25 Temmuz 2011 Pazartesi

Öğle yemeğinden hemen sonra, macera, aksiyon, doğa savaşçıları...

Her gün Marjinalliler tarafından istila edilen Dr. Celal Öker Sokak'taki Arzu ev yemekleri lokantasını bizim buralarda bilmeyen yok gibidir.
Her öğlen olduğu gibi, bugün de yine Feyza, Avi, Mert, Başar, Dilek ve Gamze ile yollarımız Arzu'da kesişmişti.

Yine her öğlen olduğu gibi "az et yanına garnetör pilav", "üstünde yoort da olan" semiz otu ve "içmek için çorba"larımızı tükettikten az sonra, Mert ve Başar'ın nöbet usulü bize ayırdığı "yemek sonrası çay alanı"na yerleşen Avi ve Feyza'nın yanına oturdum. İster zengin ol ister fukara her yemekten sonra yak bir sigara mantığından hareketle dumanlarımı üflerken, gözüme yokuştan aşağıya ağır ağır inen itfaiye arabası ve arabanın önünde, elindeki kağıttan okuduğu adresi arayarak yürüyen memur takıldı.

"Yangın olsaydı bu memurun bu kadar rahat olması imkansızdı" "kim intihar ediyor acaba" "kedidir o kedi" diye kendi aramızda tartışırken ağır ağır gelen araç önümüzde durdu. Bundan sonraki 5 dakika boyunca Transformers izleyen çocuklar gibi aracın kendisini kaldırıma sabitlemesini ve üstündeki ekipmanları açıp olay mahalline yerleşmesini izledik. Hala kimsenin ne olduğuna dair bir fikri yoktu, etrafta kendini camdan atmaya çalışan ya da alevlerden kaçan kimseyi de görmüyorduk... Peki bu adamların burada ne işi vardı?
Bu esnada yemekleri biten Dilek ve Gamze de aramıza katılmış, mahalleliden de hatrı sayılır sayıda insan etrafa toplanmıştı. Dilek'in "ağaç budayacaklar" yorumuna Feyza ile ben "o belediyenin işi kardeşim" diye şiddetle karşı çıktık ama "ne yapıyorlar o zaman" sorusu hala yanıtsızdı.
Derken bir memur adına asansör denmesi kuvvetle muhtemel üstü açık o kabinin içine girdi, maskesini taktı ve araç onu yukarıya doğru çıkartan raylarını uzatmaya başladı.

Yukarı çıktıkça kalabalıktan birisinin "kuşu kurtaracak" dediğini duyduk.

Ömrü hayatında itfaiye arabasını da memurunu da bu kadar yakından görmemiş ben, hala hayretler içinde bu işin nereye varacağını düşünürken aniden fotoğraf çekmek geldi aklımıza.

Kabin, önümüzdeki ağacın dalları arasına girdiğinde durdu. Memur elini ağaca doğru uzattı ve diğer elindeki bıçakla bir dalı kesiverdi. Dal parçalarıyla iç içe geçmiş kuşu tuttuğunu görebiliyorduk. İçimdeki hayvan sevgisiyle (insan demiyorum, dikkat) enteresan biçimde ters orantılı olan "kan var mı kan" merakı sayesinde başından sonuna dek gözlerimi ayırmadan izlediğim itfaiye memuru, şöföre bir işaret yaptı ve kabin dalların arasından biraz aşağıya indi. Adam kuşun kanatlarına takılmış dalları itinayla ayıkladı, çıkarttığı yaprak parçalarını boşluğa bıraktı. Ve ikinci işaretle, kabin ilk çıktığından daha yüksek bir yere doğru hareket etmeye başladı. Memur kuşu takılmayacağı ama tutunabileceği bir dalın üstüne bıraktı. Eldivenlerini ve maskesini çıkartırken yüzündeki "bunlar benim için çocuk oyuncağı" ifadesi eşliğinde kabin alçalmaya başladı. Avi'nin "alkışlasak mı ya" sorusuyla kendime geldim.


Ve bir öğle yemeği de böyle geçti... Macera, aksiyon, doğa savaşçıları, bizi hiç beklemediğimiz bir yerde, Harbiye Arzu restoranın önünde buldu. Sonra da bir itfaiye arabası eşliğinde, terk etti...

1 yorum:

Nevra dedi ki...

alkışladınız mı?