6 Ekim 2010 Çarşamba

Yapı sektöründe "löre" sorunsalı...

Bizim ülkemizde, bazı konularda ne kadar gelişilirse gelişilsin, yerel kaynaklar içine kendi "tuzunu serpmeden", o konuyu sonlandırmak imkansızdır. Başka bir deyişle, herkes Cem Yılmaz'ın "Osman bizi ışınla" ve "Makina soğuk" repliklerini hatırlar herhalde...

(Bkz:
http://www.facebook.com/video/video.php?v=141119866288 )

Ev taşıma işine girince, konunun ciddiyetini bir kez daha kavradım. Bir de "nereden ne çıkacağı belli olmaz"mış, onu anladım.Bir süredir Altın Kızlar'a en çok benzeyen ikili, annem ve ben, tebdili mekandaki ferahlığın gücüne kendimizi kaptırmış, gidiyorduk... 2 hafta önce sokakta yürürken öylesine aradığım bir emlakçı, birkaç gün sonra söğüşlediği paralara yakışır bir evle karşımızda duruyordu.

Geçtiğimiz Cumartesi günü ise, (çok şükür) "Hey siz pis kiracılar, bu evin kılına zarar gelirse hepinizi kürek mahkumundan beter ederim!" tavrından uzak, adam gibi adam bir ev sahibesiyle kontratımızı tamamladık. Peşinden tadilat zorunluluğu geldi, çattı.

"Bir boya yaptırırız, gerisi kolay" demişti annem... Ah anne ya... "Bir boya yaptırmak" o kadar kolay mı? Bir kere odalardaki demirbaş (hem de beyaz) halılara zerre boya düşmeden o iş nasıl hallolur? Ne renk boyanacak ki bu ev? Anahtar teslim edilecek adam mı kaldı bu devirde?.. Soruları çoğaltmakta zorlanmazsınız herhalde.

Aldığı ayakkabıların birbirinin eşi olmadığını iddia ederek 3 sefer mağazaya taşınmaktan, alarmların çalmasına aldırmadan mağaza görevlisiyle sokağa çıkıp "evladım bak bu siyah, bu koyu kahve a-aa görmüyor musun" diye didişmekten, özellikle yorgun argın eve döndüğüm akşamları seçerek "ordu laciverti" ile "koyu lacivert" arasındaki "ölümcül" farkı 3.5 saat boyunca açıklamaktan çekinmeyen bir annem var. Bildiniz, boya işi de başa düştü...

Geçtiğimiz cumartesi, hafta sonlarımın sayılı huzurlu saatlerini geçirdiğim manikürcüme elimde bir kutu mini eklerle kendimi attığım vakit, "dertler derya" melodisi eşliğinde güncel hayat dedikodusuna başladık. "Nereden ne çıkacağı belli olmaz" demiştim, değil mi? Meğer kızın babası boyacısından ustasına, tesisatçısından elektrikçisine bir dünya "yapı adamı" tanırmış.

Bu arada Deniz'i boğazlama denklemine çok etkili bir eleman olarak katılan teyzem de bu zorlu süreçlerde bizleri yalnız bırakmıyor elbette... (Bir gün kendimi dağlara vurur, toplumdan uzaklaştırırsam, bilin ki bu kız kardeşler yüzünden!)
Ama Allah var, teyzem annemden çok daha sonuç odaklı ve bütünsel yaklaşımcı bir kişiliktir. Koçtaş kataloğuna bakarken çığlıklar atarak yanıma geldiyse, mutlaka bu tantanaya değer bir yeri işaret ediyordu: Simli duvar boyası! Deniz'in odası için ne kadar da uygun değil mi?

Ve efsane Pazar günü, sabah 8'i uykusuzluk geçe, nam-ı diğer "Löre" Abi ile buluşmamızı gerçekleştirdik. Kendimi 1 saat sonra Maltepe civarında bir nalbur dükkanında "şampanya da amma çiğ renkmiş yahu", "bunun ipeksi olanı kaça", "ay ay ay şu mora baak" gibi konuşmaların arasında -ve evet, annemle- buluverdim... Hayır, renkler konusunda anneme söz hakkı vermeyeceğim, kararlıyım!

Ali Usta, konuşmasının anlayabildiğim kısmıyla bile yardımcı olmayı başaran, ben boylarda (yani çam kozalağından az uzun), Sivaslı, badana-boyadan bahsederken Formula 1 pilotu havalarına bürünen, sinekkaydı traşlı, Hababam Sınıfı tiplemesi bir adamcağız. Amaaaa... Tüm ev için tavsiye ettiği lüle taşı rengi, günlerdir renk manyağı anneme bile açıklayamadığım, rüyalarıma giren o renk işte!!! Helal be usta!

Ali Usta'ya, hazır nalbur havası soluyorken, bulduğum muhteşem simli boyadan bahsedecek oldum. Tamam, bütün ev lüle taşı rengi ama benim odama 2 kat da simli boya... "Ablam, löresi vardır onun, ben bulurum sağa" dedi.
Annemle birbirimize baktık:
-Kalıp mı diyor acaba anne?
-Bilmem ki?
-Oldu o zaman, anlarız herhalde...

Gittiğimiz nalburda ne yazık ki benim simli boyamdan bulunmuyordu. Usta inatla geçtiğimiz günlerde bu tip bir boyayla iş yaptığını, bu malzemenin"löre" ile sürüldüğünü, duvardaki boya üzerinden başka renge batırılan löreyle geçilince ardında yapraklar çiçekler bıraktığını" anlatıyordu. Ustayla vedalaşarak -ve ne dediğini hala anlamayarak- yapı marketlere vurduk kendimizi.

Elinde broşürle alışverişe çıkan 3 kadından daha tehlikeli ne olabilir? Ancak bir atom bombası...

Canım simli boyamın uygulama tekniklerini tüm detaylarıyla öğrendikten, duş başlıkları, banyo halıları, diş fırçalıkları ve takımı sabunluklar, aydınlatmalar ve mutfak masalarının önünden yaklaşık 15'er kez geçtikten sonra, kasaya gitmeyi hak eden bendeniz, elimdeki 1.5 litrelik boya kutusuna Chanel No:5 şişesi gibi sıkı sıkı sarılarak nihayet kendimi ve milli felaket kız kardeşleri dışarı atmayı başardım.

Ustaya telefon ettim, "buldum ben o boyadan, sen bakma boşuna" diyecek oldum. "Yanında 2 boy fırça da aldım, hem zaten normal boya gibi sürülüyormuş ama alttaki rengi bozmuyormuş..." diye devam ederkeeen... "Ablam löresi lazımsa ben bulurum ama sana" diye sözümü kesti. 2 saniye durdum. Telefonu uzaklaştırdım, "Annnneeeeeeee rulo diyormuş, rulo" diye çığlık attım. Rulo diyormuş. ..

Ali Usta hala evde, ben simli boyayı ona elletmemekte kararlıyım, löre filan batırmasın diye içine... Yalnız tek bir sorunumuz var: Ne annemi ne de teyzemi dinlemiyor, "akşam bizi bekle" dediklerinde "işim bitince giderim" diye postayı koyuveriyor. (Sanırım en doğrusunu yapıyor!) Hatta korkarım ikisini aynı kişi sanıyor, bir ben arayınca "ablam çiççeh gibi oldu yeminlen, atayım mı senin boyadan da üstüne, bakarsın hem akşam" diyor.

Aman usta, sen de, lören de benim simlerimden uzak durun!!!

Hiç yorum yok: