28 Haziran 2013 Cuma


Mustafa Kemal Atatürk’ün talimatıyla 1925 yılında kurulan İpekiş’i Bursa Demirtaş Organize Sanayi Bölgesi'ndeki (DOSAB) 22 bin metrekare kapalı alana sahip yeni fabrikasında ziyaret ettik. 

Karşılaştığımız manzaradan gurur duyduk.

2025 yılında Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk 100 yıllık sınai markası unvanını kazanacak olan İpekiş, 22 yıldır Tarman Group bünyesinde müşteriye özel tasarım, butik üretim ve hızlı servis iş modeliyle Türkiye ve dünyada fark yaratmaya devam ediyor.

Bursa'ya Gitmişler Bizden Habersiz Bir de Döner Yemişler


23 Haziran 2013 Pazar

Sizden Korkuyorlar

15 Ocak 2011 tarihinde Galatasaray’ın yeni futbol stadyumu Ali Sami Yen Spor Kompleksi Türk Telekom Arena Stadı resmen açıldı. Açılışta Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın stada girişi anons edildiğinde stadın önemli bir bölümü yuhalamak suretiyle başbakanı ve o dönemlerde stadın Galatasaray “lütfedildiği” diskurunu protesto etti. Mikrofona gelen dönemin TOKİ Başkanı Erdoğan Bayraktar başbakanı savunma gayretiyle korkunç bir üslupla Galatasaray’ın merhum başkanı Özhan Canaydın’ın stadın inşası görüşmelerinde karşısında nasıl “güçsüz” bir şekilde durduğunu hatırlatma ihtiyacı hissedince film koptu. Hemen tüm stadyum bu anlamsız üslubu, münasebetsiz tavrı yuhalayarak, ıslıklayarak protesto etti.

Maçın bitimiyle birlikte açılış unutulmuş, yaşanan olaylar Türkiye’nin gündemi haline gelmişti. Hükümet ve bürokrasi kanadından Galatasaray’a korkunç baskılar gelmeye başlamış, Galatasaray taraftarları AKP’nin resmi görevlileri tarafından “nankör”, “terörist” gibi sıfatlarla anılmıştı. Galatasaray’ın “resmi medyası” konumundaki Ultraslan susmuş, yönetimi ve başkanı hükümet baskısına boyun eğer bir tavırla yuhalama eyleminin stada gizlice girilen 300-500 kişi (3-5 çapulcu?) tarafından icra edildiğini söyleyerek kamera görüntülerini emniyetle paylaşacağını açıklamıştı.

Hissedilen hayal kırıklığı ve dışlanmışlık refleksif bir tepki oluşturdu ancak tepkinin akacağı pek fazla kanal yoktu. Medya yanlıydı, resmi taraftar grubu sessizdi, yönetim siyasi baskı altındaydı. Oluşan tepki sosyal medya üzerinden bir sinerjiye dönüştü. Bir metin kaleme alındı ve hızlı bir organizasyonla Türkiye’nin büyük günlük gazetelerinde ilan olarak yayımlandı. Hareketin adı “Bağımsız Galatasaray Taraftarları” idi. Bu insanların çoğu birbirlerini görmemişti bile. Sosyal medyadan örgütlenmiş, ilan için gerekli parayı toplamışlardı o kadar. İlanın uyandırdığı yankı etkileyiciydi. Yalnızca Galatasaraylılar değil, Beşiktaşlılar ve Fenerbahçeliler de destek vermişti. O günün futbol iklimini hatırlayanlar bunun bir mucize olduğunu çok iyi bilir. Zira bu üç takımın taraftarları –belki de devletin bilinçli politikalarının da etkisiyle- birbirlerinden nefret etmeye programlanmışlardı.

İlan metni takım taraftarlığından çok bireysel özgürlüklere ve siyasi baskıya ithaf olunan maddeler içeriyordu. Şüphesiz insanları bir araya getiren de buydu; ortak var olma kaygıları.

Bunu anlatmamın sebebi yaşanılan Gezi Parkı protestolarıyla büyük benzerlikler içermesi ve bir bakıma onun mikro ve çok daha kısa süreli versiyonu olması. Gezi Parkı protestolarını sosyolojik açıdan açıklamaya çalışan gazeteciler, akademisyenler ve genel olarak tüm entelektüellerin düştüğü ortak yanlış homojen talepler yönelten heterojen bir grubu, heterojen talepler üreten homojen bir gruptan ibaret sanmaları. Tıpkı TT Arena açılışında olduğu gibi sokaklara çıkanların önemli bir çoğunluğu birbirlerini önceden tanımayan, birbirlerinin ideolojik görüşlerini, demografik özelliklerini umursamayan insanlardan oluşuyor. Olayların en başından beri fiziksel olarak yer almış olmama rağmen şahsım olarak hareketin felsefi çekirdeği içerisinde değilim. Zira tüm bu barışçıl gösterilerin çekirdeğinde yer alan insanlar hayatlarında ilk kez kitlesel bir eyleme katılan, olağanüstü seviyede bireysel bilince sahip, belirli bir ideolojiye sahip olmaktansa bireysel özgürlüğü ön plana çıkaran, mükemmel derecede yardımlaşan ve etrafındakileri de aynı enerji ile etkileyebilen 90 ve sonrası yıllarda doğan ve sizler diye hitap etmek istediğim insanlar.

29 yaşında bir adam olarak benim sizlere katabileceğim şeyler sınırlı. Genel kültürünüz, sivil inisiyatif bilinciniz, dayanışmacı örgütlenmeniz bugüne kadar gelmiş geçmiş tüm kuşaklardan daha üstün ve daha sonuca yönelik. Üründe, teknolojide, insanda ve genel olarak yaşamdaki vasatlığa olan tepkileriniz tüm kuşaklarınkinden daha gerçek ve daha etkili. Benim tek yapabileceğim, bugün itibariyle inancınızı söndürmeye çalışan, kendi geçmişlerinden verdikleri örneklerle uzun vadede gaflete düşeceklerini ilan eden, muhafazakar görünümlü olmasalar da fikri açıdan aşırı derecede bağnaz gazeteci, akademisyen ve işadamı tayfasına inanmamaya ve güvenmemeye çağırmak olur. “Tecrübe aşılama altında kendi kişisel kıskançlıklarını empoze etmelerinin yanında yaşayamadıkları tüm güzellikleri başkalarına çok görme güdüsünden başka bir şeye sahip olmayan ‘hocalarınızın’ hareketinizi çalmalarına izin vermeyin” diyebilirim sadece. Çünkü siz şimdiden kazandınız. Ülkedeki geleneksel muhalefet tarzını tarihe gömdünüz. Hükümet o kadar panikledi ki, size bir şekilde yol vermek zorunda kalan muhalefeti kendi geleneksel savaş alanına çekmek için elinden geleni yapmaya başladı. Çünkü sizden deli gibi korkuyor. Ulusalcılar, Kürt milliyetçileri, liberaller, dışlanmış muhafazakârlar, darbeciler ve diğer tüm düşmanları hareketinizde sizinle yan yana yürüdüyseler de, gösterdiğiniz kararlılık ve hareketi sahiplenme gücünüz öylesine baskındı ki, hiçbiri sizin bireysel hak taleplerinizi ve pasif direniş yaklaşımınızı aşamadı, tehdit edemedi. Amaçları bu hareketlerin eylemlerin önüne geçmesi ve bir nevi vitrin haline gelmesiydi. Başarılı olamadılar.

Bugünün “tarihçi” akademisyenleri sizi kıskandı. Çünkü onlar da zamanında kendilerinin sandıkları bir hareketin parçası olmuşlardı. Siz örgütlü olmak zorunda değildiniz. Onlar örgütlü olmak zorundalardı. Siz asgari bireysel özgürlük taleplerinde birleşebilmiştiniz. Onlar Pekin-Moskova arasına sıkışmıştı. 1 Mayıs 1977’de olduğu gibi başkalarını kendilerini yok etmeye davet eden bölünmeler içinde olmuşlardı. Sizi kıskandılar çünkü siz örgütlü olmadan da, kişisel ve ideolojik hırslar olmadan da bir araya gelinebileceğini gösterdiniz. İşte bunun için karşılarında hedef gösterebilecekleri iç-dış mihrak, örgüt, siyasi parti arıyorlar. Siz bu imkânı onlara sunmadığınız ölçüde kazanımlarınız da kalıcı olacaktır.

Size isim vermeye, sizi tekleştirmeye çalışacaklar ancak benim gördüğüm kadarıyla başarılı olamayacaklar. Bundan sonra muhalefet de, muhatap da, olası bir siyasal hareketin arkasındaki gerçek güç de siz ve sizin yolunuzu takip edenler olacak.

Bundan sonrası
Siyasal iklim aşağı yukarı belli oldu. Görünürde seçim olmamasına rağmen bir seçim ortamına girildi. Hükümet öz tabanına dönerek oradan alacağı güçle yeniden kitleselleşmeye çalışacak. Oy oranlarının ciddi biçimde düştüğünün farkındalar ve bunu göze almış durumdalar. Zira gelecek seçimden yine oyların çoğunluğunu almış olarak çıkacakları kesin. Bu süreçte medyayı da kolluk kuvvetlerini de her zamankinden daha sert kullanacaklar. Polislerin çalışma şartlarının dayanılmaz bir seviyeye çekilmesi, psikolojik zindeliklerinin tehdit edilmesi bilinçlidir. Olası müdahalelerde daha sert olmalarını sağlayarak çıkabilecek olumsuz sonuçlarda hem halk korkacak hem de işlenecek suçları tamamen polise yıkabilecekler. Polislerin çoğunun 20’li yaşlarının başında, günlerdir ev görmemiş, temel ihtiyaçlarını karşılayamayan insanlar olduğunu unutmayın ve her koşulda sağ duyu ile hareket ederek tepkinizi bu sistemi oluşturanlara yöneltin.

Alıntısız bitirmeyelim:

“Bir alt sınıf olduğu sürece ben de onlardan biriyim. Bir suç unsuru var olduğu sürece ben de içindeyim. Hapse atılmış tek bir kişi bile varsa özgür değilim.” – Eugene Victor Debs

17 Haziran 2013 Pazartesi

Gezi Günlükleri- Yarın

Bana öyle geliyor ki...
Çok değil birkaç yıl sonra, atıyorum 2022'de Gezi Parkı'nda bir fotoğraf sergisi açılacak ve 2013 Haziran'ından binlerce resim, binlerce kare sergilenecek. İnsanlar bir o muazzam özgürlük tezahürünün görüntülerine, bir de şimdiki haline bakacaklar. O sıralar öğrenci, şimdi ise siyasetçi, iş insanı, sanatçı, yazar vb meslek sahibi gençler işte bu benim, işte bu bizim çadırımızdı diyecekler yanlarındakine gururla. Aydınlanmanın başladığı nokta işte burasıydı diye anlatacaklar çocuklarına. Ben de oradaydım! diyecek bir diğeri arkadan. Düş gibiydi ama gerçekten yaşandı ve bugün geldiğimiz noktaya işte oradaki eşiğin kırılmasıyla geldik.


Yıllar önce Gezi'de olup da, resimlerdeki sinsi beyaz duman bulutuna bakanlar, o kokuyu dün gibi hatırlıyorum. Şimdi bile gözlerim, cildim yanar gibi oldu diyecek. 

Hemen sol tarafta, yanında 10 yaşındaki torununun sorularını cevaplayamayan bir adam susacak. Gözlerinde  pişmanlık dolu bir karartı görecek ona dikkatli bakanlar. Hemen torununu oradan uzaklaştıracak. Amcayı tanıyanlar emekli polis olduğunu bilecek.  



Canını veren kardeşlerimizin isimleri verilecek parkın köşelerine. Sonsuza dek orada yaşayacaklar. Kuşaktan kuşağa anlatılacaklar. İfade özgürlüğü başlıklarının altında her dilde yayımlanacak Gezi'nin tarihsel önemi. Amerika'daki Gezi Gardens var ya, işte adını buradan alıyor, dünyaya örnek olduk diyecekler. 


Bugün ne olursa olsun, ne olmuşsa olsun, tarihi asla geriye saramaz kimse. Oldu bunlar. Ve biz bizzat  içindeydik. Tam da merkezindeki marjinallerdik diyeceğiz. 


13 Haziran 2013 Perşembe

Marjinal'den Divan'a Teşekkür

Divan İstanbul Oteli’nin değerli yönetici ve çalışanlarına,


İstanbul Taksim Gezi Parkı’nın yıkılması kararına yönelik olarak başlayan barışçıl protesto gösterilerinin, emniyet güçlerinin orantısız müdahalesi ile geniş kitlelere yayılması sürecine dahil olan her yaştan, her kesimden ve her görüşten insanın can güvenliğinin sağlanmasında üstlendiğiniz rol, sağladığınız kaynaklar ve göstermiş olduğunuz destek tüm Türkiye’nin haklı takdirini kazanmıştır.

Tesisiniz, haklarını arayan göstericilerin biber gazı, tazyikli su, plastik mermi gibi orantısız güç araçları karşısında sığınabilecekleri, güvenebilecekleri, tıbbi yardım alabilecekleri, karınlarını doyurabilecekleri ve iletişim ihtiyaçlarını giderebilecekleri bir sığınak olmanın da ötesine geçerek umudun, paylaşımın, işbirliğinin ve güvenin bir sembolü haline gelmiştir. Süreç boyunca sergilediğiniz tavır, çevre tesislere de örnek olmuş, herkesin kalbinde bir ömür boyu silinmeyecek bir yer edinmiştir. Ayrıca Taksim'in en değerli noktalarından birinde yer alan seçkin otel kimliğiniz ile bu olaylar sırasında aldığınız duruş, mutena ve müstesna terimlerinin anlamını yeniden tanımlamış, ticari kimliğinize son derece ender görülen asil bir duygusal kimlik kuşandırmış, spontan refleksin doğallığının diğerlerinden ayrılmasını sağlamıştır.

Marjinal Porter Novelli ailesi ve birer İstanbullu olarak sizlere en içten teşekkürlerimizi ve saygılarımızı sunarız.

Türkiye ve özellikle İstanbul halkı bu iyiliğinizi unutmayacaktır.

Saygılarımızla,

Marjinal Porter Novelli   

Yeni çalışma arkadaşımız DİLA, Hoşgeldin:)

Şu günlerde bize umut, mutluluk, neşe ve renk getirdin, içimize huzur kattın:)

İşler çok yoğun, çalışıyoruz:))



12 Haziran 2013 Çarşamba

Gezi Günlükleri- Bugün Neredeyiz?

Saplantılı başbakanımız sayesinde hakikaten sapla sapanı ayırıyoruz.
Devlet şiddeti neymiş her yönüyle öğrendik, medyanın ipliğinin pazara çıkmasını gördük; magazinden habere geçiş sürecini yaşayan Hülya Avşarı, Hande Yener'i gerçek kimlikleriyle gördük, (ha bir de Polat Alemdar mı gidiyormuş?!!) Divan Otel'in Avrupa'nın en büyük (!) Adalet Sarayından daha çok adalet dağıttığına tanık olduk, psikolojide kibir sendromu neymiş anladık, bütünün parçalarının toplamının nasıl olup da bütünün kendisinden büyük olduğunu çözdük; işle eylem nasıl bir arada yürürmüş tecrübe ettik; 10 yılda kitaplardan öğrenilemeyecek külliyatın özünü, 15 günde kavradık: Tarihyazımı , Siyaset bilimi, Psikoloji , Sosyoloji, Medya İlişkileri, Halkla İlişkiler, Dışişleri, Sosyal Medya, Tıbbi Yardım, Kimya (biber/portakal gazı etken maddeleri, nötralize yöntemleri) gibi disiplinlerarası pek çok alanda birinci elden bilgi sahibi olduk. Bir nevi kültür devrimi yaşadık. Aydınlandık.
Ve bu daha başlangıç. Çoğu genç zihinlerden oluşan bu birikimin içinden geleceği değiştirecek beyinler çıkacak. Her şerde hayır olması böyle bir şey olsa gerek. Evdeki hesapların "çarşı"dan dönebileceğini, çok hatmedenin değil çok "gezi"ye gidenin bildiğini tüm dünyaya gösterdik. Hiç yılmadık. Ve hatta her geçen gün daha kararlıyız!

7 Haziran 2013 Cuma

Yarın benim doğum günüm bir de... 15 yılım


Yarın benim doğum günüm. :) Yaş 35 yolun yarısı mı bilmiyorum :) Aynı zamanda Marjinal'de 15. yılım bitiyor. Koskaca 15 yıl diyeceksiniz belki ama benim için çok çabuk geçti. Güzel günlerimde, acı günlerimde, heyecanlarımda, umutsuzluklarımda, hüsranlarımda, güldüğümde, ağladığımda, bazen somurttuğumda hep yanımda olduğunuz için başta Apo bey, Asuman hanım olmak üzere tüm MPN aileme teşekkür ederim. Ne olur her zaman yanımda olun. Sizi seviyorum:)

İki çocuklu bir kocalı :) mutlu kadın ben. Evde/ İşte çok çalışmayı seven ama hiç yorulmayan (!), işte evi, evde işi düşünen, bazen mutlu, bazen mutsuz ama hep umutlu ben...Serpil Güzel Ün

Çapulcu Marjinaller İç Direnişte


6 Haziran 2013 Perşembe

4 Haziran 2013 Salı

Pervane böceği ve çiçekler

Dün gece Gezi Parkı'nda tepemizde defalarca tur atan polis helikopterine yerden gelebilecek en güzel cevap verildi. Bir demet havai fişek. Sana vuran ele çiçek uzatmak gibi bir şeydi.
...
Çok şey başarıldı. Çok şey keşfedildi. Avi'nin şahsen hissettiği gibi 3 günde gerçekten küçükler büyüdü, büyükler gençleşti.
Henüz ortada tam anlamıyla bir zafer/somut bir kazanım yokken, sadece sesimizi duyurabildiğimiz için bile elbette mutluyuz. Sırf bunu yapabilmek için bile milyonların sokağa dökülmesi gerekti.
Peki, Belgrad Ormanlarının katlini, 3. köprü inşaatı rant hesaplarını, toprak altına gömülüp üstüne AVM yapılan arkeolojik kalıntıları, eğitim müfredatını ve daha yüzlerce büyük sorunu hep böyle mi çözeceğiz?
Gideceği yönü bilemeyen kaptan misaline döner mi bu oluşum? Şimdi ne yapacağız? Diyelim bu süreci bu denli kötü yöneten başbakan istifa etti. Etmez de, diyelim ki erken seçime gitti, ki başka çaresi yok gibi görünüyor artık. F tipi bir siyasi mimari söz konusu olur mu?
Bu süreç nasıl yönetilecek? Kim yönetecek? Hazır bu kadar mucize olmuşken, bu kaos kendi liderini de üretebilseydi ne güzel olurdu; hani mucize ya... Henüz buna dair bir ışık yok.
...
Nihayet televizyonlar uyandı; iyi kötü Gezi olaylarını aktarmaya başladılar.
Dün Taksim'e, ortamı daha güvenli bulan binlerce yeni kişi geldi.
İlk gün bedava dağıtılan gaz maskeleri dün akşam tanesi 5 TL'ye fahiş fiyattan satıldı Gezi Parkı'nda.
"Normale" mi dönüyoruz?
Düşünmeli.

3 Haziran 2013 Pazartesi

What's going on in Turkey?


The initial Istanbul protests were led by about 50 environmentalists against replacing Taksim Gezi Park with a reconstruction of the historic Taksim Military Barracks (demolished in 1940), with the possibility of housing a shopping mall. The protests developed into riots when a group occupying the park was attacked by police. The subjects of the protests have since broadened beyond the development of Taksim Gezi Park, developing into wider anti-government demonstrations. The protests have also spread to other cities in Turkey, and protests have been seen in other countries with significant Turkish communities. Prime Minister Recep Tayyip Erdoğan gave a number of speeches widely seen as inflammatory and dismissive of the protestors, and on 3 June left the country on a planned 3-day diplomatic tour of North African countries. Protesters took to Taksim Square in Istanbul and to streets in Ankara as well as Bursa, Antalya, Eskisehir, Izmir, Edirne, Mersin, Adana, Izmit, Konya, Samsun, Antakya, Trabzon, Rize (the capital of the province where Erdogan's family is from), Isparta, Tekirdağ, Bodrum, and Mardin. Some of the protesters have styled themselves as #OccupyGezi. The range of the protesters was noted as being broad, encompassing both right and left-wing individuals as well as nationalist Turks, Kurds, Armenians and Greeks. The protesters' complaints ranged from the original local environmental concerns to such issues as authoritarianism of Prime minister Recep Tayyip Erdogan, curbs on alcohol, a recent row about kissing in public, and the war in Syria. Istanbul mayor Kadir Topbas stated that the environmental campaign had been manipulated by "political agendas". According to various news outlets, the clashes are one of the most challenging events for Prime Minister Recep Tayyip Erdogan's ten-year rule. By nature, it seems exhausted.
Foreign media noted that the protests had attracted relatively little mainstream media coverage in Turkey and speculated that this may be due to government pressure. Few channels provided live coverage – one that did was Halk TV. As a result, social media played a key role in keeping people informed, with the Twitter hashtags #OccupyGezi and #DirenGeziParki ("Resist Gezi Park") being adopted.


On the comment side, this now seems more like a massive civil disobedience, an unavoidable one.
It can with no exaggeration be defined a spontaneous movement from all parts of society. Started with pangs of conscience just like in Hrank Dink’s funeral several years ago, where hundreds of thousands of people gathered with no special organization behind. Some of us, who were ignorant of the troubles of ethnic minorities, had just left their home and wished to pay a belated respect to him. This too started as a peaceful and hopeful movement.


Then it turned into oppressed reaction and protest against an authoritarian government, who, for years, almost changed the daily discourse of all Turkish citizens attitude towards each other with PM’s intolerance, money/profit-oriented approach of life; manipulation of religious faith and the “unknown”, swearing and cursing someone in every opportunity...
This movement’s contagiousness should not be confused with Arab spring … This is not Turkish spring. There is only one spring here, with the other meaning of the term: Source… the source is people, it is their moral source, all demonstration is the offspring of the repressed but respectful protests.


Think about this; people in Ankara stopped their demonstration during the ezan-religious prayer from the microphones of the mosques. It means reverence, it means common sense.
At this point all so called marginal groups—except the one(s) that uncompromisingly support the government—try to own the movement. Yet it is so clear that the owner of it is people on the street: Imagine this: Yesterday these groups paraded before demonstrators to be acclaimed and recognized!


And, yes we do recognize the ignored or sidestepped parts. Communists, nationalists, students, taxi drivers, restaurant owners, housewives, retired people, doctors, architects and chambers of them or subaltern groups such as  lesbians, homosexuals: we clapped them all when they took part in it, Because  we –without a written contract—sense that we were yearning for an integrated society, tolerance, respect, modesty. People rediscovered the long lost voice of their part of the brain that is responsible for “humanity” and “humanitarian causes.” Even the stray dogs and cats in the streets were spotted and people wiped their faces off the pepper gas and protected them against any possible harm.
Now, the risk before us seems that this movement might be undermined by some opportunists…


Not even the main opposition party was allowed to organize a meeting in squares. This is not oriented by one political party and the like. This has gone beyond that.
The purity might be spoiled.


Yet, no exaggeration can express the magnitude of this fact. These were young people who were so far messaging in social media over popular songs and fun videos. Today they are politicized. They became aware of some harsh facts: Some stories may not be covered by media. Some politicians in general, the PM in particular may play deaf and blind against the naked truth.
One might call this a sort of enlightenment, which was unfortunately skipped in Turkish history as most societal changes in Turkey occurred through top-to-bottom processes.


Here are some extraordinary facts:
This is the 3rd day of the enlarged protests. World channels broadcast the situation as the top news and we follow them too.


Note that Turkish people did not ask the Military Forces to handle the situation.
Note that young people who might leave their home with their father’s firearm on the second/third days –as “experienced” protesters who were harshly beaten, pepper-bombed  by the police everywhere—did only put their bags and pockets gas masks and necessary practical medication.


Note that the PM is still employing a provoking tone of voice but people calm each other.
Note that when the PM reduced this massive movement, people resorted to the president of the state and asked him to interfere. People are in search of a legitimate, legal way to resolve.


Note that the protestors also displayed this society’s unique sense of humour and produced incredibly funny posts and slogans to show the oxymoronic situation of PM’s indifference that can make anyone go berserk.
Note that the park under consideration—that witnessed violent clashes, dozens of bombs and conflicts btw the police and the demonstrators—was cleaned by the same protestors the next morning. People were reorganized and  collected the garbage and broken bottles and etc…


Note that today is Monday and we all went to work with 2-3 hrs sleep and now keep on doing our duties only to leave our offices after work hours to keep on protesting the dismissive response to our calls.
Note that this could happen only in responsible, civilized communities who keep considering the possible consequences of their actions and trying to mitigate the potential damage.


This is an exemplary action in all human history. We are more than happy to take part in it.
Young ones feel they have grown up in 3 days. We middle aged ones feel we got younger.