23 Haziran 2013 Pazar

Sizden Korkuyorlar

15 Ocak 2011 tarihinde Galatasaray’ın yeni futbol stadyumu Ali Sami Yen Spor Kompleksi Türk Telekom Arena Stadı resmen açıldı. Açılışta Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın stada girişi anons edildiğinde stadın önemli bir bölümü yuhalamak suretiyle başbakanı ve o dönemlerde stadın Galatasaray “lütfedildiği” diskurunu protesto etti. Mikrofona gelen dönemin TOKİ Başkanı Erdoğan Bayraktar başbakanı savunma gayretiyle korkunç bir üslupla Galatasaray’ın merhum başkanı Özhan Canaydın’ın stadın inşası görüşmelerinde karşısında nasıl “güçsüz” bir şekilde durduğunu hatırlatma ihtiyacı hissedince film koptu. Hemen tüm stadyum bu anlamsız üslubu, münasebetsiz tavrı yuhalayarak, ıslıklayarak protesto etti.

Maçın bitimiyle birlikte açılış unutulmuş, yaşanan olaylar Türkiye’nin gündemi haline gelmişti. Hükümet ve bürokrasi kanadından Galatasaray’a korkunç baskılar gelmeye başlamış, Galatasaray taraftarları AKP’nin resmi görevlileri tarafından “nankör”, “terörist” gibi sıfatlarla anılmıştı. Galatasaray’ın “resmi medyası” konumundaki Ultraslan susmuş, yönetimi ve başkanı hükümet baskısına boyun eğer bir tavırla yuhalama eyleminin stada gizlice girilen 300-500 kişi (3-5 çapulcu?) tarafından icra edildiğini söyleyerek kamera görüntülerini emniyetle paylaşacağını açıklamıştı.

Hissedilen hayal kırıklığı ve dışlanmışlık refleksif bir tepki oluşturdu ancak tepkinin akacağı pek fazla kanal yoktu. Medya yanlıydı, resmi taraftar grubu sessizdi, yönetim siyasi baskı altındaydı. Oluşan tepki sosyal medya üzerinden bir sinerjiye dönüştü. Bir metin kaleme alındı ve hızlı bir organizasyonla Türkiye’nin büyük günlük gazetelerinde ilan olarak yayımlandı. Hareketin adı “Bağımsız Galatasaray Taraftarları” idi. Bu insanların çoğu birbirlerini görmemişti bile. Sosyal medyadan örgütlenmiş, ilan için gerekli parayı toplamışlardı o kadar. İlanın uyandırdığı yankı etkileyiciydi. Yalnızca Galatasaraylılar değil, Beşiktaşlılar ve Fenerbahçeliler de destek vermişti. O günün futbol iklimini hatırlayanlar bunun bir mucize olduğunu çok iyi bilir. Zira bu üç takımın taraftarları –belki de devletin bilinçli politikalarının da etkisiyle- birbirlerinden nefret etmeye programlanmışlardı.

İlan metni takım taraftarlığından çok bireysel özgürlüklere ve siyasi baskıya ithaf olunan maddeler içeriyordu. Şüphesiz insanları bir araya getiren de buydu; ortak var olma kaygıları.

Bunu anlatmamın sebebi yaşanılan Gezi Parkı protestolarıyla büyük benzerlikler içermesi ve bir bakıma onun mikro ve çok daha kısa süreli versiyonu olması. Gezi Parkı protestolarını sosyolojik açıdan açıklamaya çalışan gazeteciler, akademisyenler ve genel olarak tüm entelektüellerin düştüğü ortak yanlış homojen talepler yönelten heterojen bir grubu, heterojen talepler üreten homojen bir gruptan ibaret sanmaları. Tıpkı TT Arena açılışında olduğu gibi sokaklara çıkanların önemli bir çoğunluğu birbirlerini önceden tanımayan, birbirlerinin ideolojik görüşlerini, demografik özelliklerini umursamayan insanlardan oluşuyor. Olayların en başından beri fiziksel olarak yer almış olmama rağmen şahsım olarak hareketin felsefi çekirdeği içerisinde değilim. Zira tüm bu barışçıl gösterilerin çekirdeğinde yer alan insanlar hayatlarında ilk kez kitlesel bir eyleme katılan, olağanüstü seviyede bireysel bilince sahip, belirli bir ideolojiye sahip olmaktansa bireysel özgürlüğü ön plana çıkaran, mükemmel derecede yardımlaşan ve etrafındakileri de aynı enerji ile etkileyebilen 90 ve sonrası yıllarda doğan ve sizler diye hitap etmek istediğim insanlar.

29 yaşında bir adam olarak benim sizlere katabileceğim şeyler sınırlı. Genel kültürünüz, sivil inisiyatif bilinciniz, dayanışmacı örgütlenmeniz bugüne kadar gelmiş geçmiş tüm kuşaklardan daha üstün ve daha sonuca yönelik. Üründe, teknolojide, insanda ve genel olarak yaşamdaki vasatlığa olan tepkileriniz tüm kuşaklarınkinden daha gerçek ve daha etkili. Benim tek yapabileceğim, bugün itibariyle inancınızı söndürmeye çalışan, kendi geçmişlerinden verdikleri örneklerle uzun vadede gaflete düşeceklerini ilan eden, muhafazakar görünümlü olmasalar da fikri açıdan aşırı derecede bağnaz gazeteci, akademisyen ve işadamı tayfasına inanmamaya ve güvenmemeye çağırmak olur. “Tecrübe aşılama altında kendi kişisel kıskançlıklarını empoze etmelerinin yanında yaşayamadıkları tüm güzellikleri başkalarına çok görme güdüsünden başka bir şeye sahip olmayan ‘hocalarınızın’ hareketinizi çalmalarına izin vermeyin” diyebilirim sadece. Çünkü siz şimdiden kazandınız. Ülkedeki geleneksel muhalefet tarzını tarihe gömdünüz. Hükümet o kadar panikledi ki, size bir şekilde yol vermek zorunda kalan muhalefeti kendi geleneksel savaş alanına çekmek için elinden geleni yapmaya başladı. Çünkü sizden deli gibi korkuyor. Ulusalcılar, Kürt milliyetçileri, liberaller, dışlanmış muhafazakârlar, darbeciler ve diğer tüm düşmanları hareketinizde sizinle yan yana yürüdüyseler de, gösterdiğiniz kararlılık ve hareketi sahiplenme gücünüz öylesine baskındı ki, hiçbiri sizin bireysel hak taleplerinizi ve pasif direniş yaklaşımınızı aşamadı, tehdit edemedi. Amaçları bu hareketlerin eylemlerin önüne geçmesi ve bir nevi vitrin haline gelmesiydi. Başarılı olamadılar.

Bugünün “tarihçi” akademisyenleri sizi kıskandı. Çünkü onlar da zamanında kendilerinin sandıkları bir hareketin parçası olmuşlardı. Siz örgütlü olmak zorunda değildiniz. Onlar örgütlü olmak zorundalardı. Siz asgari bireysel özgürlük taleplerinde birleşebilmiştiniz. Onlar Pekin-Moskova arasına sıkışmıştı. 1 Mayıs 1977’de olduğu gibi başkalarını kendilerini yok etmeye davet eden bölünmeler içinde olmuşlardı. Sizi kıskandılar çünkü siz örgütlü olmadan da, kişisel ve ideolojik hırslar olmadan da bir araya gelinebileceğini gösterdiniz. İşte bunun için karşılarında hedef gösterebilecekleri iç-dış mihrak, örgüt, siyasi parti arıyorlar. Siz bu imkânı onlara sunmadığınız ölçüde kazanımlarınız da kalıcı olacaktır.

Size isim vermeye, sizi tekleştirmeye çalışacaklar ancak benim gördüğüm kadarıyla başarılı olamayacaklar. Bundan sonra muhalefet de, muhatap da, olası bir siyasal hareketin arkasındaki gerçek güç de siz ve sizin yolunuzu takip edenler olacak.

Bundan sonrası
Siyasal iklim aşağı yukarı belli oldu. Görünürde seçim olmamasına rağmen bir seçim ortamına girildi. Hükümet öz tabanına dönerek oradan alacağı güçle yeniden kitleselleşmeye çalışacak. Oy oranlarının ciddi biçimde düştüğünün farkındalar ve bunu göze almış durumdalar. Zira gelecek seçimden yine oyların çoğunluğunu almış olarak çıkacakları kesin. Bu süreçte medyayı da kolluk kuvvetlerini de her zamankinden daha sert kullanacaklar. Polislerin çalışma şartlarının dayanılmaz bir seviyeye çekilmesi, psikolojik zindeliklerinin tehdit edilmesi bilinçlidir. Olası müdahalelerde daha sert olmalarını sağlayarak çıkabilecek olumsuz sonuçlarda hem halk korkacak hem de işlenecek suçları tamamen polise yıkabilecekler. Polislerin çoğunun 20’li yaşlarının başında, günlerdir ev görmemiş, temel ihtiyaçlarını karşılayamayan insanlar olduğunu unutmayın ve her koşulda sağ duyu ile hareket ederek tepkinizi bu sistemi oluşturanlara yöneltin.

Alıntısız bitirmeyelim:

“Bir alt sınıf olduğu sürece ben de onlardan biriyim. Bir suç unsuru var olduğu sürece ben de içindeyim. Hapse atılmış tek bir kişi bile varsa özgür değilim.” – Eugene Victor Debs

Hiç yorum yok: