16 Kasım 2015 Pazartesi

Yaşasın Sosyal Sorumluluk!

15 Kasım İstanbul Maratonu’nda Marjinal Kahramanları olarak Koruncuk Vakfı için, çocukların ve gençlerin gelecekleri için Asya’dan Avrupa’ya büyük bir mutluluk ve heyecanla koştuk.
 Koruncuk Vakfı’nın da çarpıcı rakamlarla ifade ettiği gibi:Resmi rakamlara göre Türkiye’de en az 30.981 çocuk ve genç sokakta yaşıyor. Bunun dışında 14.398 çocuk ve genç devlet bakımında. Halbuki her çocuk anne sevgisiyle büyümeli.”
 İşte bu yüzden Koruncuk Vakfı, Bolluca Çocukköyü’nde korunmaya muhtaç çocuklara ve gençlere umut olmaya devam ediyor. Onları geleceğe umutla bakan, eğitimli bireyler olarak topluma kazandırmak için çalışıyor.
 15 Kasım’da binlerce yardımsever, güzel yürekli insan Koruncuk Vakfı’nın yanı sıra onlarca farklı alanda çalışan sivil toplum kuruluşuna destek oldu ve farkındalık yaratmayı başardı.
 Sosyal sorumluluk bilincinin artırılması adına kitlesel katılımlı bir fırsat yaratan İstanbul Maratonu, binlerce insanın yaşamına gerek maddi gerek manevi bir ışık oldu. Fakat halen erişilemeyen binlerce yardıma muhtaç insan, hayvan ve yaşam var! Bu nedenle yardım ve destek bilincinin hem bireyler hem devlet hem de kurum ve kuruluşlar için bir yaşam tarzı, var oluşlarının bir parçası olması dileğiyle yaşasın sosyal sorumluluk!


9 Kasım 2015 Pazartesi

Profesyonel Yaşam ve 14 Kedi




Bir işyerinin size yaşamın anlamını hatırlatması mümkün mü? Başarı, liderlik, etkili yöneticilik, vizyonerlik, organizasyon becerisi, müşteri memnuniyeti vb  ile değil, kedilerle. Çok mu tuhaf, hata bazılarınıza göre itici mi?

Tipik bir iş günü. Evden çıktınız, trafik, kalabalık, keşmekeş derken muhteşem işlemelerle dolu yüksek tavanlı tarihi bir binanın ağır demir kapısını omuzlayarak girdiniz. Yıllar önce yaşayan bir ustanın çaktığı Ascenseur – STIGLER- B.S.G.D.G. yazılı tabelasıyla, art nouveau tarzı ahşap iç kapılı, kendisi de ahşap, artık alışık olduğunuz hafif bir gıcırtıyla katları tırmanan asansöre bindiniz. Jet hızıyla değil, makaraların dönüşünü, metal halatların inip çıkışını dinleyip hissederek  en üst kata çıktınız. Çift kanatlı kocaman beyaz kapılı katta indiniz. Günaydın. Günaydın. Günaydın Gaspar! Odanıza girdiniz:

Doğal olarak masanızı dün akşam bıraktığınız gibi bulmayı beklersiniz. Dizüstü bilgisayarınız bıraktığınız yerde, masanın orta kısmında, sağında fare. Solunda sevdiğiniz birinin fotoğrafı belki. Hemen yanı başında arkadaşlarınızın size hediye ettiği bir kalemlik. Bugün bitirilmesi gereken işleri listelediğiniz defter veya belgeler. Koltuğunuz, sırt minderiniz belki. Bunu bir fotoğraf gibi saklarsınız zihninizde. Otomatiktir bu hareket. Sabah döndüğünüzde de değişmeyecek bir fotoğraf.

14 kedinin size gerçek yaşamı hatırlattığı tipik bir Marjinal sabahı ise şöyle olabilir: Ofise geldiniz, masanıza yaklaştınız. Dizüstü bilgisayarınız ile kalemliğin yeri değişmiş. Kalemlik nerede diye bakarsınız ama yok... Tükenmezler yerde. 2 kurşun kalem kemirilmiş. Kapı önünde yerde dün gece birilerini çok eğlendirdiği anlaşılan bir silgi ve dağılmış post-itler yatıyor. Üzerinde diş işleri. Kağıtların yeri de sırası da değişmiş. Koltuğunuzda tüm serinkanlılığıyla oturan bir tekir. Dün sadece siyahken bugün siyah tekir kılıyla kaplı sırt minderiniz yürüyüp odadan  çıkmak üzere kapı önünde. iPhone şarj kablosu dişlenmiş.

Bu fotoğraf dün akşamkine hiç benzemiyor. Peki bu sizi deli mi ederdi? Beni etmiyor. Etmiyor, düşündürüyor. Marjinal’de sabah geldiğinde koltuğunda oturur bulduğu kedinin kalkmasını sabırla bekleyen, oyalanırken kitaplığını düzelten, kahvaltı için mutfağa giden biri olabilirsiniz. Ya da odada kalıp pencereden dışarı bakıp ufukta yağmur mu güneş mi var, puslu bir İstanbul sabahı mı diye düşünür bulursunuz kendinizi.  Kedi hala koltuktadır, şöyle bir gerinir ve neden geldiniz diye hafiften rahatsız bir bakış atabilir size. Soruyu es geçer, gülümseyip pencereye dönersiniz. Gri bir kent fonuna artık kaloriferler yanıyor mu, bina bacalarından dumanlar çıkıyor mu bakar ve bir anda küçük resimden çıkıp büyük resme dalarsınız. Belki çarpık kentleşmedir o anda sizi çarpan. Belki de saklandığı bulutun arkasından çıkmaya çalışan güneş. Bir noktada mutlaka bir durup önünüzde uzanan günü düşünür, hızlı bir plan yapar, masaya dönersiniz. Tekir şimdi koltukta sırt üstü yatıp göbeğini açmış, okşamanızı bekler. Size alabildiğine güvenen bir canlı... o yumuşak karnının çekiciliği.. elleriniz ipek tüylerin üzerinde gezer. Gülümsemeniz, tek başınıza odada yüksek sesle ağzınızdan çıkan sevgi sözcükleriyle harmanlanır. Doğal, samimi sesler. Kerata seni.. küçük sıpa... yerimm...

İşte şimdi hazırsınızdır. Hemen masaya oturup ekranı açmadınız. Doğanın, güvenin, sevginin, yaşamın içinden geçip iş gününe başladınız. Önce zihninizde hazırlandınız.

Gün içinde... Basın bülteni yazılıyor, kontrol ediliyor, briefler inceleniyor, mailler okunuyor, ürün tanımları, web siteleri, sunumlar, acil işler, toplantı takvimleri.... derken gözünüz karşınızdaki kanepede birbirini yalayarak oynaşan Tırmık’la Nuri’ye takılıyor. Siz onlara bakarken onlar da size çeviriyor gözlerini bir an. Tırmık sanki biraz acırcasına bakıyor size. Sonra aman bana ne diyerek dönüyor Nuri’nin kulaklarını yalamaya. Sonra uyuyakalıyorlar.

Bu sizi bir an olsun düşündürüyor. İnsan eliyle şekillenmiş dünyalardan çıkıp doğal, yapmacıksız, temel ihtiyaçların ön planda olduğu, sevgiyle yoğrulmuş ilişkileri hatırlıyorsunuz. Sizin de bunun bir parçası olduğunuzu. Ve iyi ki olduğunuzu... yazdıklarınıza, düşündüklerinize işliyor bu sıcaklık.

Kılıyla, tüyüyle, o küçük dünyamızın vazgeçilmez olduğuna inandığımız araçlarını hiç umursamadan dağıtan kayıtsızlığıyla, hiç beklemediğiniz bir anda klavyenizin üzerine olanca aldırışsızlığıyla oturuveren Mayki’siyle size sürekli yaşamı, doğayı, doğalı, sevgiyi ve gerçekliği ta temelinden hatırlatan bir yerdesiniz.

Dling! Burada her sabah bir mail düşer beyninizin içindeki kıvrımlarda saklanan  organik bilgisayara. Konu kutucuğunda şöyle yazar: Reminder.

Gerisi size kalmış.