyacaksınız:)
Gelelim Kıbrıs'ın nasıl bir yer olduğuna... Oldukça kurak bir toprağa sahip. Nereye baksanız her yer arazi ve seyrek ağaçlar var. Kıbrıs'ta su sorunu gerçekten vahim durumda. İndiğinizde size ilk söyledikleri şeylerden biri İstanbul'a göre ters trafik akıyor ve prizlerin farklı olması. Kıbrıs'ın en güzel özelliği muhteşem denizi ve sahili. Tabii Casinolar da cok ilgi görüyor.
Toplantıya katılanlar olarak cumartesi gecesi Magosa'da Kemal'in Yeri'ne hep birlikte gittik.
Güzel yemekler yedik ve eğlendik.
*Gidiş maceramı daha sonra anlatacağım, malum pek uzun :)
20 Ekim 2008 Pazartesi
15 Ekim 2008 Çarşamba
Madrid'den Devam!
14 Ekim 2008 Salı
Ben de Nokia 5800 XpressMusic Lansmanı için Londra'daydım..
Baktım herkes maceralarını anlatıyor, ben de bayram tatilinde gittiğim Nokia lansmanını anlatayım değil mi? Üstünden biraz zaman geçti ama anlatmaya değer:))
2 Ekim'de Londra Koko Club'da gerçekleştirilen lansmanda Nokia'nın son 5800 XpressMusic ürün lansmanı yapıldı. Cihaz dokunmatik teknolojisinin son noktası diyebilirim. Hem çok şık hem de teknolojik özellikleri çok gelişmiş. Ses kalitesi, kamerası, videosu rakiplerinden oldukça üstün. Tabii full-flash desteğiyle internete sınırlı değil; tam erişim olması da cabası, heheytt:)
Bir ara ürünün tasarımcısıyla sohbet ederken özellikle batarya süresi ve ürünün dayanıklılığından da bahsetti. Hatta telefonu gözlerimin önüne takır tukur locanın trabzanlarına vurduğunda "Gözünü seveyim Damian n'apıyorsun?" demekten kendimi alamamış olabilirim. Ama tabii birşey olmadı ve telefonun ne kadar dayanıklı ve çizilmez olduğunu gözlerimle gördüm. Telefonunu çantasında anahtar, allık, kalem, pudra, far, kirpik kıvırtıcı, oje, aseton, göz altı gece-gündüz kremi, kolye, yüzük, yedek kıyafet, toka, bigudi, kalem, defter, kitap, yedek çatal, bıçak taşıan birisi için telefonunun bu şeyler arasında çizilmemesi çok önemli gerçekten..
Aa unutmadan, bir de uzun tırnaklı bayanlar için güzel haber, dokunmatik ekran ama tırnağımızı da kullanabiliyoruz;)
Kısacası konferans, ardındaki konserler ve tabii tanıtılan ürünle birlikte çok güzel bir lansmandı.
Onun dışındna bir başıma dolaştım:( Hatta bir ara Eda'yla konuşurken konuşamadığımı farkettim çünkü kimseyle konuşmuyordum:) Bi ara Nokia'dan arkadaşlara sardım, partide iki çift laf edeyim yoksa çenem tutulacak diye:))
13 Ekim 2008 Pazartesi
PCIS Eğitimi için Londra'daydım...
İtalya, Belçika, Almanya, Romanya, Fransa, Slovakya ve Türkiye'den bendenizin katıldığı, 15 kişilik Porter Novelli Müşteri Direktörleri ekibine yönelik bir eğitime katıldım. Müşteri ile iletişimde dikkat edilmesi gerekenler, kullandığımız iletişim araçlarının artı ve eksikleri, ülkelerin özellikleri gibi konularda sohbet etme ve tartışma fırsatı bulduk. Eğitim sonunda ofisi turladık. Keyifli bir eğitim, güzel bir ortam ve hoş bir deneyimdi. Kısa süre kaldım Londra'da. Eğitimin dışında Kraliçe Elizabeth'in parklarından biri olan (Londra'da tüm parklar Kraliyet ailesine ait arazilerdir) Hyde Park'ta bol bol yürüyüş yaptım, temiz hava soludum, medeniyete baka kaldım:) İşte bazı fotolar...
Madrid Çıkartması
Leylan, Asu ve Osman yollarda...
Şu anda havaalanında Osman'ın maceralarını dinleyerek çalışmaya çalışıyoruz:)
1 saat sonra havalanınca Leyloş uyuyacakmış. Ben yandım:( Ozi bana anlatmaya devam edecek sanırım. Henüz son seyehatlerine sıra gelmedi bile. 1998 yılındayız:(
Madrid'den yazmaya devam edeceğiz:)
Şu anda havaalanında Osman'ın maceralarını dinleyerek çalışmaya çalışıyoruz:)
1 saat sonra havalanınca Leyloş uyuyacakmış. Ben yandım:( Ozi bana anlatmaya devam edecek sanırım. Henüz son seyehatlerine sıra gelmedi bile. 1998 yılındayız:(
Madrid'den yazmaya devam edeceğiz:)
Etiketler:
Asuman Bayrak,
havaalanı,
Leylan Yener,
Madrid,
Osmann,
Ozi
12 Ekim 2008 Pazar
1 Aylık Olduk
Merhaba, 1 aylık olduk. Bir ay nasıl geçti derseniz, bizim için gayet keyifliydi. Ancak annem ve babam uykusuz olduklarını söylüyorlar, neden acaba:))
Çok yakında görüşmek üzere...
10 Ekim 2008 Cuma
Can'ın Anısına...
Hep iyi haberleri paylaşıyoruz. Benim için kötü haber. Can öldü!:(
Diyeceksiniz ki "abartma!", "duygusal davranma!" Gerçekten çok üzüldüm. Ben Can'ı çok sevmiştim...
Diyeceksiniz ki "abartma!", "duygusal davranma!" Gerçekten çok üzüldüm. Ben Can'ı çok sevmiştim...
6 Ekim 2008 Pazartesi
Race For the Cure!
Susan G. Komen for the Cure, Nancy G. Brinker'ın, meme kanserinden ölen kızkardeşine verdiği söz üzerine 1982 yılında kurulan ve meme kanseriyle savaşmak için çalışan dünyanın en büyük vakfı. Vakıf, meme kanserine karşı farkındalık yaratmak ve kanserle savaşta kullanılmak üzere gelir elde etmek amacıyla 1983 yılından beri "Race For The Cure" adıyla koşu/yürüyüşler düzenliyor. İlk yıl Dallas'ta 800 kişinin katıldığı koşu, 25. yılında Amerika'nın 100'den fazla eyaletinde ve değişik ülkelerde düzenlenen ve 1.5 milyondan fazla insanın katıldığı bir etkinlik haline gelmiş durumda. Bu yılki koşuların ikisinde Marjinal Porter Novelli ekibinden katılımcılar vardı. 27 Eylül'de Frankurt'ta düzenlenen koşuya Osman Bayrak, Chicago'dakine de ben katıldım.
Yıllardır yabancı dergilerden ve önceki birkaç yarışa katılan kızkardeşimden bildiğim "Race For The Cure" a katılmak benim için çok heyecan verici bir deneyim oldu. Yarışa katılacak genç-yaşlı-çocuk-kadın-erkek Chicago sokaklarına dökülmüş, yarışın yapılacağı parka doğru ilerlerken çok duygulandım. 10.000'den fazla insan sabahın erken saatlerinden itibaren gelmişti. Çoğu insan meme kanserinden kaybettiği yakınlarının anısına oradaydı ve tişörtlerinin üzerinde o kişilerin adları yazılıydı. Bu kişilerin arasında meme kanserine karşı verdiği savaştan galip çıkan ve "Kendim İçin Koşuyorum" yazılı tişört giyenler de vardı.
Yarış sonrasında park tam bir panayır yerine döndü. Vakıf yararına yapılan satışlar, sponsor firmaların ikramları, dans gösterileri ortalığı bir ses ve renk cümbüşüne çevirdi. Bu keyife biz de katıldık.
On binden fazla insanla aynı amaç ve duygularla bir arada olarak ufacık da olsa katkıda bulunmaktan çok mutlu olarak döndüm.
5 Ekim 2008 Pazar
İlk Bayramımdı...
Ben de ilk bayramımda bol bol gezdim. Annemler beni hergün alıp bir yere götürdü. Hatta annem bana bayramlık elbise bile aldı, fotoğrafta gördüğünüz gibi:) Ama lütfen görüntü sizi yanıltmasın, o ayakkabıları annem almadı tabii ki, bunlar tee ben doğmadan önce hediye gelmişti, annem de bayram diye giydirdi, yoksa bilirsiniz böyle kokoş şeyleri pek sevmez. Şimdi ben bunu yazarken yanımda diyor ki, "böyle kokoş şeyleri Dilek'in kızı olduğu zaman onun üzerinde göreceğiz." Bakalım görürüz hep birlikte, ben o zamana kadar çoook büyümüş olurum.
Sevgiler,
Beren
Alaçatı'daydım:)
Bayram bana da yaradı:)
Ailecek Alaçatı'daydık. Tasmasız gezmek, tuvalet stresi olmadan yaşamak, denize girmek süper:)
Herkese tavsiye ederim:)
Gaspar
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)