Bir süre önce kayıt çağrıma yanıt veren Marjinalliler ile 8 kilometrelik halk yürüyüşü göğüs numaralarımızı almış, merakla büyük günü beklemeye başlamıştık. Nihayet o gün geldi, çattı.
Anadolu yakası katılımcıları (Ben, Leylan hanım ve Alp) olarak her yerde ilan edildiği üzere yaygın (!) toplu taşıma ağı metrobüs ile Altunizade’de bulunan start noktasına varmayı hedeflemiştik. Gelin görün ki metrobüs idare amirliğinin konudan haberi olmadığından, hizmeti açma gereği duymamışlar.Biz de sabahın ilk ışıklarında, Kadıköy dolaylarında bir süre dolandıktan sonra “paramıza geçer hükmümüz” mantığından hareketle ilk taksiye atlayarak Altunizade’ye vardık. Avrupa yakasından gelen Serdar, organizasyon kapsamında çalışan servisleri kullanarak start noktasına bizden önce varmıştı. (ve kimse buna şaşırmadı sanırım...)
Ve benim gönülden organizasyoncu dostum Kemal de bir başka yolla (metrobüsün çalışmamasına isyan eden bir grup maratoncu ile bindikleri belediye otobüsünü rehin alarak) gruba katıldı.
Buluşmamızın hemen ardından, megafondan bağıran Kadir Topbaş’a doğru ilerledik, start noktasına yaklaştık ve kendimizi kalabalığın enerjisine bıraktık. O ana kadar ince ince atıştıran yağmur, sanki start işaretini beklermiş gibi aniden sağanağa çevirdi.
Bendeniz tedarikli CEO’nuz sırt çantasında gerekli yedek kıyafetleri taşıdığından bu durumu pek de umursamadım açıkçası.
Köprüye yaklaşana kadar manzara ve vereceği hisle ilgili pek bir fikrim yoktu... Ne zaman ki iki koca direği ve üstteki bağlantı noktasına asansörle çıkartılan fotoğrafçıları gördüm, işte o anda onca yağmur ve rüzgara rağmen bu havayı solumanın güzelliğini anladım.
Köprü yolunun karadan ayrıldığı noktada (hani arabanızı yavaşlatır kocaman demir bağlantı tümseklerinin üzerinden geçersiniz ya) ayaklarımın ucuna baktığımda, demirlerin arasından boğazın masmavi sularını gördüm. Leylan hanımla aynı anda çığlık atarak birbirimize baktık ve iki kadından başka kimseye anlamlı gelmeyen o cümleyi söyledik: “Ayy çok güzel diiiil miii!”
Ve yağmurla rüzgarın iyice şiddetlendiği köprü üstü yürüyüşümüze başladık. Fotoğraf çektirmek için aklına esen yerde (ve tabi ki hemen önümde) duran en az 15 kişiye omuz atarak, münasip köşelerde sağa çekip fotoğraf molası vererek (Leylan hanım emniyet şeridinden devam edelim lütfen) köprünün en az 3 noktasında farklı arkadaş gruplarıyla karşılaşıp bizi terk eden Serdar’ı arayarak, güle oynaya kocaman köprüyü geçtik...
Alp’in akıllı telefonundan kilometrelerimizi saydığı, şemsiyelerini gözlerimize sokmadan geçsinler diye etraflarından slalom yapmak zorunda kaldığımız gruplar arasında devam eden yürüyüşümüz, İnönü stadı önünde son buldu.
Göğüs numaralarımızı kaşelettikten sonra ve açlıktan bayılmadan hemen önce, bir kazık daha yedik güzel şehrimizden. Karaköy’de kendimizi yumurta ve sucuklara gömme hayalimiz, Kabataş’ta tramvayın çalışmadığını anlamamızla son buldu. 5 kişiyiz diye bizi almayan taksilere inat, muhtemelen 500 basamak çıkarak Cihangir’de Kaktüs’e vardık.
Sıcak ve sakin Kaktüs’te Leylan Yener sponsorluğunda ettiğimiz kahvaltının tadını uzun süre unutmayacağım.
Avrasya Maratonu Halk Yürüyüşü, toplamda 9 küsur kilometrelik muhteşem performansımızla sona erdi. Numarasını yanlışlıkla (!) çekmecesinde unutan, çeşitli sağlık problemleri nedeniyle bizlere eşlik edemeyen Marjinalliler üzülmesin, seneye 8 kilometrelik koşuya katılma hayallerim devam ediyor!
Anadolu yakası katılımcıları (Ben, Leylan hanım ve Alp) olarak her yerde ilan edildiği üzere yaygın (!) toplu taşıma ağı metrobüs ile Altunizade’de bulunan start noktasına varmayı hedeflemiştik. Gelin görün ki metrobüs idare amirliğinin konudan haberi olmadığından, hizmeti açma gereği duymamışlar.Biz de sabahın ilk ışıklarında, Kadıköy dolaylarında bir süre dolandıktan sonra “paramıza geçer hükmümüz” mantığından hareketle ilk taksiye atlayarak Altunizade’ye vardık. Avrupa yakasından gelen Serdar, organizasyon kapsamında çalışan servisleri kullanarak start noktasına bizden önce varmıştı. (ve kimse buna şaşırmadı sanırım...)
Ve benim gönülden organizasyoncu dostum Kemal de bir başka yolla (metrobüsün çalışmamasına isyan eden bir grup maratoncu ile bindikleri belediye otobüsünü rehin alarak) gruba katıldı.
Buluşmamızın hemen ardından, megafondan bağıran Kadir Topbaş’a doğru ilerledik, start noktasına yaklaştık ve kendimizi kalabalığın enerjisine bıraktık. O ana kadar ince ince atıştıran yağmur, sanki start işaretini beklermiş gibi aniden sağanağa çevirdi.
Bendeniz tedarikli CEO’nuz sırt çantasında gerekli yedek kıyafetleri taşıdığından bu durumu pek de umursamadım açıkçası.
Köprüye yaklaşana kadar manzara ve vereceği hisle ilgili pek bir fikrim yoktu... Ne zaman ki iki koca direği ve üstteki bağlantı noktasına asansörle çıkartılan fotoğrafçıları gördüm, işte o anda onca yağmur ve rüzgara rağmen bu havayı solumanın güzelliğini anladım.
Köprü yolunun karadan ayrıldığı noktada (hani arabanızı yavaşlatır kocaman demir bağlantı tümseklerinin üzerinden geçersiniz ya) ayaklarımın ucuna baktığımda, demirlerin arasından boğazın masmavi sularını gördüm. Leylan hanımla aynı anda çığlık atarak birbirimize baktık ve iki kadından başka kimseye anlamlı gelmeyen o cümleyi söyledik: “Ayy çok güzel diiiil miii!”
Ve yağmurla rüzgarın iyice şiddetlendiği köprü üstü yürüyüşümüze başladık. Fotoğraf çektirmek için aklına esen yerde (ve tabi ki hemen önümde) duran en az 15 kişiye omuz atarak, münasip köşelerde sağa çekip fotoğraf molası vererek (Leylan hanım emniyet şeridinden devam edelim lütfen) köprünün en az 3 noktasında farklı arkadaş gruplarıyla karşılaşıp bizi terk eden Serdar’ı arayarak, güle oynaya kocaman köprüyü geçtik...
Alp’in akıllı telefonundan kilometrelerimizi saydığı, şemsiyelerini gözlerimize sokmadan geçsinler diye etraflarından slalom yapmak zorunda kaldığımız gruplar arasında devam eden yürüyüşümüz, İnönü stadı önünde son buldu.
Göğüs numaralarımızı kaşelettikten sonra ve açlıktan bayılmadan hemen önce, bir kazık daha yedik güzel şehrimizden. Karaköy’de kendimizi yumurta ve sucuklara gömme hayalimiz, Kabataş’ta tramvayın çalışmadığını anlamamızla son buldu. 5 kişiyiz diye bizi almayan taksilere inat, muhtemelen 500 basamak çıkarak Cihangir’de Kaktüs’e vardık.
Sıcak ve sakin Kaktüs’te Leylan Yener sponsorluğunda ettiğimiz kahvaltının tadını uzun süre unutmayacağım.
Avrasya Maratonu Halk Yürüyüşü, toplamda 9 küsur kilometrelik muhteşem performansımızla sona erdi. Numarasını yanlışlıkla (!) çekmecesinde unutan, çeşitli sağlık problemleri nedeniyle bizlere eşlik edemeyen Marjinalliler üzülmesin, seneye 8 kilometrelik koşuya katılma hayallerim devam ediyor!
1 yorum:
Amanın... Sanki yeniden yaşadım o günü. Kalemine kuvvet Ceo'cum :))
not: Bu arada bitişten hemen sonra çekindiğimiz fotoğrafta ellerim kalçamın üzerinde çok seksi bir poz vermişim. Yanlış anlaşılmasın görünmesini istemediğim mavi, naylon yağmurluğumu saklıyordum arkamda :))
Yorum Gönder